Huzursuz zenginlik

Yazarlar
Mustafa Kutlu’nun Yenişafak gazetesindeki yazısı… Ben hesap etmedim ama yapan yapmış. Netice şu Avrupa’nın bir yılda sadece “kozmetik”e harcadığı para ile Afrika’nı...
EMOJİLE

Mustafa Kutlu’nun Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Ben hesap etmedim ama yapan yapmış. Netice şu Avrupa’nın bir yılda sadece “kozmetik”e harcadığı para ile Afrika’nın tamamının içme suyu meselesi halledilebiliyor.
Ama mağrur Batılı tınmıyor.
Bir elinde ayna ötekinde cımbız umurunda mı dünya. Şimdilerde biraz umurunda, huzuru hepten olmasa bile epeyce kaçmış durumda.
Nasıl kaçmasın?
Hemen hergün Pakistan’dan, Afganistan’dan, Sudan’dan, Irak’tan, Suriye’den, Libya’dan, Afrika’nın çeşitli ülkelerinden gelen kaçaklar, köhne teknelere binerek İtalya’ya geçmek istiyor, çoğu tekne yolda batıyor, çoluk-çocuk-genç-ihtiyar boğularak ölüyor. İtalya bu göçmenlerle tek başına uğraşamıyor, yardım istiyor ama ses yok.
Suriye’de 300 bin kişi öldü.
Ses yok.
Biz iki milyon mülteci aldık, kapımızı herkese açtık, Batı’ya siz de işin bir ucundan tutun dedik. Ses yok.
Ses ne zaman çıkıyor?
Kuzey Kutbu’nda üç beş balina buzlar arasına sıkıştığında tüm Batı seferber oluyor, balinaları kurtarmak için yarışıyor.
Yarışsınlar ama önce insanları kurtarmaya çalışsınlar.
Onlar köhne teknelerle Avrupa’ya ulaşmaya çalışan insanlara hiçbir zaman insan muamelesi yapmadı.
Bu saf ve temiz insanları ateşli silahlarla esir edip köleleştirdiler. Gemilerin ambarlarına balık istifi doldurup Amerika’ya, Avrupa’ya taşıdılar. Tarlalara, madenlere sürdüler.
Gerçekleştirdikleri sanayi devriminin harcında bu kölelerin sırtlarında patlayan kamçıların döktüğü kan var.
Kanlı bir saltanat bu.
Bu saltanatı korumak ve daha da zenginleştirmek için birbirlerine düşüp dünyanın gördüğü en kanlı iki savaşı yaşadılar.
Şimdi tüm dünyada elde edilen gelirin %90’ına bu nüfusun %5’i el koyuyor. Bu oran 19. yüzyılda altmışa-kırk idi. Geçen zaman içinde bu tek dişi kalmış canavar dünyaya hakim oldu. Ancak hakimiyet zulm ile kurulmuş ise zalimin huzuru kalmaz.
Onlar artık mukaddes konforlarını korumak için kapılarının ardına beş kilit vuruyorlar, akşam dışarı çıkmaya korkuyorlar.
Bununla da yetinmeyip modern şato sayılacak sitelerine, villalarına, malikanelerine sığınıyorlar. Etrafını yüksek duvarlarla çevirip kapıya korumalar koyuyor, her köşeye kamera yerleştiriyorlar.
Bu korkunun ve huzursuzluğun kaynağı olan yoksulları kendilerinden uzak tutmak, o bölgelerdeki çıkarlarını korumak için sınırlarını çizdikleri devletçiklerin başına birer diktatör yerleştiriyorlar.
Aşiretten devlete geçememiş bu diktatörlükleri birbirine düşürüp, katliam üstüne katliam yapıyorlar.
Açlık, sefalet, hastalık kol geziyor. Avrupa’ya yönelen göç dursun diye bu felakete sebep olanlara silah satıyor, mazlumlara güya yardım gönderiyorlar. Ünlü şarkıcılar yoksullar için konser düzenliyor, ünlü oyuncular mülteci kamplarını gezip güya acılara ortak oluyorlar. Vicdan azabı bu yol ile diner mi?
Bu göz boyamanın diplomatik unsurları var. Güya dünyanın neresinde bir savaş, bir yıkım, bir katliam olursa onu durdurmak için BM gibi, Gürenlik Konseyi gibi teşkilatlar kuruyorlar. Bunların başkanları dostlar alış-verişte görsün diye ara sıra kan gölüne dönen bölgeleri ziyaret edip umut dağıtıyor.
Bu teşkilatlar esasen beş güçlü devletin emrindedir. Yardım edilmesi veya edilmemesi bunların iki dudağı arasındadır. İsrail belki kırk kere anlaşmaları, verdiği sözleri çiğneyip Gazze’ye, Filistinlilere bomba yağdırıyor, bu teşkilatlardan ses çıkmıyor.
Avrupa tekerine çomak sokacak ülkeleri tehdit altında tutuyor. Taşeron çeteler ile bizim gibi vakarını muhafaza eden, herşeye rağmen bulunduğu bölgede bir istikrar adası olan, tüm Ortadoğu’nun sempatisini kazanmış ülkelerde sürekli huzursuzluk çıkarıyor.
Daha düne kadar bir “dehşet dengesi”, bir nükleer tehdit altında uykuları kaçan zenginler; denge bozulduktan sonra dünyaya yeni bir nizam vermek, yeni bir bölüşümde anlaşmak üzere her tür provokasyona başvuruyor.

yazının devamını okumak için…