İslâm tarz-ı siyasetinde yeni bir dönem mi?

Yazarlar
Ayşe Böhürler Yenişafak gazetesindeki yazısında Tunus ve Gannuşi tecrübesi ve konuşmalarından yola çıkarak “İslâm tarz-ı siyasetinde yeni bir dönem”in başladığına dikkat çekiyor. İşte...
EMOJİLE

Ayşe Böhürler Yenişafak gazetesindeki yazısında Tunus ve Gannuşi tecrübesi ve konuşmalarından yola çıkarak “İslâm tarz-ı siyasetinde yeni bir dönem”in başladığına dikkat çekiyor. İşte o yazı…

Tunus, Arap Baharı sonrası demokratik hedeflerini koruyarak istikrarlı bir yapı kurmayı başaran tek ülke oldu. Kuşkusuz bu başarıda Nahda Partisi’nin dini lideri Raşid Gannuşi’nin payı büyük.

2013 yılında Arap Baharı sonrasında, kadın hareketi üzerine söyleşiler yapmak üzere Tunus’a gittiğimde özellikle sol kesim Nahda’nın başarısında kendi paylarının büyük olduğunu söylüyor ve Nahda’yı Tunus’u İslamileştirmekle suçluyordu. Yaşam tarzı, laiklik gibi konular; taze demokratik bir ülkede ucu bucağı olmayan konulara kapı açıyor; en basit konular gerilimli tartışmalara sebep oluyordu. Tüm bu tartışmalarda de söz dönüp dolaşıp Gannuşi’ye geliyor, herkes O’nu hedef gösteriyordu.

Ancak ilginç olan her kesimin yüzünü ona dönmüş olmasıydı. Tepki gösteren dahi umudunu O’na bağlamıştı. Ettiği en ufak bir söz çığ haline geliyordu. Kısaca Tunus toplumu kendini yönetmeyi öğrenirken düğüm Gannuşi’deydi.

Böyle bir iklimde Gannuşi bir İslam alimi sıfatını bozmadı, siyasi bir unvan almadı. Ülkesinde sol kesim ve onları temsil eden partilerin yanı sıra bir o kadar da güçlü olan sendikalar ve Müslüman demokratlar arasındaki dengeyi parti siyasetini ‘dini‘ değil ‘laik‘ bir çerçeveye oturtarak sağladı.

Beni en çok ilgilendiren kısımlarından birisi de; 1950’den bu yana demokrasiden uzak yaşayan bir ülkede yeniden yapılan seçim kanunlarında kadınlar lehine düzenlemeler yapılmasına ön ayak olmasıydı. Parti listelerinin yarısı kadın yarısı erkek olacak şekilde düzenlenmesine destek verdi.

Tüm bunlara rağmen 2013’te (Yeni Şafak’ta yayınlandı) Gannuşi ile yaptığım röportajda kendisine yöneltilen itirazları anlayışla karşılıyordu… “Öncelikle şunu çok iyi idrak etmelisiniz ki şu an Tunus’ta çok gergin bir siyasi çekişme var ve bu çekişme objektiflikten çok uzak. Çünkü demokratik tecrübemiz çok yeni, bugün bizim demokratik süreçte ikinci yılımız.

Nahda, ülkedeki en büyük parti, bu yeni bir şey ve bu durum ülkeyi elli yıldan fazla yöneten laiklerde şok etkisi yarattı. Bu sürede İslami hareket siyasi arenadan uzaktı ya hapislerde ya sürgünde ya da yeraltında gizlice yaşıyordu. Aniden devrim geldi, rejimi düşürdü ve İslami hareket ülkede lider oldu. Bu şok etkisi oluşturan durumu, düşürülen rejim bir tarafa laikler de hala hazmedebilmiş değiller.

Gannuşi sonraki süreçte laik kesimin Nahda Partisi’ne ve İslami kesimin güçlenmesine karşı tepkilerini ve şahsına yönelik ortaya attığı -tutarsız ve mantıksızlık içerse de- suçlamalarını yumuşak bir üslupla uzlaşma diline çekmeye çalışıyor, bunu da ülkesini koruma amacıyla yaptığını söylüyordu.

Arap Baharı sonrasında demokratik koşullarda ayakta kalan tek ülke olan Tunus koşullarında bu elzemdi.

Diğer taraftan ülkede oluşturulmaya çalışılan kaos ortamında güçlenme fırsatı bulan selefi akımların da bu süreçte farklı İslami kesimlerin “laiklik” söylemini temele almasında etkisi büyük.

Gannuşi 2016 Nahda kongresinde bir adım ileri atarak mealen “İslamcı siyaset tarzını bıraktıklarını” söylüyordu. 1980’li yıllarda benimsenen, İhvan çizgisindeki siyaset tarzını terk ettiklerini, yani Hasan El Benna’nın siyaset, devlet yönetimi ve İslam’ı birlikte gören tezlerini artık savunmadıklarını ve Nahda’nın İslami bir cemaat olma görevini bırakacağını söylüyordu.Bunun için de Parti’nin İslami bir cemaat olma görevini yürüten kısmıyla politik parti kısmını ayıracaklardı. “Modern bir devlet ideolojiler, büyük sloganlar ve politik çekişmeler üzerinden değil, parti programları üzerinden yönetilir” diyordu.

Bu açıklama üzerinde çok yorum yapıldı. 8 Şubat’ta Türkiye’de “Ankara Palas Konuşmaları” çerçevesinde geldiği programda verdiği konferansta, bu görüşlerini yine İslam’ın prensiplerinden yola çıkarak dile getirdi. Devletten bireye giden bir İslam anlayışı yerine, bireyin ve insan haklarının temel alındığı laik bir devlet modelini anlattı. İslam ülkeleri pratiklerinden örnekler verdi.

Ülkesini anlatırken de “Anayasa yapılırken herkesin fikrini almak çok önemliydi, tersi bir durum bizi toplum içinde parçalanmaya götürecekti. Tunus’ta İslamiyet devletin dinidir ve toplum Müslümandır. Ancak önemli olan yasalar değil, toplumun el ele verebilmesi, herkesin eşit biçimde özgür olabilmesi ve bunu vatandaşa hissettirebilmesidir. Devletin görevi eşitlik ve adaleti sağlamaktır.” derken laikliği bu çerçevede tanımladı.

Gannuşi 1990’lı yıllarda İslamcı kesimin popüler konularından birisi olan Medine Vesikası’na çokça atıf yaptı. “İnsanların kalplerinde olanı bilemezsiniz, bu da devleti ilgilendirmez derken Türkiye’deki laik yönetim rejimini ve Ak Parti’yi örnek aldıklarını söyledi. Gannuşi’yi dinlerken Tunus’un kendine özgü koşullarını ve selefi düşüncenin ortaya çıkardığı riskleri bir arada düşünmek gerekir. Işid faktörü, radikalleşme, bütünsel bakış ve düşüncenin kaybolması gibi birçok konu bu süreçte etkili olabilir. Gannuşi’nin konuşmasında dikkatimi çeken bir başka nokta da….

yazının devamını okumak için…

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/