Gökhan Özcan’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Asırlar öncesine uzanan nice ibretlik derslerle dolu zengin bir geçmişimiz var ama o geçmişe aynı zenginlikle bakabilmeye, bu zengin mirası hakkıyla değerlendirmeye yetecek çapta bir bugünümüz yok. Hal böyle olunca geçmişe yönelik merakımız derinliğine bir şuur oluşturacak kaliteye kavuşamadan çarçur oluyor; harcanan onca çabadan elimizde hamaset ve tartışma dışında bir şey kalmıyor.
“Yaşıyoruz ama sanki hiçbir şey birikmiyor hafızamızda” diye şikayet etti biri. “Yaşadığımız nereden belli o zaman ?” diye sordu diğeri gayrı ihtiyari.
Kovboy kapıya tekmeyi basıp “Eller yukarı!” diye bağırdığında feci bir kaza çıkmadıysa; bu henüz bir aklıevvelin manikürü icat etmemiş olmasındandı.
Bir şeyleri görmüş geçirmiş, tecrübe etmiş olmasaydık, yarınlarda neyi yaşayacağımıza dair bir fikrimiz de olmazdı. Adeta körebe oynar gibi bilinmezliğe doğru atılmış adımlardan ibaret bir şey olurdu yaşayışımız. Elbette gelecek gayba dahildir, bilinemez. Ama yine de bir körebe oyununa mahkum değiliz. Yaşadığımız acı tatlı tecrübeler bizi geleceğin karşısında tümüyle savunmasız, büsbütün gözleri bağlı olmaktan kurtarıyor ve geçmişten damıttığımız bu birikim bizi geleceğe karşı mücehhez kılıyor. Yani tabii olan yolumuzu kaybetmemiz değil; bize doğru istikameti fısıldayan bir ses daima var içimizde. Durmadan kayboluyorsak eğer; hazırkalıp tekerlemelerle her meseleyi bir şekilde yüzeyde kalmaya mahkum etmemizden ve kendimizi geri kazanılması güç şuur kayıplarına mahkum etmemizden kaynaklanıyor bu.
“Kendisini mazide arayan bir kimse aslında geçmişi yaşadığı zamana ve geleceğe aktarıyor demektir; zira geçmiş olmadan gelecek tasavvuru imkânsızdır, gelecek geçmişin emrindedir. Maziye bakan kimse idrak ettiği zaman ve zeminden hareketle geçmişe bakma ihtiyacı hisseder. Hâle mazi istikamet verir, fakat maziyi de hâl yeni baştan yoğurarak şekillendirdiği için bunlar birbirinin mizanı, âhengi ve ölçüsü hâline gelir” diyor M. Fatih Şeker. Herkesin tarih konuştuğu bir ülke isek gerçekten; M. Fatih Şeker kitapları herhalde en çok okunan kitaplar arasında olmalıdır.
“Her cümlenin sonunda ünlem bulunan paragrafsız ve gürültülü bir makalede, tek başına sükûneti arayan bir kelime olmak ne kadar zor” diye geçirdi içinden. Bir süredir sonuna ünlem konmasın diye her şeyi sadece içinden geçiriyordu mecburen.
“kelimesizliği giyiyor adam/ kelimelerinden soyunuyor çocuk/ ve hayata giden yollarda/ saat kulelerine inat/ çoğalıyor kırlangıç cesetleri” diye yazmış sevgili Suavi Kemal Yazgıç, ‘Ve Adam Ve Çocuk Ve Kırlangıçlar’da.
Konuşurken sesinin ayarını hiç kaçırmayan, Kaf Dağı’nın ardındaki bir kör karıncanın uykusunu gözeten insanlar da var.
Fikirlerinin ancak sesini yükselterek söylediğinde bir karşılık bulacağına inanıyorsan,…