“En çok kırılma anlarını yazmayı seviyorum”

Yazarlar
2013 Orhan Kemal Öykü Ödülü’ne layık görülen Gamze Güller, “Beşinci Köşe” öykü kitabı hakkında konuştu. “Beşinci Köşe” kitabınız ile 2013 Orhan Kemal Öykü Ödülüne layık görüldünüz. İlk öykünüzden...
EMOJİLE

2013 Orhan Kemal Öykü Ödülü’ne layık görülen Gamze Güller, “Beşinci Köşe” öykü kitabı hakkında konuştu.

“Beşinci Köşe” kitabınız ile 2013 Orhan Kemal Öykü Ödülüne layık görüldünüz. İlk öykünüzden bugüne elbette birçok şey değişmiştir; ama artık ödüllü bir öykücüsünüz, bu sizde nasıl bir etki yarattı?

Çok teşekkür ederim. Bu kadar önemli bir isme verilen bir ödülü almaktan gerçekten onur duydum ve çok mutlu oldum.

Öyküler de bizler de zaman içinde değişiyoruz, yenileniyoruz. Yazmanın güzel tarafı da bu zaten. Hayat sürdükçe yazacak şeyler çoğalıyor ve çeşitleniyor. İlk öykümden bugüne değişen birçok şey olduğu gibi değişmeyen şeyler de oldu. Bunlardan biri de yazma heyecanım. Hiç dinmedi, hâlâ aynı coşkuyla yazıyorum.

Ödül almak güzel elbette. Emek verdiğiniz, kendi içinizden bin bir güçlükle bir şeyler kattığınız bir çalışmanın takdir edilmesi, beğenilmesi büyük mutluluk veriyor. Ama buna çok da önem vermemek gerek. Her kitap bir yolculuk. Bu kitap güzel bir yere ulaştı. Şimdi önemli olan bundan sonra yazacaklarım ve yeni yolculuklar.

“Hep gerçeğin peşindeyim, kendi gerçeğimin”

Öyküleriniz oldukça içten, diliniz ise neredeyse kusursuz ve konu seçimleriniz de hayatın en derininden. Bir öykücü olarak Gamze Güller’in beslendiği, esinlendiği şeyler nelerdir yazarken?

Beni yazmaya iten şey çoğunlukla yaşadıklarım ve gözlemlerim. Yaşamadan yazamayanlardanım. Masa başında hayaller kuramam. Beni mutlaka gerçek hayatta olan bir şeylerin tetiklemesi gerek. Bu bazen bir an, bir duygu bazen de bir görüntü veya aklımda dolaşıp duran bir cümle. Günlük hayatın telaşı içinde fark etmeyip yanından geçip gittiğimiz şeyler. En çok kırılma anlarını yazmayı seviyorum. Dışarıdan çok da önemli görünmeyen ama içimizde bir şeyleri yıkan yerle bir eden, bizi bambaşka bir insan yapan hatta yepyeni bir yola sokan anları. Bunlarla hesaplaşıyorum aslında. Bana dokunan o anları, gerçekten yaşadığımı hissettiğim o kısacık zamanları yazıyorum. Yazarken de içselleştiremediğim her şeyden uzak durmaya çalışıyorum.  Bu nedenle hep gerçeğin peşindeyim. En azından kendi gerçeğimin…

Dil konusu da çok önemli benim için. Türkçenin doğru kullanılmasını önemsiyorum. Yazmaya soyunan herkesin de önemsemesi gerektiğini düşünüyorum.  Dilimiz en büyük zenginliğimiz. Onu kullanarak dünyalar kuruyoruz, içine hayatlar yerleştiriyoruz. Bunu hakkını vererek yapmak gerek. Her şeyden önce okura saygımız bunu gerektirir. Kendimizi en iyi şekilde ifade etmeyi öğrenmeden başkalarına bir şeyler anlatmaya kalkmak yanlış geliyor bana. Üstelik bir dili bütün olanaklarıyla kullanabilmek yazmanın en güzel taraflarından biri. Kendi dilimizi, sesimizi oluşturmanın yolu da önce Türkçeye tam anlamıyla hâkim olmaktan geçiyor.

“Şiirin okuyanından çok yazanı var”

Türkiye’de şiir ve roman her zaman daha baskın türler olarak görülüyor. Öykücülüğümüz neden daha geri planda duruyor sizce?

Aslına bakarsanız öykü son yıllarda büyük bir hareketlenme içinde. Bunda genç yazarların payı büyük.  Yeni sesler, yeni bakış açıları öykü üzerinde yoğunlaşan ön yargıyı kırmaya başladı artık. Öykü konusundaki çekincenin en büyük etkeni, türün kendi içindeki zorlukları. Yazara da okura da büyük iş düşüyor öyküde.  Yazarken daracık bir alanda, az sözcükle çok şey başarmanız gerek.  Öykü fazlalıkları kaldırmaz, sarkmaları kabul etmez. Doğru yerlerde doğru boşlukları bırakmanız, doğrudan anlatmaktansa sezdirmeniz gerekir. İşte tam da bu noktada okur devreye girer. Bir öykü yazarından bağımsız olamayacağı gibi okurundan da bağımsız olamaz. Öyküyü bütünleyen, boşluklarını dolduran ve aklında yazmaya devam eden okurdur. Çaba göstermesi, öykünün içine girmesi, kafa yorması gerekir. Bu nedenle her şeyin anlaşılır bir şekilde ortaya konmasına alışık okur için zordur. Nitelikli okuma gerektirir. Bu zorluklar, büyük yayıncıların ve satış gruplarının satış rakamı ve kazanç beklentileriyle birleşince kaçınılmaz olarak romanların ön plana çıkarılmasına ve hatta “çoksatar” tabir edilen edebiyat dışı türlerin edebiyat ürünlerinin önüne geçmesine yol açıyor. Hazırı ve kolayı tüketmek de pazarlamak da daha kolay bir yol olarak görünüyor sanırım. Fakat şiir konusu bambaşka. Şiire ilgi büyük ama şiir kitaplarına ilgi öykünün de gerisinde. “Okuyanından çok yazanı var” klişesi bugün için de geçerli görünüyor. Ama tür olarak okur şiire daha yakın.

“Yazı kendi yolunu bulur”

Gamze Güller’den yeni öyküler okuyabilecek miyiz, yeni bir kitap düşüncesi var mı yakın zamanda?

Yeni öyküler yazıyorum elbette. Ama çok hızlı yazıp çabuk paylaşanlardan değilim. Yazdıklarımın ilk önce içime sinmesi ve benim için gerçekten tamamlanmış olması gerekiyor. Bu nedenle acele etmiyorum. Kendimi öyküyle de sınırlamıyorum. Bana kendini yazdırmak için direten şeyler kendi türünü de beraberinde getiriyor. Ben de bu salınmayı ve serbestliği seviyorum. Yazı mutlaka kendi yolunu buluyor.

Doğukan İşler
Kültür Gündemi