Ahmet Taşgetiren Star gazetesindeki yazısında 14 Aralık operasyonunu değerlendiriyor.
14 Aralık operasyonunun kısa tanımı şudur:
Emniyette ve yargıda etkinliği olan “devlet dışı” bir yapı, medyada kamuoyu oluşturma imkanını da devreye sokarak, düşman bildiği bir başka sivil yapıyı, üzerine terörist damgası vurup yok etmek isterken devlet tarafından yakalanıyor ve mahkemeye çıkarılıyor.
17 Aralık olayı da, Emniyette ve Yargıda etkinliği olan “devlet dışı” aynı yapının, medyada kamuoyu oluşturma imkanını da devreye sokarak ve bu defa yolsuzluk damgasını kullanıp, üç dönemdir halkın oyu ile iktidarını sürdüren bir siyasi kadroyu saf dışı bırakma olayıdır.
Terör de üzerine gidilmesi gereken bir alandır, yolsuzluk da. Bu alanların üzerine gitmek giden için hareketi kolaylaştıran, üzerine gidilen için savunmayı zorlaştıran bir durum ortaya çıkarır. Normalde bu alanların üzerine gitmek her ülke için kaçınılmaz bir zorunluluktur da.
Ancak, devlet dışı bir yapı, Emniyette ve Yargıda örgütlenip, kendi başına “tehdit değerlendirmesi” yapıp harekete geçtiğinde, ülke için başka bir sorun ortaya çıkar. “Paralel yapı” denen problem buradan türer.
Bir sivil yapının, kendisini, böyle bir konumda görür hale gelmesi gerçekten önemlidir. Bu güç zehirlenmesi demektir.
Bu yapı, mesela parti olsa, seçime girse, ülke yönetimi için halkın güven oyunu alsa, Hükümet olsa, devlet adına meşru bir çerçevede hareket edebilir, yaptıklarının hesabını da millete verir.
Şu an “Camia” diye konuştuğumuz yapı, halka hesap verecek olan bir siyasi yapının içinde, kendi siyasetini gütmek gibi bir işi yapıyor ve halka da hesap vermek gibi bir sorumluluk taşımıyor.
Hatta, içine yuvalandığı siyasi yapıyı da bir süre sonra tasfiye etmek gibi bir “Cür’et” noktasına geliyor.
Geçtiğimiz yıl 17 Aralık’ında, evet içine yuvalandığı siyasi yapıyı tahrip etme cür’etini devreye sokmaya başladığında patladı bu çarpık gelişme.
Ondan bu yana da devlet bu yapı ile hesaplaşmaya çalışıyor. Devletin bu süreçte geldiği değerlendirme “Legal (meşru) görünümlü illegal (gayrı meşru) tanımlama” noktasıdır.
Şimdi devlet, bir yandan kendi bünyesini özellikle Emniyet, Yargı gibi stratejik alanlar olmak üzere, “paralel” özelliği taşıyan odaklaşmalardan arındırmaya çalışıyor. Bir yandan da, bu paralel odaklaşmanın geçtiğimiz yıllar içinde girdiği “hukuksuzluklar”ı gün yüzüne çıkarmaya ve bir tür hataları tamir etmeye uğraşıyor.
İlk belirtilerine bakıldığında birçok hukuksuzluğun icra edildiği izlenimini edinmek zor değil. Kimbilir, belki de Mehmet Nuri Turan şikayet etme cesaretini göstermemiş olsaydı, devlet içindeki paralel yapı, bir grubu Tahşiyeci diye boğmayı başaracaktı. Kaldı ki aylarca hapiste tutmaya muvaffak olunmuş.
Cübbeli Ahmet’in cezaevine girmesinde bu yapının yürüttüğü operasyondan söz ediliyor.
Dün, Galatasaray Başkanı Duygun Yarsuvat’ın spor yazarı Attila Gökçe’ye söylediği husus, “Fethullah grubu Aziz Yıldırım’dan 50 milyon dolar istedi, Aziz Yıldırım da Fenerbahçe de bu parayı vermedi. Ondan sonra malum süreç başladı” iddiası. Olabilir mi, diye soruyor ve “Olmaz, mümkün değil” diyemiyorsunuz. Aziz Yıldırım’ın 2 yıl içerde kalmasını anlamlı buluyorsunuz.
Balyoz ve Ergenekon davalarını kuşkulu hale getiren şey de, paralel yapı adına tehdit değerlendirmesi yapma ve suç üretme mekanizmasının işletilebilirlik imkanı oluyor. Benzeri şekilde ordu hiyerarşisi içinde falancaların tasfiye edilmesi kararının verilmesi ve diyelim eskort kızlar ve casusluk davasının oluşturulması olayı…
Selam-Tevhid davası, mesela, Camia’nın İran’a yönelik tehdit değerlendirmesi ile devreye soktuğu bir operasyon gibi gözüküyor.
Devlet, Adana’daki TIR olayında bit yeniği görüyor. Orada da, Jandarma – Yargı gücüyle Ak Parti iktidarını Suriye’de terör örgütlerini destekliyor göstermek gibi uluslararası bir projeye eklemlenme söz konusu.