Hasan Bülent Kahraman’ın Sabah gazetesindeki yazısı…
Zamanları yaşamanın en ilginç yanlarından birisi kavramların, pozisyonların, kabullerin, kavrayışların değişimini görmektir. Geçenlerde açılan İbn Haldun Üniversitesi‘nin yarattığı tartışma ortamında bu büyük düşünür hakkındaki sürdürülen ve ne yazık ki, en hafif deyimle ‘basit‘ diyeceğim tartışmalara bakınca bunu düşündüm.
O tartışmalarda bir vurgu vardı. Haldun’a ‘solcular‘ mı sahip çıkacaktı ‘sağcılar‘ mı?
Tabii, hafızası çok zayıf bir toplumda yaşama hasebiyle dün konuşulanlardan zerrece haberimiz olmadığından bu ‘boş laf‘ yarışmasını sürdürüyoruz.
Bunca büyük bir düşünürün hâlâ bu derecede kutuplaşmış, kamplaşmış bir muhakemeyle ele alınmasına elbette gülecek değil ağlayacağız. Ayrıca ‘sahiplenmek‘ ne demek? Ama ne yapalım ki, bu durum bizim gerçeğimiz. Onu okumak, anlamak, tartışmak yerine, her şeyde olduğu üzere, ‘sahiplenme‘ çabası içindeyiz.
***
Ben gerçeği yazmakla yükümlüyüm. O zaman 1970‘lerden beri bu işlerin içinde birisi olarak hemen belirteyim ki, evet, İbn Haldun, Türkiye’de çok öteden beri üstünde solun düşündüğü bir isimdi. Nedeni çok açık: bütün dünyada olduğu gibi Haldun‘un tezleri Marx‘ın tezleriyle birlikte ele alınıyordu.
Bu böyledir. Daha 16. yüzyılda Katip Çelebi‘ye, Koçi Bey‘e kadar birçok Osmanlı toplum düşünürü Haldun’dan ve özellikle onun’çöküş düşüncesinden‘ doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmişti. Osmanlı kütüphanelerinde bulunan elyazmalarının çokluğu bu ilişkiyi kanıtlar. Neticede 1730‘da Türkçeye çevrilmişti ve Osmanlılar bu defa da onu yaşadıkları çöküşü durduramayacaklarını bilerek ama geciktirebileceklerine inanarak okuyorlardı. Cevdet Paşa‘nın bu yoldaki emekleri ayrıca anılmaya değer.
Marx‘la inkâr edilemez ‘benzerlikleri‘nin olduğu muhakkaktır. Diyalektik denecek düşünce ve kavrayış tarzı, ‘kevn ve fesad‘ (doğuş ve çöküş) kavramlarıyla çevrimsel zamana yaptığı vurgu, evrimciliğe yönelik anlayışı, tarihi somut ve sabit değil dinamik bir realite olarak benimsemesiyle Marx‘ın bu konulardaki yaklaşımı neredeyse tıpatıp örtüşür.
Zaten biraz daha aklımız erdiğinde evvela Ernest Gellner‘in kısa makalesini, ‘From İbn Khaldun to Marx‘ okumuştuk. Sonra da bu konudaki sayısız kitaba ve makaleye yöneldik.
***
O yıllarda Türkiye’deki sol kesim bu konularla ilgilenirdi. Bu konular dediğim de Osmanlı’nın toplum yapısı, bu yapının özellikle feodaliteyle ilişkisi, neden sömürge olduğu/olmadığı, neden çöktüğü gibi meselelerdi. Ne bileyim Kemal Tahir‘in kısmen hamasi ve sezgisel görüşlerinden Çağlar Keyder, Şevket Pamuk gibi dönemin genç bilim insanlarına kadar herkesi derece derece meşgul ederdi. Asya Tipi Üretim Tarzı kavramı etrafında kopan, bitmez tükenmez ama tüketici tartışma bu işin kristalizasyon noktasıydı. Mesela, Ümit Hassan‘ın bu konuda ancak çok sonradan kitap halinde okuyacağımız doktora tezi (İbn Haldun’un Metodu ve Siyaset Teorisi) ilginin yoğunluğunu kanıtlar.
İbn Haldun’u da ilk defa boylu boyunca Sol Yayınları‘nın Türkçeye çevirdiğini de yazayım.
***
O vakit muhafazakâr çevrelerde bu tartışmalar yoktu. Bu aklımın almadığı bir şeydir. Bu durum, söylüyorum işte, zamanla değişti. Şimdi sol/ sosyalist kesim İbn Haldun’la ve daha önceki konularla ilgilenmiyor. Muhafazakâr çevreler onu sahipleniyor ama düşüncesi üstünde ne derecede, bahsettiğim bu çerçeve içinde, duruyor, bilmiyorum. İslam /Osmanlı siyaset düşüncesi hakkında henüz tek bir ciddi Türkçe kitabın yazılmadığı bir ülkede bu dava da ‘divana kalacak’ gibi görünüyor.
Ama bu defa da muhafazakârlardan bu ilgi geliyor diye…