Kalbimiz naylondan olmasın, Üç aylarımız mübarek olsun

Yazarlar
Fatma Barbarosoğlu Yenişafak gazetesindeki “üç aylar” üzerine yazdığı yazıda kaybettiğimiz değerlerimizden bahsederken “bir kalbimiz vardı” diyor. İşte o yazı… I- Receb-i...
EMOJİLE

Fatma Barbarosoğlu Yenişafak gazetesindeki “üç aylar” üzerine yazdığı yazıda kaybettiğimiz değerlerimizden bahsederken “bir kalbimiz vardı” diyor. İşte o yazı…

I-
Receb-i şerifin ilk sabahına Hasan Aycın’ın kararmış kalbin içine yazdığı beni yıka deseni ile girdim. Beni yıka diye gözyaşı döken harflerin üstünde “üç aylarımız mübarek olsun” yazıyordu.
Bir kalbimizin olduğunu ve kalbimizin kirlendiğini kimseler hatırlatmıyor ne vakittir.

Günlük hayatımızda kalbi arıtmak, kalbi temizlemek ifadelerine ne kadar rastlıyoruz?

İçim şişti. İçim daraldı. Zihnim durdu. Az kalsın patlayacaktım. Öfkem tavan yaptı. Beynim iptal.

Başka? Kalbimize dair bir kelam ediyor muyuz?

Kalbim titredi… Kalbim ürperdi… Kalbime ağır geldi…

Bir kalbimiz vardı bizim değil mi? Akleden kalbimiz…

Hasan Aycın’ın “kararmış kalp” desenini görmeden önce Ali H. Neyzi (1927-2005)’nin Lara Fener’ini okuyordum. Daha doğrusu okuduğum satırları yeniden gözden geçiriyordum.

Lara Feneri, Ali H. Neyzi’nin, dedesi Mehmet Ali Ayni(1868-1945)’nin Kızıltoprak’taki köşkünde geçen anılardan oluşan bir kitap. Köşkte, Mehmet Ali Ayni, kayınvalidesi Leyla Saz, iki kızı ve damatları, torunları ile birlikte yaşıyor.

Mehmet Ali Ayni, evde olduğu zamanlar çalışma odası ve yatak odasının bulunduğu çatı katında vakit geçiriyor. Çatı katına izinsiz çıkmak yasak. Köşkün en üst katında mutlak sessizlik gözetilmekle beraber, karşısına tek tek çıkmaları şartıyla Mehmet Ali Ayni Bey torunları ile yakından ilgilenmeyi seviyor. Torunu Ali H. Neyzi böyle “ilgilenme” sahnelerinden birinde dedesinden kalbin nasıl temizleneceğinin bilgisini öğreniyor:

“Kendi seçtiği zamanlarda ve teker teker olmak kaydı ile dedemin çatı katında onunla baş başa çok tatlı saatler yaşadığımı anımsarım. Üstelik ardından kardeşlerime caka satar, neler konuştuğumuzu abartarak anlatırdım. Bir keresinde dedem bana kalbimi temizlemenin yöntemini anlatmıştı. Kimsenin girmeyeceği bir odada bağdaş kurup oturmalı ve önce başımı sağ yana çevirip “la ilahe” demeli ve ardından başımı sola (yani kalbimin bulunduğu tarafa) çevirip “İllallah” demeliymişim. Buna bir tür zikir denirmiş. Eğer boş bir odada bu hareketi bin kere yineleyebilirsem, hem kalbim temizlenirmiş hem de kendimi boşlukta bulur yani oturduğum yerden yükselmeye başlarmışım. Bu öğüdünü ağabeylerime açmadan kendim denemeye kalktım. Sanırım iki yüze varmadan birileri odaya girdi ve dikkatim dağıldı. Zaten yeterince canım sıkılmıştı. Başarısızlığımı kimse ile paylaşmadım.”

Başarısızlık?
II-
Bulgaristan göçmeni bir teyzemiz vardı. Üç ayları karşılamak üzere bir gün öncesinden mahallenin kadınlarını toplar; tövbe yaptırır, sonra üç ayların zikrini taksim ederdi.

Üniversite öğrencisi iken rahmetli büyükannem benim için de bir tespihi hazır ederdi.(Şimdi geriye dönük olarak hatırladığımda o tespihin motive edici bir unsur olduğunu anlıyorum.) “Senin adına başladık devamını sen getireceksin” diye sıkı sıkı tembih ederdi. Başlanmış bir şeyi yarım bırakmaktan korktuğum için bazen sesli bazen içimden “bana mı sordunuz” diye geçirir, ama rahmetli sanki gönülsüzlüğümü anlamış gibi “otobüs beklerken zikretsen yine de yetişir” derdi.

Şimdi aynı şeyi ben söylüyorum. Otobüs beklerken, yolda yürürken kelime-i tevhit çekelim diyorum.

Diyorum demesine de…

Bir şeyin durmadan eksildiğini, tadının kaçtığını, metafizik ürpertiyi …

yazının devamını okumak için…