Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Türkiye’de Kemalistlerin ve Kemalist solun hiç bir zaman anlamadığı en temel konulardan biri bu toplumun dinle olan varoluşsal ilişkisidir. Bu durumu en iyi sembolize eden gösterge de halkın cami yapımına gösterdiği alakadır. Bir gecede medeniyet dönüşümü rüyasına yatan Kemalist elit, toplum mühendisliği ile din ve dinin etkisinin zamanla zayıflayıp, ortadan kalkacağını, toplumun seküler batılı değerle ‘çağdaş uygarlık’ düzeyine yükseleceğini düşünüyordu.
Toplum üzerindeki devlet baskısı hafifleyince içi boş olsa bile şehirlerden köylere kadar cami yapımına yönelik fedakarlıklar oldu. Halk kıt imkanlarla köylere ve şehrin varoşlarına kadar, camiler yaptı, var olanlara sahip çıktı. Bir çoğu estetik ve ölçüyü zorlayan mimarisiyle bir bakıma dini anlamda kimliğin görünürlük iddiasıydı.
Caminin metafor olmaktan çıkıp varoluşsal bir yerlilik ifadesine dönüşmesini laikçi Kemalistler ve daha sonra da varisi sol/sosyalistler anlamak istemedi. Cami üzerinden yürütülen polemik aslında Türkiye’de Müslümanlığın, İslamcılığın, İslami gelişmelerin neye tekabül ettiği meselesinin anafikridir. Zira İslamcılık, İslami hareketler ve İslami gelişmeler bağlamında ideolojik tutumunuza göre her kesim olaya kendince açıklama getirse bu kendiliğindenliğin toplumsal tezahürünü anlamlandırmakta zorlandı aydınlar. Türk solu, başta Kemalist sol olmak üzere İslami gelişmelerin, İslamcılığın bir türlü bu toprakların asli hüviyeti olduğunu kabullenemedikleri için sürekli yabancı kaynak aramak, dış faktörlere bağlayarak açıklama eğiliminde oldu.
Türkiye’de sol, bir dönem İslamcılara yönelik Kemalizmden ödünç açıklama biçimini yeniden dillendirmeye başladı. Sol retoriğe göre İslami gelişmeler ülke içinde ve uluslararası boyutlarda olmak üzere iki kategoride gelişir. Türkiye’dekiler geleneksel olarak Suud’un finanse ettiği akımlardır. Buna zaman zaman İran faktörü eşlik etse de şu sıralar pek geçerli değildir.
Uluslararası boyutu ise yine iki kanaldan beslenir. Biri, Suud kaynaklı Rabıta’nın uluslararası yatırımları, ikincisi Amerika’nın Soğuk savaş döneminde Afgan cihadıyla başlayan “yeşil kuşak” projesi…
Cami metaforu bir bakıma Türk solunun süreklilik arz eden İslam karşıtı habitusunun dışavurumudur. Bu habitus üzerinde sosyalist sol ile Kemalizmin genetik kökleri buluşur.
Bir gecekondu mahallesinde işçilerin, dar gelirlilerin rızkından kısarak yaptırdıkları camileri Suudi parasıyla açıklama kolaycılığı onları Türkiye gündeminin dışına itti. Bu miyop bakışla Türkiye’nin İslami kimliğini anlamadıkları gibi toplumsal düzeyde, siyasette olup biteni kavramaktan aciz kalacaklardı.
Bu söylem muhafazakar demokrat AK Parti iktidarı ile rafa kaldırılmıştı. Üstelik ödünç alınan liberal söylem, AB vizyonu gibi gerekçelerle kimi sol entelijansiya, en azından sosyolojik gerçekliği açısından itham ettikleri kitlelerle yan yana olmakta sakınca görmeyecekti.
Son bir kaç yıldır unutulan şablon tekrar kullanıma hazır hale getirildi. Üstelik hiç de güncellenmemiş hali ile. Neredeyse 70’lerin argümanları ve terminolojisiyle İslamcılığın nasıl bir Suudi/Amerikan üretimi olduğuna dair entelektüel masallardan geçilmiyor. Sol düşünsel genlerine dönüş yapmış, Kemalist reflekslerle devrimci saldırıya geçmeye hazırlanıyor.
Yalnız tam bu nokta sol bir kıvraklıkla, İslamcılık üzerinden Müslümanlıkla ilgili her türlü değeri mahkûm etmek için yanıltıcı bir hedef sahaya sürülüyor. Hiçbir zaman İslamcı olduğunu açıklamayan, hatta buna mesafeli olduğunu göstermek için özel çaba gösteren muhafazakar demokratların icraatları üzerinden İslamcılığı mahkûm etme zamanıdır diye düşünüyor olmalı. AK Parti eleştirisini hükümete eleştiri olmaktan çıkartıp İslamcılık ve Müslümanlık eşleşmesi ile bu toprağın varoluş imkanı olan dini tümden mahkûm etmeye yönelik sol habitus yeniden sahalara dönüşüdür bu. Daha saldırgan bir dille “İslamcıların Müslüman olmadıkları“na kadar götürülen ideolojik öfkenin gerçeklikten kopuş hali. Bir insanın inandıklarıyla uyuşmayan davranışları olması ile onun inancı arasındaki çizgiyi ortadan kaldıran toptancı bir refleks.. Bir Müslümanın, İslamcının hiç bir zaman tasvip etmediği, muhalefet ettiği her ne kadar uygulama, ahlaki olarak sorunlu uygulamalar varsa tümünden Müslümanları, Müslümanlığı ve İslamcılığı sorumlu gösteren genellemeci yorumlar, devrimci seküler ahlak ilkeleri adına sahaya sürülmüş görünüyor. Kokuşmuşluğun, haksızlığın, sömürünün öznesi/sorumlusu gösterilmek istenen İslamcılık ve daha özel çabayla Müslümanlığı vicdanlarda mahkum etme çabalarının ne ilkesel ne fikri karşılığı var oysa…