Prof. Dr. Burhanettin Can’ın Milli gazetededki; “İhtilâf Ahlâkını İnşa Etme Sorumluluğu- 2: İhtilâfı tefrikaya dönüştüren ahlâki sebepler” başlıklı yazısı…
Giriş
İfrat ve tefrit insanlığın iki uç yaklaşımıdır. O nedenle İslâm ümmeti “vasat”, “mutedil”, “orta” bir ümmet olarak tanımlanmaktadır. “Vasat”, “mutedil”, “orta” bir ümmet olarak tanımlanan İslâm ümmetinin mensuplarının bir kısmı, bugün hemen hemen her türlü ihtilâfı tefrikaya, kavgaya dönüştürebilmekte; ümmet içerisinde kaosa neden olabilmektedir.
Bunun sebebi hikmeti nedir?
Bu hastalıklı durumdan kurtulmak için ne yapılmalıdır?
Geçen yazıda ihtilâf ve tefrika kavramlarının anlam alanları ile İslâm dünyasındaki muhtelif önemli ihtilâf çeşitlerini ve ihtilâfın ana sebeplerini inceledik.
Bu yazıda ihtilâfı, tefrikaya dönüştüren ahlâki sorunlar ele alınıp değerlendirilecektir.
İhtilâfların Tefrikaya Dönüştüren Ahlâkî Sebepler
İhtilâfların uzlaşmaz hale gelmesinde kişilik zaafları etkilidir. Ancak bundan daha da etkili olan ahlâkî zaaflardır. Hatta ihtilâfların tefrikaya dönüşmesinin ana nedeni, ahlâkî’dir desek, yanlış söylemiş olmayız. İhtilâfları tefrikaya dönüştüren ahlâkî sebepleri, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Kişinin düşünce ve davranışları üzerinde heva ve hevesin hâkim olması,
Kişinin sadece kendi görüşünü beğenip gururlanması, kibir, enaniyet, müstekbirlik,
Başkası hakkında su-i zan ile hareket edip, elde delil olmadan karşısındakini itham etmesi (1),
Dünyevileşme, sekülerleşme ve laikleşmenin neden olduğu melez değer sistemine sahip olması sonucu ortaya çıkan sosyal şizofreni,
Kişinin bir şehri, bölgeyi, grubu, tarikatı, cemaati, lideri, şeyhi vb. fanatizm derecesinde sevmesinden dolayı önyargılı davranması (1), Kişinin belli bir teşkilâta, cemaate, harekete, siyasi partiye, hizbe, fırkaya, mezhebe, ekole, lidere, şeyhe, âlime, müçtehide veya kendi şahsî görüşüne taassupla bağlanması, Kendi şahsî görüşüne taassupla bağlanması sonucunda, at gözlüğü takarak farklı hiçbir şey görmemesi, görememesi, görmek istememesi, körlük,
Hiç kimsenin ilmine fikrine ihtiyaç hissetmemesi; kendini, kendine yeter görmesi, müstağnileşme,
Kişinin; inanıp bağlandığı teşkilatı, cemaati, hareketi, siyasi partiyi, hizbi, fırkayı, mezhebi, ekolü, lideri, şeyhi, âlimi, müçtehidi ve kendi şahsî görüşü dışındakilerinin tümüne karşı kin nefret ve haset içeren bir tavır sergilemesi, bağyetme, Fikri/Fıkhı görüşleri, bilerek/kasti olarak, benimsediği siyasi düşüncelerine hizmet edecek şekilde çarpıtarak değerlendirmesi, yorumlaması, istismar.
Kelâm, tasavvuf, mantık, felsefe ve fıkhî ekoller için bir değerlendirme yapılırken, bunların bir bütün olarak eksikleri ve kusurları ile benimsenip kabul edilmesi, tefrit, Bunun zıddına; bunların tümünün reddedilmesi, bunların hepsinin İslâm’a sonradan girdiğini, tuzaklarla dolu olduğunu ve bunların zararının, faydasından çok olduğunun kabullenilmesi, ifrat. Dolayısıyla ihtilâfların tefrikaya dönüşmesinde önemli ahlâkî sebeplerden biri, ifrat ve tefritin neden olduğu adaletsizliktir.
İhtilâfların Tefrikaya Dönüştürülmesinde Ana Neden: Hevanın İlâhlaştırılması.
İhtilâfları, tefrikaya dönüştüren yukarıdaki ahlâkî sebepler içerisinde en temel, en baskın etken, heva’nın ilâhlaştırılmasıdır. Diğerlerinin neredeyse tamamının, bunun sonucu olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Heva meselesi, insan yapısı ve davranışlarının gerçek anlamda anlaşılamamasından kaynaklanan en temel meseledir. İnsan düşünce ve davranışlarını, tıpkı bilgisayar virüsleri gibi, sürekli tahrip eden, insanın kötülük cephesinin en baskın bir unsurudur. Heva sorununun daha iyi anlayabilmek için Kur’an’ın “heva” diye isimlendirdiği ve insandaki karar merkezlerini daima olumsuz olarak etkilemeye çalışan yapıyı göz önüne almamız gerekir.
Heva, Kur’ân-ı Kerim’deki anahtar kavramlardan biridir. Yaklaşık olarak 30 yerde geçmektedir, insandaki mevcut karar merkezlerinden nefsin, genel olarak, ana çalışma frekansıdır. Bireysel ve toplumsal çürümenin motoru olarak değerlendirilebilir.
Heva, “benliğin, şehvete meyli ve keyfiliği tercih etmesidir.” (1). İnsanın yücelikten basitliğe düşmesini sağlayan, zan ve tahmine dayalı bilgilerle insana hükmeden, hayatı yalnızca kendi ekseninde şekillendirmek isteyen bir nefsin, düşünme ve davranma halini ifade eder; insan bencilliğinin etkin unsur olarak dışavurumu ve hayatı tanzim girişimidir. Heva, insan nefsinin cehalet ve/veya kibre dayalı olarak oluşturduğu ve ilâhi bilgiye dayalı değerler sisteminin karşısında olan bir değerler topluluğu olup, insan fıtratının bozulmasını ifade eder.
Heva Sapıklığa ve Yıkıma Götürür
Hevanın etkisindeki bir insanın şeytanla irtibatı artar ve zamanla şeytanın oyuncağı olur (6/En’am 71). Bu durumdaki insanlar, gerçekleri göremez ve duyamazlar. Hoşlarına gitmeyen, çıkarlarına engel olan her şeyi ret ve inkâr ederler (53Necm 23). Heva, zan, tahmin, bilgisizlik ve istikbar (kendini beğenmişlik), bağy (başkası aleyhine sınırı aşmak, kıskançlık, ezme, saldırı, horlama, zulüm ve bozgunculuk) ile iç içedir (2 Bakara 19, 90, 120, 145, 213; 5 Maide 48; 6 En’am 119; 30 Rum 29; 13 Ra’d 37; 45 Casiye 17, 18; 53 Necm 23; 38 Sad 20-25; 49 Hucurat 9; 42 Şura 14). Cehaletle gururun ona refakat etmesi hevayı, insan ve toplum hayatında daha tahripkâr yapar.
Heva, hayatı birey nefsine indirger. Hayatın tümüyle kişiye indirgenmesi ve yalnızca kişinin ihtiyaçlarının ya da çıkarlarının aşırı bir şekilde öne çekilmesi, insan nefsinin doymazlığını azdırıp insanı sapıklığa sürükler: “Allah’tan bir kılavuz olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kimdir.” (28 Kasas 50). Toplumsal sermayenin hevaya dayalı olarak inşa edilmesi; kişiyi sapıklığa sürüklerken, kaçınılmaz bir şekilde toplumun, çevrenin, kısaca her şeyin bozulmasına ve nihayetinde yıkılıp yok olmasına sebebiyet vermektedir: “Eğer hak, onların hevalarına uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes ve her şey bozulmaya uğrardı.” (23 Müminun 71)
Hevanın bu tahripkâr gücünden dolayı bütün peygamberler uyarılmış, dikkatleri çekilmiştir (20Taha 16). Bu noktada çok daha önemli olan bir husus da, hevaya uyan insanın görünür kimliği ne olursa olsun, sonucun (yıkım) değişmemiş olmasıdır. Bu noktada hevasını ilâhlaştıran bir ateist ile hevasını ilâhlaştıran bir Müslüman arasında ayırım yapılmamaktadır. Bu tür insanların tümü; gerçeği ters yüz eden zalimler olarak, hevalarına uyarlar ve hevalarını hayatın merkezi yapmaya gayret ederler: “Zulmetmekte olanlar, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi hevalarına uymuşlardır…” (30Rum 29).
Heva Bireysel Çıkarlarda Sınır Tanımaz
İnsanın her istediğini yapma yetkisini kendinde görmesi, bireysel çıkarların sınır tanımazlığı ve bu konudaki aşırı özgürlük bir müstağnileşmedir. Kibir, müstağnileşme, bağy, hevanın ilâhlaştırılmasının bir sonucudur. İnsanın kendini, kendine yeter görmesi ve bir başkasına ihtiyaç hissetmemesi, toplumsal dayanışma ve değerlerin çözülmesi demektir. Arkasından kaçınılmaz olarak kirlenme ve çürüme gelir. Bu nedenle Allah, insana her arzu ettiği şeyin (bireysel çıkarlar) verilmesinin yanlış olduğuna dikkat çekmektedir:
“Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin heva olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa and olsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir. Yoksa insana “her arzu edip dilekte bulunduğu’’ şey mi var? (53 Necm 23, 24)
Hevasını ilâh edinmiş Müslüman bir düşünür veya bir bilim insanı, kendi düşüncesini, en doğru ve diğer düşünceleri de en yanlış olarak görme eğilimindedir. Kibir, müstağnileşme ve bağy, başkalarının fikrine ve düşüncesine karşı her türlü saygısızlığın, kabalığın, karalamanın ve suçlamanın yapılmasını kişinin kafasında meşrulaştırır.
Heva İnsanı Kör, Sağır ve Akılsız Yapar
İhtilâfların tefrikaya, onun da fırkalaşmaya dönüşmesinin ana nedeni, hevanın insan üzerinde yaptığı bu karmaşık etkilerdir. Hevanın vücut verdiği çekim alanına giren ve kendi iradi kontrolünü kaybeden insanlar, bilgisi ne olursa olsun, zanları, tahminleri ve kibirlerinin neden olduğu bir körlük ve sağırlıkla gerçekleri görememekte ve duyamamaktadır:
“Şimdi sen, kendi hevasını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbi üzerine damga vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (45 Casiye 23; bak: 25 Furkan 43,44)
Hevalarını İlâhlaştıranlar, Başkalarını Saptırmak İçin Mücadele Ederler
Bu noktada unutulmaması gereken bir başka gerçek de; hevalarını ilâhlaştıranlar, başkalarının fikri ve fıkhî düşüncelerinin yanlış olduğunu inatla iddia ederler. Yapılan her türlü açıklamayı, getirilen her türlü delili, baştan reddederek ihtilâfları tefrikaya dönüştürerek haddi aşarlar: “Kuşkusuz çoğu, bir ilim olmaksızın kendi hevalarıyla başkalarını saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir.” (6En’am 119)
Sonuç: Hevanın Hâkimiyetini Kırmanın Yolu, Dosdoğru Bir İstikamet Üzere Olmaktır
Hevasını ilâhlaştıranlar, tarih boyu iyiyi, güzeli, temizi, doğruyu arayanlara, hak-hukuk ve adalet isteyenlere, hep baskı uygulamış, onları kötülemişler ve suçlamışlardır. İman edenler, İslâm coğrafyasına, aydınlığın gelmesini, adaletin hâkim olmasını, birlik ve dayanışma ruhunun yeniden inşa edilmesini istiyorlar ve zulüm altında ezilip yok olmayı istemiyorlarsa, hep birlikte, hevalarını ilâhlaştıranlara karşı onurlu bir mücadele vermek zorundadırlar(18 Kehf 28).
Hevanın hâkim olmadığı bir dünyayı, bugün Müslümanlar inşa edebilirler. Bu imkân ve şansları vardır. Bugün, ya bunu başaracaklar, ya da hem bu dünyada hem de öteki dünyada zillet içinde yaşayacaklardır. Üçüncü bir yol yoktur.
Hevanın hiçbir şekilde kendisine bulaşmadığı vahyi bilgiye sahip olan Müslümanlar, ellerindeki cevherin kıymetini bilmeli ve tarihi sorumluluklarını yerine getirmelidirler. (5 Maide 48, 49)
Bugünün Müslümanları, bu kutsal görev için öncelikle zihinlerini, kalplerini ve nefislerini temizlemelidirler. Cennete giden yolun, zihinlerini, kalplerini ve nefislerini hevadan arındırmaktan geçtiğini görmelidirler(79 Naziat 40,41).
O nedenle Müslümanlar, sapmış bir topluluğun hevalarına uymamalıdırlar (5Maide 77).
O nedenle Müslümanlar, her türlü şer hareketine karşı onurlu bir duruşla karşı çıkmalıdırlar. Aksi takdirde, Allah’ın her türlü yardımının kesileceğini ve Allah’ın dostluğunun kaybolacağını görmelidirler (2 Bakara 120).
Tarihi süreçte insanlığın en büyük düşmanlarından birisi de hevanın bir özelliği olan “bağy” duygusudur. Bu duygu, göz ardı edilip önemsenmediğinde, her türlü ihtilâfın tefrikaya dönüşmesi ve ardından fırkalaşmanın vuku bulması kaçınılmazdır. Ümmet, millet ve cemaatler bu fırkalaşmanın sonucunda bölünmektedir:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcı-korkutucular olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı-olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir.” (2 Bakara 213; bak: 45 Casiye 17; 42 Şura 13-14 )
Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), bağy duygusunu tahrik edecek mal, mülk, makam ve ırk ile övünmeyi, ümmetin birlik ve beraberliği için tehlikeli görerek cahiliye davranışı olarak nitelendirmiştir(3).
Hevasını ilâh edinmeyen, bağy hastalığına yakalanmayanlar, azınlık bir grup olan iman edip salih amel işleyenlerdir (38 Sad 21-24). İman edip salih amel işleyenler, insanlar arasında hak ile hükmettikleri, adalet ve fıtratı merkeze alan bir dili ve hayat tarzını savundukları sürece Allah’ın yardımı gelecek, ihtilâfları tefrikaya dönüşmeyecek ve karanlıklar aydınlığa dönecektir( 38 Sad 26).
Öyleyse iman edip salih amel işleyenler, Allah’ın kendilerine emrettiği, gösterdiği ve hevanın etkili olmadığı dosdoğru bir istikamet tutturmalıdırlar:
“Şu hâlde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına uyma. Ve deki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma konusu yoktur. Allah, bizi bir arada birleştirip-toplayacak ve dönüş de O’nadır” (42 Şura 15)
Kaynaklar
1- Kardâvî, Y., İhtilâf Ve Tefrikalar Karşısında İslâmi Tavır, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2014, S: 15-25.
2-Öztürk, Y.N., Kuran’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, (1991), s:172-174.
3- Müslim, Cenâiz 9, Hadis No: 934.