Atilla Yayla Yenişafak gazetesindeki yazısında YÖK’ün Tıp ve Hukuk ffakülteleri için aldığı “başarı sıralaması” kararını ele alıyor.İşte o yazı…
YÖK üniversitelerin tıp ve hukuk fakültelerine girişle ilgili yeni bir karar almış. Gazetelere yansıyan bununla ilgili haber şöyle:
“Bu yıl tıp ve hukuka başarı sırasına göre öğrenci alınacak. Tıpta 40 bininci, hukukta 150 bininci sıraya kadar olan adaylar yerleştirilecek. YÖK’ün uygulaması sıralamanın az puanla bu bölümlere öğrenci alan özel üniversiteleri boş bırakacak.
YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç, bu yıl üniversiteye girişte, ilk kez tıp ve hukuk programlarına, ‘başarı sırası sınırlamasına’ göre öğrenci alınmasının kararlaştırıldığını belirtti. Saraç, uygulamayla, bu bölümlerin belli bir aralıkta yer alan öğrencilerden oluşmasını ve eğitim seviyesini yükseltmeyi amaçladıklarını vurguladı. Saraç, şu bilgileri verdi: ‘Çalışma sonucunda, 2015 ÖSYS’de, Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarına yerleştirme işlemlerinde tıp programlarına başarı sırası en düşük 40 bininci, hukuk programlarına ise başarı sırası en düşük 150 bininci sırada olan adayların kontenjan dahilinde yerleştirilmesine karar verildi.’
Saraç’ın verdiği bilgiye göre tıp programına 2010 ÖSYS’de, 20 bin 200’üncü, 2014 ÖSYS’de 101 bininci, hukuk programına 2010 yılında 177 bininci, 2014 ÖSYS’de ise 366 bininci aday yerleştirildi”.
YÖK’ün bu kararı iyi niyetle aldığına şüphe yok. Ancak, iyi niyetle alınması doğru ve haklı olmasını sağlamaya yetmiyor. Bu karar pek çok haksızlığa ve yanlışlığa yol açma potansiyeli taşıyor.
Merkezî öğrenci seçme sınavının öğrenci seçmede hiç işe yaramadığını söyleyemeyiz. Öğrencilerin puanları yükseldikçe öğrenme kapasitelerinin de yükseldiğine dair veriler var. Bununla beraber, sistemin mükemmel olduğu da iddia edilemez. Öğrencinin üniversiteye giriş puanı kadar üniversitedeki performansı da önemli. Düşük puanla girdiği hâlde yüksek puanlı öğrencilerden daha başarılı olan çok öğrenci var. Ayrıca, hayli erken bir yaşta girilen ve bir iki oturuma sığdırılan sınavlarla öğrenci başarısını ve potansiyelini tam olarak ölçmek imkânsız. Başarı tüm eğitim süreci sonunda ortaya çıkacak bir durum. YÖK’ün elinde giriş puanlarındaki oynamanın meslekî performansta kaliteyi düşürdüğüne dair bir veri olduğunu da sanmıyorum. Sadece, çok kuvvetli çıkar grubu teşkil eden meslekteki tıpçıların ve hukukçuların genellikle kendilerinden sonra aynı eğitimi almaya başlayanları kapsayan yetersizlik, kötü yetişme, kalitenin düşmesi vs. gibi şikâyet ve serzenişleri var. Meslekte başarı ve kalite ölçümü yalnızca okul sıraları esas alınarak yapılamaz. Asıl test alanı toplumsal hayat ve piyasa.
Diğer taraftan, eğitim programlarının başarısı öğrenciler yanında öğretim üyelerine de bağlı. Öğretim üyeleri yeterli mi? Yetersiz olanlar kendilerini nasıl yenileyecek? Yirmi yıldır ilave bir kitap okumayan, merak duygusunu kaybetmiş, kafası körelmiş öğretim üyelerinin performansını da değerlendirmek gerekmez mi? Bana öyle geliyor ki, YÖK, eğitimin kalitesiyle ilgili bir şeyler yapmak istiyorsa, masaya asıl garantili, daimi statülü öğretim üyeliğini yatırmalı.
Ayrıca, bu karar, hukukun hâkimiyetini de zorluyor. İdare yıllar önce bir karar almış ve vakıf okullarına tıp, hukuk açma imkânını vermiş. Buna güvenen kurumlar büyük yatırımlarla okullar açmışlar, öğretim üyeleri istihdam etmişler. Bu karardan sonra bu fakültelerin boş kalması veya ayakta kalmalarına yetmeyecek kadar az öğrenci alması kuvvetle muhtemel. Buna nasıl çare bulunacak? İlgili vakıf üniversiteleri tazmin edilecek mi? Bu budama kararından sonra sektöre girmek isteyenler önünü nasıl görecek?
Şüphe yok ki, problem merkeziyetçi bir üniversite sisteminin bulunmasından kaynaklanıyor. Bu sistem olmasa sivil toplum ve piyasa zaten kendi standartlarını geliştirecektir. Yarışan öğrenci kabul sistemleri doğacak ve okullar en iyileri yetiştirmeye çabalayacaktır. Buna izin verilmeyip her şey merkezî kontrol altında tutulunca toplumsal dinamikler köreltilmiş oluyor. Diğer taraftan, vakıf okulları zaten öğrencilerini kendileri seçmiyor. Merkezî sınavla öğrenci alıyor. Dolayısıyla, tıp ve hukuk öğrenci kompozisyonunu öğrencilerin tercihleri belirliyor.
YÖK’ün bu kararı diğer meslek mensuplarını da harekete geçmeye teşvik edebilir. Meselâ, mühendislikler daha mı az önemlidir? “Kötü yetişen” inşaat mühendislerinin yaptığı evler insanlara kötü doktordan veya kötü avukattan daha az mı zarar verir? Diğer dallardan da benzer talepler gelirse YÖK ne yapacak?
Kamu idaresini üstlenenler ve politikacılar bireysel tercihlere, sivil topluma ve piyasaya daha çok, devlete daha az güvenmeyi öğrenmeli.