Akif Emre Yenişafak gazetesindeki yazısında “Hollanda krizini” değerlendiriypr ve “Batının akıl tutulmasının somut hali hilal tutulmasıdır.” diyor. İşte o yazı…
Hollanda örneğinde olduğu gibi Avrupa ile ilişkilerimizde sahici, kalıcı olan ile sahnede görünenleri bir birinden ayırt etmesini bilmek gerekir. Öfkenin bu denli yükseldiği ortamda olayın hissiyat ve hakikat boyutunun birbirine karıştırılma ihtimali hayli yüksek.
Hollanda’nın sergilediği terbiyesiz, diplomatik anlamda küstahça, Türkiye’yi küçültmeyi hedefleyen tavrı öncesi dile getirdiğimiz Avrupa’nın kalıcı yanına dair çözümlemeler son olaylardan sonra daha anlamlı hale geldi.
Hollanda’nın yaptığı bu saldırgan İslamofobik küstahlık muhtemelen seçim sonrası zamanla onarılıp unutulacak. Daha derin krizlerin yaşandığı ikili anlaşmazlıklardan sonra gelinen noktaya bakınca hamasetle ilişkilerin tarihsel, kültürel ve ekonomipolitik mahiyetini birbirinden ayırmak gerekir..
Almanya’da yayınlanan önemli dergilerden Der Spiegel bir yıl içinde üç kez Türkiye’yi kapak konusu yapmış. Bir zamanlar Batı’da yayın yapan önemli dergiler de Türkiye’ye dair sık sık kapak konusu yaparlardı. Bunların ortak özelliği uygulanan ekonomik sosyal programların Batı ile ne kadar uyumlu olduğuna dikkat çeken adeta Türkiye’yi rol model gösterilen kapaklardı.
Bugünlerde hemen hemen aynı yayın organları tam tersi bir dil kullanmalarının nedeni üzerinde düşünmek gerekir.
Aslında Türkiye’yi rol model gösterirken göklere çıkardıkları dönemlerde bunun arka planında yatan niyeti, küresel projeyi sorgulamayı akıl etseydi aydınlarımız bugün bu kadar hayal kırıklığı yaşamaz en azında bu denli öfkelenmezdi.
Türk aydınlarının, seçkinlerinin ve de bu zincire yeni eklenen neomuhafazakarların Batı ile ilişkileri genelde şizofrenik, bu tür sert iniş çıkışlarla doludur. En çok yaklaştığınızı, sizi anladıklarını düşündüğünüz anda hayal kırıklığı ile elleriniz boş kalır. Bu hayal kırıklığı hem Avrupalı gibi olmak ama aynı zamanda bu ülkeye ait olmak kararında olanlar içindi. Bu çelişkinin bir yerde sükûtu hayale dönüşmemesi imkansızdı. Bu ülke mi Avrupa’nın, küresel güçlerin bu ülkeye dair hesapları arasında tercih yapmak zorunda kalacaklardır çünkü. Tarih yeterince öğretici.
Bir de hep haklı çıkanlar vardır. Bunlar bu toprağa dair aidiyet bağını yitirmiş, ülkesine ve değerlerine yabancılaşmış Garbzede aydınlardır. Bunlar açısından batı medeniyeti hep doğruyu, ileriyi işaret etmektedir ve ona uyum sağlayamayan biz şarklılar yeterince uygarlık standartlarını yakalayamadığımız için suçluyuzdur. O nedenle hep batıdan yanadır ve şimdilik Batı güçlü olduğu için Doğuya bir şekilde ders veren gerektiğinde dayak atan taraftadırlar.
Der Spiegel’in kapağa taşıdığı ve olayı en iyi özetleyen kavram; ‘hilal tutulması.’ Aslında bu durum Almaya’nın düçar olduğu ‘hilal tutulması’nın resmidir. Ve bu hilal tutulması yeni nükseden bir durum değildir. Bit toplumun derinlerde yatan refleksleri, ötekine bakışı, diplomatik temaüllerin devre dışı kaldığı kriz anlarında ortaya çıkar. Benzer hilal tutulmasının Hollanda’da nüksetmesi de ortak Avrupa değerlerini oluşturan kültürel kodlarla alakalıdır.
Avrupa Birliği sisteminin dengesi sarsıldıkça, toplumda bu ötekileştirici refleks ortaya çıkıyor. Almanya’da, Hollanda’da, Fransa’da ortaya çıkan bu İslamofobik ötekileştirici dilin siyaseti teslim alarak gittikçe iç politika malzemesi haline gelmesi, Amerika örneğinden cesaretle iktidar bile olması artık şaşırtıcı değil. Belli ki Hollanda bu gerilimi özellikle yükseltti, içerde yükselen sağcı, faşist söylemi/hissiyatı seçim yarışında malzeme olarak kullanacak.
Devletlerarası çıkar ilişkilerinin zamanla bu tür sarsıntıları onarabilir, onarılmayacak hale gelmişse zaten ipler kopmuş dengeler değişmiş ve farklı bir düzleme geçilmiş demektir.
Mesele bu tür krizler ortaya çıkmasa bile ilişki içinde olduğumuz Avrupa uygarlığının, kültürel kodlarının doğru okunması; söylem ile pratik arasındaki derin uçurumun fark edilmesiydi.
İsveç gibi sükûnetli bir kuzey Avrupa ülkesinde, kültürel farklılıklarla bir arada yaşama modeli gösterilen çoğulcu seküler bir toplumda merkez siyaset ‘paralel toplum’ tehlikesinden bahsediliyorsa, Hollandalı ırkçı bir liderin siyaseti rehin alarak saldırganlaşması şaşırtmamalı.
Almanya ile yaşanan gerilimden sonra iç politik gündemde yapılan tartışmanın ana başlığının entegrasyon meselesi olması şaşırtıcı mı? Dahası daha özgürlükçü görünen, hatta son krizde Türkiye’ye destek veren İngiltere’nin vatandaşlık hakkı alan yabancılara bakışında muhteva olarak bir farklılık olduğu söylenebilir mi? Esas olan entegrasyon, kültürel değerlerin benimsenmesi ondan sonra yasal hakların korunması savunması gelir. Bugün daha net ve açık biçimde ortaya çıkan ve kriz anlarında Garbzedeler dahi kimsenin Avrupalılara yakıştıramadığı temel refleksin siyasal ifadesidir bu.
Tüm bu tespitlerden elbette Avrupa ya da başka bir coğrafya, uygarlığa her an düşman kalmak, he türlü ilişkiyi kesmek anlamı çıkmaz.
Önemli olan ne kadar kendiniz olarak öteki ile ilişki kurabildiğinizdir. Kendi olmak kendi değerlerinin ve farklı olanın farkına varmak olduğu kadar değerini de yerli yerine oturtabilmektir.
Batı sisteminin sarsıntı geçirdiği şu günlerde …