Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı..
Allah’ın emrettiği, Elçisinin yollarını döşediği, engellerini açıkladığı ve teşvik ettiği birlik Müslümanların (İslam dünyasının) birliğidir, ümmetin yekvücut olmasıdır, Müslümanların hakim oldukları her bir toprağın bütün Müslümanların vatanı olmasıdır. Bu birlik İslam’ın ve Müslümanların varlıklarının korunması ve vazifelerini yerine getirebilmelerinin şartıdır. Birlik olmadan güçlü olmak, güçlü olmadan korunmak, korunmadan da Müslümanca yaşamak ve kâmil manada İslam’ı tebliğ etmek mümkün değildir.
Cumhurbaşkanımız bu zaruretin idrakinde olduğu için hem her fırsatta Müslümanları birliğe çağırmakta hem de İslam dünyasını defalarca ziyaret ederek birliğin yolların açmaya çalışmaktadır. Son konuşmalarından birinde, “Tüm kardeş devletlere, birlik ve beraberlik içinde yaşamayı temin edecek bütünleştirici politikalar izlemeleri çağrısında bulunuyorum” diyerek aynı zarurete işaret etmiştir.
Müslümanlar güçlenerek zayıfları sömürmek, haksız kazanç elde etmek, insanları yerinden yurdundan, hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakmak istemezler, isteyemezler; çünkü dinleri buna izin vermez. Ama başka milletler ya ilâhî olmayan dinlerini veya zulüm sebebi ideolojilerini kullanarak aynı yolda olanlarla birleşiyor, güçlerine güç katıyor ve mel’anetlerini icra ediyorlar.
Avrupa Birliği bu tür birleşmelere tipik bir örnektir. Eninde sonunda Hristiyanlık temelinde birleşmişler, Birlik menfaati söz konusu olduğunda sözde Avrupa değerlerini hiçe saymışlardır.
Yakında okuduğum şu haber de düşündürücü bir başka örmektir:
“Amerika sonrasını belirleyecek iki temel kuvvet Şangay İşbirliği Örgütü ŞİÖ ile Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan BRICS Topluluğu’dur. Her iki yapının da ana gücü Çin’dir. BRICS Topluluğu’nun beş ülkesi, dünya nüfusunun yüzde 43’ünü ve dünya ekonomisinin yüzde 21’ini oluşturmaktadır. Üstelik ABD’nin ve Batı’nın ekonomideki payı azalırken bu beş ülke her geçen yıl payını artırmaktadır. 4,4 trilyon dolarlık döviz rezervleri de, topluluğu uluslararası sistemde ana aktör haline getirmektedir”.
Peki meşhur deyişle “elin gâvuru” bâtıl maksatlarla birleşiyor da Allah’ın son, sahih ve kâmil dini kendilerine emanet edilmiş olan Müslüman topluluklar niçin bir türlü birleşemiyor, birleşmek bir yana barış içinde yaşamayı beceremiyor ve, ya hırslarına yenilerek veya düşmanın oyununa gelerek birbirini yiyorlar?!
Bu kötü gidişi durdurmak ve olması gerekeni gerçekleştirmek için kim ne yapmalıdır?
Hemen her bir mümin başta dua olmak üzere elinden geleni yapmalıdır.
Etki mevkiinde olanlar ise yöneticiler, âlimler ve hayır kuruluşlarıdır.
Bu yazıyı yöneticilerden birlik için çabalamış olan birkaçını örnek vererek ve rahmetle anarak tamamlayalım:
Sultan Selim Han’ı, Nadir Şah’ı ve Abdülhamid Han’ı İslam birliğinin önemini idrak ettikleri ve çaba gösterdikleri için rahmetle analım.
Daha yakın tarihlerden de örnekler var:
Suudi Arabistan’da 1964’te tahta geçmiş olan Melik Faysal, Anglo-Sakson iradeyi rahatsız eden, İslamcı politikalarıyla ön plana geçmeye başladı. Özellikle, 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması olayı üzerine harekete geçen Melik Faysal, Fas Kralı Melik II. Hasan’la birlikte İslam Konferansı Örgütü’nü kurdular. 1969 Eylülünde Fas’ın başkenti Rabat’ta ilk toplantısını gerçekleştiren örgüte Türkiye gözlemci olarak katıldı. İKÖ, Kral Faysal’ın öncülüğünde, Müslümanların lehinde aktif rol almaya çalıştı. Türkiye, 1974’te CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde İKÖ’ye tam üye oldu. Ne yazık ki, Kral Faysal 1975 Nisan’ında, ABD’nin…