Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…
Herkesin kendine göre 12 Eylülü var. Yazılıp çizilenlere bakınca herkes geçmişini otokritikten geçirmek, “nerede yanıldık” demek yerine mağduriyeti üzerinden kendi konumunu, yanlışlarını, ideolojik kampını aklama derdinde. Tüm kötülüklerin kaynağı olarak, ete kemiğe bürünmüş hali de Kenan Evren’di. Üniformasını çıkarıp, yetkilerinden sıyrılıp, emekli olduktan, onun mirasını devam ettiren oligarşik yapının sistem içinde dönüşüm geçirdiği kesinleştikten sonra artık herkes konuşabilirdi.
Kenan Evren’in şahsında temayüz eden 12 Eylül darbesinin diğer darbeler içinde özel bir yeri vardı. Her halde bildiğimiz anlamda müesses nizamın kendini yenileme, sistemi dönüştürme anlamında son hiyerarşik müdahalesi idi. Zira kendinden önce gerçekleşen 27 Mayıs 1960 ihtilali ordu içindeki hiyerarşiyi altüst edip, başlarına zorla bir general bularak alt düzeydeki subayların gerçekleştirdiği bir darbeydi. NATO üyesi bir ülkede, hele o dönem, sistemden bağımsız bir hükümet darbesi düşünülemeyecek olsa da işleyiş biçimi yapıyı zorladı. Bu anlamda toplumda destek bulamadığı gibi en azından toplumu ikiye böldü. CeHePe’nin bir daha halk oyuyla seçilememesinde, ihtilalin geniş halk kitlelerini rencide edecek bir dile/siyasete sahip olması ve idamlara duyulan büyük öfke ve mağduriyet duygusu etkilidir.
Daha sonra gelen 12 Mart Muhtırası daha hafif gerçekleşse de sonuçta cuntaya karşı başka bir cuntanın yönetime müdahalesiydi. Bu yönüyle sistemin restorasyonundan çok, kafası karışık askeri bürokrasinin kendi iç hesaplaşmasıdır. Bu nedenle kimi düzenlemeler yapılsa da 60 ihtilali kadar toplumda kalıcı iz bırakmayacaktır.
Evren’in liderliğindeki 12 Eylül darbesi ise tam anlamıyla soğuk savaş şartlarının bir restorasyon hareketidir. Son derece planlı, hiyerarşik ve hangi hedefe, hangi araçlarla ulaşacağı hesaplanmış bir darbedir.
Evren darbesinin baskı ve işkenceleri o kadar şiddetliydi ki, ortaya çıkardığı geniş mağduriyetler örgütsel ve ideolojik yapıların otokritik yapmasını engelledi. Daha doğrusu sol ve sağ yapılar bu şiddet ve işkence edebiyatına sığınarak geçmişleriyle önemli ölçüde yüzleşmekten kaçındılar.
Özellikle solun mağduriyet edebiyatı öylesine yüzeysel ve yaygın ki, sanki eline hiç silah almamış, kan dökmemiş bir kitle vardı. Özellikle medya ve sanat çevrelerinde solun etkili olması, darbeye duyulan vicdani ve fikri tepkinin mağduriyet edebiyatına dönüşmesinde katkı sağladı.
Bu arada genelde gündeme getirilmeyen en ilginç paradoks da Ülkücü-MHP’li kesimin gerçek anlamda aldatılmış olmasıdır. Devletin bekçiliği için sokaklara çıkıp gerektiğinde can verip kan döken insanlar, paydos düdüğünün çalınmasıyla kendilerini hapiste ve işkencede buldular.
Evren darbesine, sonuçları itibariyle sol mağduriyet ve sol entelijansiyanın siyaset okuması perspektifinden bakıldığı için, tek yanlı çıkarsamalar yapılır.
– 12 Eylül darbesinin en önemli neden-sonuç ilişkisi Türkiye’nin neo-liberal döneme adım atmasıdır. Bu yönüyle ekonomik gerekçeler ve sistemin ekonomi-politik dönüşümü önemli bir etkendir. Mesela sadece 24 Ocak 1980 kararlarını iyi okuyanlar bir darbenin kaçınılmaz olduğunu görebilirlerdi.
– Şehir efsanesine dönen, 12 Eylül’ün yeşil kuşak projesi olduğu hikayesi de tek başına açıklayıcı değildir. Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu, zaten Batı sisteminin parçası olduğunu unutanlar başka bir kuşağa ekleyerek darbeyi açıklamaya çalışmaları yeterli değil, yanıltıcıdır
– Darbe sonrası toplumsal ve siyasal yönelimleri, sanılanın aksine, salt komünizme karşı Türk-İslam sentezinin canlandırılması ile izah etmek de son derece eksiktir.
– 12 Eylülle birlikte devlet ilk kez sosyal planda dini gerçeği kabul edip merkeze çekme, kontrollü bir tanıma sürecine girdi. Bunun asıl nedeni 1980 şartlarında dünyada yükselen İslami hareketlerin muhtemel etkileridir. Özellikle İran devriminin radikalleştirici etkisi rejim açısından Türkiye’de geleneksel yapılar üzerinde yeni bir dizaynı zorunlu kıldı. 12 Eylül rejimi başta Nur cemaatleri olmak üzere kimi geleneksel tasavvufi yapıları bu siyasal modele uygun olarak yeniden dizayn etti.
– Neo-liberal politikaların uygulanabilmesi için sağ muhafazakâr yapılar, yani Özalizmi taşıyacak toplumsal yapılar cesaretlendirildi; en azından kimilerine göz yumuldu.
– Sovyet sisteminin Amerika ile girdiği yarışı kaybetme sinyallerini verdiği bir dönemde Evren ihtilalinin yegane gerekçesini ve hedefini yeşil kuşaktan ibaret saymak, ben merkezli bir ideolojik körlüktür. Müslüman bir ülkede, hangi iktidar olursa olsun, siyasal, toplumsal projelerin bu realite üzerine kurulmasından doğal ne olabilir ki.
– Özellikle medya, bürokrasinin belli kesimlerinde 12 Eylül’ün hedefi olduğu söylenen sol kesimin sistemin içine çekilmesi, yeni ideolojik mekanizmayı taşıyıcı rol üstlenmeleri de en az ülkücülerin içine düştüğü durum kadar paradokstur.
– Kenan Evren’i diğer darbecilerden farklı kılan kişisel özellikleri de vardı. Üniformalı bir gelenekten gelmesine rağmen siyasi parti lideri gibi hitabet yeteneği hemen dikkati çekti. Halk karşısına çıkarak nutuk irat ederek darbeyi benimsetmeye çalıştı.
– Darbe öncesi sol ve sağ grupların elbirliği ile iç savaşın eşiğine getirdiği ya da geri planda darbecilerin olgunlaşmasını beklediği ortamdan sonra, halk bilincindeki devlete sahip çıkma söylemi ihtilalcilerin işini kolaylaştırdı.
Sonuçta, Amerika’dan alınmış bir onayla binlerce insanın hayatının karartıldığı, insanlık onurunun baskılandığı bir dönemi meşrulaştıracak pek çok gerekçe üretecek devletlüler vardır. Haksız yere ceza gören, idam edilen, işkence altında can veren tek bir insanın feryadının bile karşılığı olamaz.