Kadife Darbeden sosyolojik savaşa

Yazarlar
Prof.Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Kadife Darbeden sosyolojik savaşa- 5” başlıklı yazısı… WikiLeaks Türkiye Belgeleri”nde Türkiye’nin Sosyolojik Analizi Giriş ABD, o...
EMOJİLE

Prof.Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetedeki “Kadife Darbeden sosyolojik savaşa- 5” başlıklı yazısı…

WikiLeaks Türkiye Belgeleri”nde Türkiye’nin Sosyolojik Analizi

Giriş

ABD, operasyon yapmaya karar verdiği ülkelerde, operasyondan çok önce, ABD’deki değişik düşünce kuruluşlarına ve CIA’ya özel raporlar hazırlattırarak, hedef ülke ile ilgili yapacağı mücadelenin mahiyetini belirlemektedir. Bu anlamda ABD’deki Rand Cooperation Düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan “Sivil Demokratik İslam, Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” adlı Raporu geçen yazıda analiz ettik.

Burada, Taraf Gazetesinde 23.03.2011 tarihinde yayınlanan “WikiLeaks Türkiye Belgelerinde” yer alan ABD’nin Türkiye ilgili, 1999, 2003, 2005 ve 2009 tarihli dört ayrı resmî yazışmasından 1999 ve 2009 tarihli olanlar, belge olarak okuyucuların dikkatine sunulmaktadır.

18 Kasım 1996 Tarihli ABD Ankara Büyükelçisi Marc Grossman’ın Washington’a Gönderdiği Telgraf:

“1) Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Richard McKee tarafından gizlilik statüsü verilmiştir. 

2) ÖZET: Başbakan Necmettin Erbakan’ın İslamcı Refah Partisi’nin seçmenler arasındaki gücünü arttırmasıyla birlikte, Türkiye’de Şeriat’ın yeniden kurulması fikri de yeni taraftarlar kazanmış gibi görünüyor. Aşağıda, Refah bünyesindeki İslamcı kaynaklardan ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aktaracağımız gözlemler, bu ülkede din, siyaset ve toplum konusundaki tartışmanın nereye doğru gittiğine hızlıca bakma fırsatı verebilir. Türkiye’nin büyük bölümü koyu dindar olan Kürt azınlığı da bu mesele de merkezî bir rol oynayacağa benziyor.

3) Kürt olan Refah İstanbul Milletvekili Mehmet Fuat Fırat, 31 Ekimde (1996) Siyasi Müsteşar (McKee) ile yaptığı görüşme sırasında, kendi etnik kardeşleri açısından dinin taşıdığı önemi değerlendirdi. Fırat, Refah’ın Merkez Yürütme Konseyi’nde Hakkâri, Siirt ve Türkiye’nin nüfusunun çoğunluğu Kürt olan güneydoğusundaki diğer illerden siyaseten sorumlu olduğunu da kaydetti…

4) Fırat, Kürtlerin “Şeriat’a sadık olduklarını” söyledi. Bu, Fırat’ın da aile bağları bulunan Nakşibendi tarikatının (teknik olarak yasadışı bir grup) öğretilerinin doğrudan bir sonucuydu. Fırat, Türkiye’deki Nakşibendi müridlerinin çoğunun Kürt olduğunu belirtti. Ama Fırat, Nakşibendi Kürtlerin fanatik olmadığını da söyledi ve buna delil olarak, Nakşibendilerin ritüellerinin, çok daha esrik nitelikteki Kadiri tarikatınınkilere kıyasla nispeten ölçülü olmasını gösterdi. Fırat’a göre, Türkiye’nin Kürtleri, ABD’de sağlanan türden bir adalet istiyorlar, kendi dillerini kullanma ve kendi kültürlerini geliştirme hakkı da buna dahil. Fırat, Şeriat’ın bu özgürlükleri sağlayacağını söylüyor.

5) Fırat, müridlerinin aleyhine olacak şekilde kendi çıkarlarını gözetmek ve “devletle” ittifak kurmakla suçladığı birçok Nakşibendi şeyhinin tavırlarından duyduğu hayal kırıklığını da dile getirdi. “İstedikleri tek şey zengin olmak” diye şikâyette bulundu. Bariz bir gururla, Şeyh Said’in kendi servetini bir ordu kurmak için kullandığını, “kendi parasını askerlere harcadığını” söyledi.

6) Fırat genç bir adamken, yazıları mistik Nurcu Hareketi’nin temelini oluşturan Said Nursi ile karşılaşmasını da anlattı. Fırat’a göre, Nursi, İslam ve Kürt kültürel özerkliği yararına etkinlikleri nedeniyle Mustafa Kemal tarafından hapse attırılmıştı. Nursi, 1960’daki ölümünden önce de, Fırat’ın da aralarında bulunduğu bir grup Kürt ileri geleninin önünde, Kürtlerin “Kemalistlerden intikamını alacağı” üzerine ant içmişti.

7) Fırat gibi, Refah Bitlis Milletvekili Abdülhalûk Mutlu da Nakşibendî bir Kürt ve 14 Kasım’da, Siyasi Müsteşar ile INR’dan (ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki İstihbarat ve Araştırma Bürosu) gelen ziyaretçilere, Kürtlerin İslam’ın prensiplerine “bağlı” olduklarını söyledi. ABD’de üniversitede okuyan yeğeninin, insanlara ABD’nin “dünyanın en İslamî devleti” olduğunu, çünkü orada Şeriat’ın adalet ilkelerinin diğer herhangi bir rejimden daha yüksek bir derecede benimsendiğini söylediğini gülerek bize anlattı.

 8) Mutlu, Kürtlerin aklında bugün Şeriat’ın özgürlük ve demokrasiyle ilişkilendirildiğini ama tıpkı “demokrasi” gibi, “Şeriat’ın da ne anlama geldiğinden kimsenin emin olmadığını” söyledi. Mutlu, ülkedeki demokrasi dekoruna rağmen, Türkiye’nin geri kalan Kürtleri gibi kendisinin de hiçbir zaman gerçek bir demokratik rejimde yaşamadığını ve bu nedenle de, gerçek bir demokrasinin nasıl işlediği hakkında çok az şey bildiğini itiraf etmesi gerektiğini söyledi. Bu tezini örneklemek amacıyla da, Refah’ın Türkiye’de dinî bir düzen kurmayacağı öngörüsünde bulundu ve bunun yerine, günün birinde parlamentoda çoğunluğu elde etmesi durumunda, Refah’ın “Milli Güvenlik Kurulu’na bu konu hakkındaki görüşlerini” soracağını belirtti.

 9) 14 Kasımda Siyasi Müsteşar ve INR memurları Diyanet İşleri Başkanlığı Araştırma Dairesi Başkanı Niyazi Kahveci’yi ziyaret ettiler. Bir İslam bilgini olan Kahveci, Ortaçağ’dan bu yana İslamî doktrininde pek az değişiklik olduğunu söyledi. Dolayısıyla, Sünni İslam’ın Türkiye’deki şekliyle Afganistan’da Taliban’ın uyguladığı şekli arasında temelde bir fark yok. Müslümanlar Kur’an’ın sözüyle bağlı olduklarına inanıyorlar. Kahveci ve akademideki bazı meslektaşları İslamî prensiplerde, modern demokratik dünyaya uyum sağlayacak şekilde “reform” yapmaya çalışsalar da, Türk ilahiyatçılarının çoğu, mesleklerini “Cezayir ya da Mısır’da” öğrenmişler. Kahveci, Diyanet’te çalışanların çoğunluğu gibi, Türkiye’nin üniversitelerindeki ilahiyat profesörlerinin de genel olarak Refah’a destek verdiklerini de ekledi.

10) Kahveci, Refah’ın mesajını halka ulaştırmakta ve esasen kendini dindar Türklerin bir numaralı sözcüsü konumuna getirmekte çok akıllıca davrandığını belirtti. Kahveci’ye göre, laik partiler İslamcılara karşı harekete geçmekle Refah’ın elini güçlendirdiler. Mesela, siyasi içerikli televizyon tartışmaları, rutin olarak, bir yanda Refah’ın, diğer yanda diğer herkesin yer aldığı birer hesaplaşmaya dönüştü. Bu da, Refah’ın dindar kimliğini, izleyicilerin aklında meşrulaştırdı. Üstelik laik partilerin bunu kabullenmekten başka pek bir seçeneği de yoktu. “Nasıl olsun ki” dedi Kahveci, “onlar İslam hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.”

11) “İcma” –konsensüs– geleneksel olarak, Kur’an, Sünnet ve Hadis ve “kıyas” ile birlikte İslamî içtihadın esas kaynaklarından biriydi. Bugün ise “icma“ demokratik ve İslamî prensipler arasında ortak noktalar bulmaya dönük akademik gayretlerin ilgi alanı.

12) Klasik içtihatta “icma,” eğitimlilerin konsensüsü anlamına gelirdi; İslamî doktrinin nazik konuları üzerine eğitim görmemiş olanların fikirlerinin bir ağırlığı yoktu. Bu geleneksel tavrı sürdüren Türkiye Müslümanları da, İslam bilginlerinin Şeriat’ı yorumlamasına ve inananları aydınlatmasına memnuniyetle razı oldular. Siyasi bakımdan, şimdi Refah sayesinde laik rejime bir İslamcı alternatif ortaya çıktığından, tarihî koşulların etkisiyle bugüne kadar laik partilere oy vermiş olan birçok dindar “muhafazakâr” seçmen artık, Başbakan Erbakan, ya da yandaşlarının ona verdiği adla “Hoca” için, koparılmaya hazır olgun bir meyve.

13) Kahveci’ye göre buradaki sorun, Refah’ın “Ortaçağ’dan kalma” Şeriat algısının, din bilginlerinin incelemesinden ve rekabetten muaf kalmış olması ve Kemalistlerin İslamî siyasi nüfuza olan husumetinin, konu üzerine serbest ve bilgili bir tartışma yürütülmesini engellemesi. Kendi siyasi alternatifleri olmadığı için, Türkiye’nin dindar Kürtleri de Refah’ın saflarına katılmaya başladılar ve böylece Erbakan’ın partisinin Türkiye’nin en büyük partisi haline gelmesine yardımcı oldular. Kahveci, Türkiye’nin geri kalanının büyük bölümünün de onları takip edeceğinden korkuyor.

14) Bizim algımıza göre, Şeriat’ı yeniden kurmayı destekleyenler, hatırı sayılır ve sayıları giderek artan bir grup da olsalar hâlâ küçük bir azınlık. Daha önemlisi, (nadiren kişisel dinî vecibelerini yerine getirseler bile) kararlı biçimde laik ve inanmış biçimde dindar/İslamcı olan yurttaşları birbirinden ayıran çizgiler kuvvetleniyor. Özellikle üniversite kampuslarında şiddet olaylarının başgöstermesi pekâlâ mümkün.”

22 Temmuz 2009’da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Onayıyla Washington’dan Ankara Büyükelçiliği’ne Gönderilen, “Tarikatlar, Kürtler Ve İslam Ve Türkiye’de Azınlık Dinleri Konusunda Bilgi Talebi” Başlıklı Telgraf:

“TARİKATLAR

1) Bugün Türkiye’de üye sayıları ve siyasi kudretleri bakımından en güçlü İslamî cemaatler ya da tarikatlar hangileri

2) Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne Tarikatlar hangi işlevleri görüyor

3) Bu gruplara üyelik nasıl işliyor Dışarıdan birileri de bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet edilmeleri mi gerekir İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı Tarikatlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar

4) Bir tarikatın bünyesinde, İslamî kuralların farklı geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl etkiler Tarikatların önde gelen üyeleri, hâmilik ilişkisi dışında da, özellikle gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler

KÜRTLER VE İSLAM

1) Türkiye’deki tarikatların üyelerinin ne kadarı Kürtlerden oluşuyor

2) Fethullah Gülen’in takipçileri de dâhil olmak üzere, Nurcu Hareketi’ne Kürtlerin katılımı ne düzeyde Kürtler genel olarak Gülen’e nasıl bakıyorlar

3) Nakşibendi ve diğer geleneksel tasavvufî gruplar, özellikle Gülen Hareketi ile nasıl bir ilişki ve/veya rekabet içindeler

4) Tarikatlar/Nurcu örgütler dindar Türklerle dindar Kürtler arasında ne ölçüde köprü oluşturuyor Öte yandan, tarikatlar/Nurcu örgütler, Diyanet’in geleneksel Hanefi dışlayıcılığına kızarak ve kısmen de Kürt kimlik bilincinin/etnik Kürt ayrılıkçılığının körüklemesiyle, ne ölçüde retçi, “ayrılıkçı” bir İslam’ın üretildiği yerler haline geldi Kongra-Gel (KGK) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) gibi laik örgütler bu eğilimlerin ne kadar farkında ve ne ölçüde bunları istismar etmeye ya da bunlara karşı harekete geçmeye çalışıyor

5) Hizbullah’ın çeşitli cephelerde yeniden ortaya çıkması, ne ölçüde Gülen’in ve/veya AKP hükümetinin “reformist” tacizlerine karşı bir İslamî Kürt reddedişi temsil ediyor ya da yansıtıyor Hizbullah’ın “İlim” ve “Menzil” kollarının yükselişinin nedeni ne Kürtler, Ergenekon/Derin Devlet örgütlenmeleriyle mücadele çabaları kapsamında Hizbullah’ın ve çeşitli unsurlarının geri dönüşünü nasıl görüyor

DIŞ ETKİLER

1) Türk Müslümanlar dinî rehberlik için Türkiye dışına bakıyorlar mı ve hangi kaynaklara ya da kişilere bakıyorlar

2) Dışarıdaki dinî etkilerin Türkiye’ye nüfuz etmesine imkân veren ne gibi mekanizmalar mevcut İslam’ın Türk tipi olmayan biçimleri ve tezahürleri Türkiye’deki gelişmeleri ve dinî tartışmaları nasıl etkileyebilir Türk İslamî kanaat önderleri dış nüfuza ve tecrübelere ne ölçüde açık ve bu nüfuz nasıl sağlanıyor

3) Türk Müslümanları günümüzdeki Sünni/İslam ümmete ne kadar entegre Türk Müslümanları, Müslüman dünyanın diğer yerlerindeki İslamî gelişmelerden (teolojik, sosyal ya da siyasi tartışmalardan) ne kadar haberdar ya da ne kadar dışlanmış bir halde

AZINLIK DİNLERİ

1) Anti-Semitizm ve Hıristiyanlara karşı husumetin tabandaki ifadeleri, siyasetin ve medyanın önderlerince ne kadar cesaretlendiriliyor ya da caydırılıyor

2) Lütfen bu sorulara, konu satırına C-RE9-01283 yazarak cevap veriniz.”

Ankara’daki Amerikalı diplomatların bu sorulara verdiği cevapları içeren telgraf “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında yer almamaktadır.

Sonuç

Yukarıdaki iki belgeden anlaşılabileceği gibi ABD, 1990’lardan buyana Türkiye’ye tuzağı, Müslüman Türk ve Müslüman Kürt ayrışması üzerinden kurmaya çalışmaktadır. HDP’nin ortaya çıkışına, bu açıdan bakmakta fayda vardır. Türkiye’deki etnik bir ayrışma, bölgedeki etnik ayrışma ile birlikte ele alınıp değerlendirilmeli ve çözüm de bu düzlemde aranmalıdır.

Son üç yazıda sosyolojik analizlere yer veren belgeleri ele almamızdaki amacın nedeni ise, bu ülkede ve İslam coğrafyasında vuku bulan sosyolojik savaşın bir arka planı olduğuna, tesadüfen hiçbir şeyin meydana gelmediğine, iyi bir hazırlık döneminden sonra icraatın başlatıldığına dikkat çekmek; aynı zamanda gerekli dersleri almak ve hem karşı hamle yapmak hem de tez olarak ortaya çıkmak içindir.

“Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara karşı Kur’an’la büyük bir cihad ver.”               (25 Furkan 52)

Ve; “Allah adına gerektiği gibi cihad edin.” (22 Hac 78).