Emperyalistlere, “En Büyük, Allah’tır” diye haykırdı”

Yazarlar
Yusuf Kaplan Yenişafak gazetesindeki yazısında vefat eden Müslüman boksör Muhammed Ali’yi yazıyor… Bu dünyadan bir Muhammed Ali geçti! Allah rahmet eylesin. Gece 3’lerde, 4’ler...
EMOJİLE

Yusuf Kaplan Yenişafak gazetesindeki yazısında vefat eden Müslüman boksör Muhammed Ali’yi yazıyor…

Bu dünyadan bir Muhammed Ali geçti! Allah rahmet eylesin.
Gece 3’lerde, 4’lerde onun maçlarını izlerdik. Gün boyu uykusuz kalma pahasına! Gün boyu, konu, Muhammed Ali olurdu.

TRT, MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SALYANGOZ SATIYORDU!

Hatta bir defasında, TRT’nin sanki “gâvur memleketi”nin televizyonu gibi yayın yaptığı, İslâm’ın aşağılandığı, 20 dakikalık bir “Din-Ahlâk Programı” yapılabilmesi için bütün Anadolu’da camilerde (Necmeddin Nursaçan Hocamızın Kayseri’de her cuma bu kampanyaya katılmaya, imza atmaya herkesi çağırdığı) o ürpertici zamanlarda, TRT’nin radyosundan ve siyah beyaz televizyonundan Muhammed Ali’nin maçları kazanması sokaktaki vatandaşa sorulur ve biz İslâm’la ilgili, Müslümanlarla ilgili olumlu sözleri ancak bu tür zamanlarda işitirdik ve bayram yapardık adeta!

Bu memleket ne günlerden geçti öyle! TRT, Müslüman mahallesinde salyangoz satıyordu adeta!

Türkiye, dünyada sömürgeleştirilemeyen ama kendi kendini sömürgeleştiren tek ülkedir, derken kastettiğim şey işte bu aynı zamanda!

Kendi ülkenin televizyonunda, % 99’u Müslüman olan bir ülkede gazeteler, televizyonlar, kültür dünyası, eğitim sistemi yerli sömürgeciler tarafından işgal edilmişti: Her programda, radyoda ve televizyonda İslâm aşağılanır, Osmanlı aşağılanır; laiklik, Kemalizm kutsanırdı! Laikliğe ilişkin yapılan en basit eleştirilerden ötürü ne kadar insan hapishanelerde çürütüldü bu ülkede öyle!

İşte Muhammed Ali’nin art arda kazandığı şampiyonluklar sonrasında bu toplum, İslâm adına, Müslümanlar adına olumlu sözler duyar ve az biraz olsun, rahat nefes alırdı!

KURTULUŞ SAVAŞI, KİME KARŞI VE NİÇİN VERİLDİ PEKİ?

Ne günlerdi o günler! Bir de 1920’li, 1930’lu, 1940’lı yıllarda yaşananları düşününce, öğrenince bu ülkenin, dışardan değil içeriden yerli sömürgeciler tarafından nasıl işgal edildiğini daha iyi anlıyor ve çıldıracak gibi oluyor insan!

Bakın, yeri geldi bir çocukluk anımı paylaşayım burada sizlerle: Kayseri’de 1970’li yıllarda Kayseri Kalesi’nin yanıbaşında, beni elimde kitaba dalmış vaziyette görünce, yaşlı bir amca yanıma yaklaşarak kaleye bakan meydanı göstermiş ve “evladım” demişti gözleri dolarak, “işte bu meydanda 1920’li yıllarda her gün bir âlimi idam ediyorlardı ibretlik olsun diye. Korkumuzdan meydandan geçemiyorduk!”

Sömürgecilerin yapamayacakları bir cinayet, bir intihar bu!

İnsan sormadan edemiyor: Madem, sömürgecilere rahmet okutacak cinayetler yaşanacak idiyse, bu ülkede, Kurtuluş Savaşı niçin verildi, ne’ye karşı verildi sahi?”

Siz bu soru üzerinde düşünedurun, bendeniz Muhammed Ali üzerinden devam edeyim yazıya.

MAZLUMLARIN ÖZGÜVEN KAYNAĞI VE KAHRAMANIYDI MUHAMMED ALİ

Muhammed Ali, İslâmî değerlerin bastırıldığı, aşağılandığı bir ülkede, özgüven sembolü işlevi gördü 1970’li yıllarda kendi çapında.

Tabiî Muhammed Ali, bütün dünyada mazlumların, itilmişlerin, ezilenlerin gür sesi, özgüveni ve efsanesiydi.

Meselâ, “Benimle ilk kucaklaşan beyaz lider Erbakan oldu” diyecekti Muhammed Ali.
Hem ırkçılıkla savaşmış hem Müslüman olma coşkusunu yaşamış ve yaşatmıştı.

Meselâ, “Allah’tan zenginlik istedim; bana İslâm’ı verdi,” demişti.

Meselâ, “Ben sigara içmem. Ama bir kibrit paketi taşırım cebimde. Ne zaman bir günah işlemeye kalksam, bir kibrit yakarım. Elime tutarım. Ve kendi kendime derim ki, “Ali, sen bu ateşe dayanamıyorsun. Cehennem ateşine nasıl dayanaksın?” diye soracak kadar güzel bir Müslüman coşkusu geliştirmişti.

Meselâ, Hollywood Bulvarı’na Yıldızı konulmak istendiğinde, «Ben Peygamber ismi taşıyorum. İsmimi yerlere yazdırmam» diyerek reddetmişti.

Meselâ, “Bir hayatımız var, yakında geçmişte kalacak; yalnızca Allah için yaptıklarımız sonsuza dek kalacak,” diyecek kadar teslim olmuştu İslâm’a.

Onun bu teslim olmuş tavrı bizim için de iyi bir ders olmalı ve İslâm’ın nasıl bir nimet olduğunu göstermeli bize de, bir kez daha!

İslâm’ın nasıl özgürleştirici bir nimet olduğunu da şöyle ifade etmişti: «Cassius Marcellus Clay benim köle adımdı ve bitti. Artık benim adım Muhammed Ali.

Neymiş?
İnsan hakkıyla Müslümanlaşınca özgürleşir, bütün putları yere serermiş!

Vietnamlılar, bana kötülük yapmadı ki, onlarla savaşayım!” deyip de Vietnam Savaşı’na katılmayı reddedince sadece ABD’ye değil bütün emperyalistlere esaslı bir yumruk indirmiş ve herkesin kalbini fethetmişti.

Ama Vietnam Savaşı’na katılmayı protesto edince unvanlarına el konulmuş ve bokstan uzaklaştırılmıştı. Fakat o yılmamış, bu süre zarfında üniversiteleri dolaşarak İslâm’ı anlatmıştı.

Muhammed Ali, tek kişilik bir ordu gibi savaştı emperyalizmle ve ırkçılıkla.

İndirdiği her yumrukla mazlumların, ezilmişlerin sesi oldu!

yazının devamını okumak için….