Abdullah Yıldız’ın Yenikit gazetesindeki yazısı…
Cengiz Aytmatov‘dan özetle aktaracağımız “Mankurt hikâyesi” körü körüne liderlerine itaat eden günümüzün köle ruhlu insanlarını, özellikle F-Tipi köleleri tanımak bakımından oldukça anlamlıdır:
“Sarı-Özek’i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlar; bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçarlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esire yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna “Deri geçirme işkencesi” derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir Mankurt (geçmişini bilmeyen bir köle) olurmuş… Deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlar, yanlarına gözcüler koyarlarmış…
Sarı-Özek’in kızgın güneşine ‘Mankurt’ olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bir yandan deve derisi büzülüyor, bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp başına batıyormuş. Asyalıların saçları fırça gibi sert olur zaten. Kıllar üste doğru çıkamayınca içeri doğru uzar ve diken gibi batarmış. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirirmiş. Juan-Juanlar’ın işkencenin beşinci günü ‹sağ kalan var mı?› diye gelip bakarlarmış. Bir teki bile sağ kalmışsa, amaçlarına ulaşmış sayarlarmış kendilerini. Hafızasını yitirmiş tutsağı alır, boynundaki kalıbı çıkarır, ona yiyecek verirlermiş. Köle zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toplarmış. Ama böyle bir Mankurt, pazarlarda, güçlü-kuvvetli on köle değerinde sayılırmış…
Bir Mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, kişiliği olmadığı için efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş. Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıdır. Ama Mankurt isyanı, itaatsizliğidüşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratık… En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Sarı-Özek’in ıssız, engin, kavurucu çöllerine ancak bir Mankurt dayanabileceği için, buralarda deve sürülerini gütme işi onlara verilirmiş. Yanına yiyeceğini, içeceğini verince, kış, yaz demeden, o ilkel hayata dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalabilirmiş bozkırda…
Bazı Mankurtların başındaki deve derisi, kendi derisine yapışıp çıkmazmış. ‘Gel başındaki deve derisini buharlayıp çıkaralım’ demek, bir Mankurt için en korkutucu şeymiş…
Oğlunun Sarı-Özek bozkırında deve çobanlığı yapan bir Mankurt olduğunu öğrenen Nayman Ana, oğlunu bulup kurtarmaya karar vermiş. Oğlunu bulduğunda geçmişini hatırlatabilecek ne varsa yapmış. Bütün uğraşılarına rağmen oğluna anasını, atasını, mazisini, kim olduğunu hatırlatamamış. Onu anılarına alıp götürememiş. Birkaç kez Juan-Juanların takibine uğramış ve ellerinden zor kurtulmuş. Her seferinde geri dönüp oğlunu kazanmaya, ikna etmeye çalışmış. Kendisini takip eden Juan Juanların Mankurt olan oğlunu; ‘O senin anan değil; o kadın senin şapkanı çıkarıp başını buğulamak istiyor’ diye şartlandırdıklarının farkında olmayan Nayman Ana sonuncu dönüşünde Mankurt oğlu tarafından okla vurulup öldürülmüş. Bir ana, hafızası, benliği ve kimliği yok edilmiş olan kendi öz evladı tarafından vurularak toprağa düşürülmüş. Nayman Ananın kanı toprağı sularken başındaki beyaz yazması bir kuş olup havalanmış. Nayman Ananın ağzından çıkan, ‘Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay!‘ son sözlerini tekrar ede ede gökyüzünde uçmuş durmuş.”
Bu hikâye; 15 Temmuz 2016’daki hain darbeyi anlamamızı ve anlamlandırmamızı kolaylaştırıyor… O gece kardeşlerini acımasızca kurşunlayan “çağdaş Mankurtlar”ların; efendisine bir köpek gibi sadık, her emrine uyan ve sonunda öz anasını gözünü kırpmadan öldüren o “Mankurt”tan ne farkları var?