Ahmet Taşgetiren’in Star gazetesindeki “Nasıl oluştu bu “müsvedde – karalama yapı” asıl ona bakmak lazım ve insan erdemle yeniden nasıl buluşur ona bakmak lazım.” Dediği yazısı …
Özgecan için…
İnsan senelerce yazı yazan birisi olunca, insani travmaların devam ettiği bir dünyada her yeni travmada nasıl söz söyleyeceğini şaşırıyor.
Alın Özgecan’a yapılan vahşetten öte şeyi. Canavarların bile kusacağı sözümona insan eylemini.
1995 yılı ekim ayında, eğitim yılı yeni başlarken Altınoluk dergisinde “Gök ekini biçmiş gibi” başlığıyla yazmışım. Orada bile sözü bir önceki yıldan başlatmışım. Çünkü bitmiyor, tükenmiyor, çoğalıyor. İşte şunlar yazılmış orada:
“Geçen yıl, orta dereceli okullar, liseli gençlerin, “kız” yüzünden işlediği cinayet haberleriyle sona ermişti. Ölenin de öldürenin de yaşları 14 ilâ 18 arasında olmalıydı. Bıyıkları yeni terlemişti. Biri mezara, diğeri cezaevine gitti. Biri mezarda çürürken, diğeri beton duvarlar arasında tükenecek.
Bu yıl okullar, uyuşturucu komasında can veren Vildan’ın acılı haberi ile açıldı. Vildan’ın yaşı da henüz 17’iydi. Vildan’la birlikte öğrendik ki, uyuşturucu, her ailenin kapısını çalacak kadar yaygınlaşan bir ölüm virüsü haline gelmiştir. Uzmanlar “uyuşturucuya başlama yaşı 14’e indi” diyorlar. Büluğ yaşı henüz. Sokaklarda, parklarda, minnacık kız çocuklarının kendilerinden iki üç kat yaşlı erkeklerle flört manzaraları çizdiği gözleniyor. Kışkırtılan cinsellikle buluşan uyuşturucu trafiği, çocuklara dehşet verici bir can pazarı hazırlamış bulunuyor.
Türkiye, geçmiş 30 yıl içinde binlerce gencini sokaklarda, darağacında, hapishanelerde ve dağlarda kaybetti.
Islahevlerinde, köprü altlarında, sübyan koğuşlarında bıyığı terlememiş çocuklar var. Kimini sokak tüketiyor, kimini sübyan koğuşlarının bir pislikten ibaret ortamı, kimini ıslahevlerinin soğuk iklimi…Biz, gücümüz yeterse çocukları anne rahmindeyken boğarız, her nasılsa doğanları da işte böyle köprü altlarında, sübyan koğuşlarında, ıslahevlerinde tükenmeye terk ederiz.
Dört yaşında bebelerimiz vardır tecavüze uğrayıp, öldürülen…
Ve o dört yaşındaki çocuğa tecavüz edip öldüren kişilik çürümesinin girdabına yuvarlanmış çarpık gençlerimiz vardır.
Nereye gidiyoruz biz?
Yunus, “yanar içim göyünür özüm, genç yaşında ölenlere, gök ekini biçmiş gibi” diyor.
Bunlar hep, gök ekinlerdir ki, bir el tarafından biçilip durmakta…
Bir sorumlusu olmalı bütün bunların…
Kur’ân, Bakara Sûresi 205’inci âyette “iktidara geçtiğinde ekini ve nesli helâk edecek bir tip”ten bahsediyor. Allah’tan korkmayan bir tip o.
İşte nesillerin helâki bu.
Eğitim sistemi, insanın erdemlerini geliştirir ilke olarak. Kendisine teslim edilen her insandan, bir erdem anıtı yontmak ister. Fazlalıklarını alır ve o cismin kalbindeki erdem anıtını çıkarır ortaya. Ama öyle bir eğitim sistemi kuruyorsunuz ki, onun merdivenlerini tırmanırken nesilleriniz, erdemlerinden soyuluyor, fıtrat özelliklerinden tecrid ediliyor.
İnsan, ama hangisi?
Habil mi Kabil mi? Musa mı Fir’avn mı? İbrahim mi Nemrud mu? Muhammed mi Ebû Cehil mi? Ebû Bekir mi Kârun mu?
“En yüce yaratılış” mı olsun hedefimiz, en alçak düşüşler mi?
Şeytana mı kul olsun, Allah’a mı?
Şeytan yolları kesmiş, bekliyor.”
Deprem günlerinde “İnsanın depremi”ni yazmıştım. Betondan, çimentodan çalan insan vardı deprem facialarının bir yerinde.
1997’de “İnsan krizi”ni yazmıştım. Şöyle onlarca soru sıralamıştım:
“Acaba trafikte, bir savaş ortamından daha çok can vermenin temelinde ne vardır?
Acaba neden erkekler eşlerini döverler? Neden anneler bebelerini dayakla terbiye ederler?
Neden, Afrika’nın bir köyünde bir bebek, annesinin kuruyan memesinden süt yerine kan emer de, Amerika’da bir başka insan, bir öğünde, bir köyün bir aylık yiyecek masrafını ödeyip kalkar…
Neden öğrenci öğrenciyi öldürür?
Neden çocuk çocuğun oyununu bozar?
Neden çocuk bahçeden elma çalar? Çam fidanının sürgününü kırar neden? Neden kediyi taşlayarak öldürür çocuk? Neden kelebeğin kanatlarını yolar?”
Neden, neden, neden?