Fatma Barbarosoğlu’nun Yenişafak gazetesindeki yazısı…
1-
Aile düzeninden aile dizaynına geçildiği bir dönemdeyiz. Ne ki ailenin geçirdiği değişim gündemimize hiç uğramıyor.
Aşağıda 2010 yılında yazdığım bir metni dikkatinize sunacağım. Neden mi? Nedenini bilahare açıklayacağım. Önce metne buyurun:
II-
Lütfen doktor bey. Ben çocuğumdan ayrılmak istemiyorum. Hep benimle kalsın istiyorum. Ne gerekiyorsa yapalım lütfen. Evet bütün araştırmalar tetkikler. Ne gerekiyorsa… Hiçbir masraftan kaçınmayalım…
Ah doktor bey beni anladığınızdan emin olmam gerekiyor. Beni anlarsanız bana en uygun çözümü bulacağınızdan eminim. Bilim şu kadar ilerlemişken… Neticede çok kolay, çok olabilir bir şey benim isteğim, öyle değil mi?
Bakınız Japonlar her şeyin minyatürünü yaptı. Küçük güzeldir öyle değil mi? Ben küçük olan şeylere bayılıyorum. Aklınıza gelen her şeyin minyatürü muhakkak vardır bende. Düşünürüm ve hemen gerçekleştiririm.
İki yaş civarı mı? Nasıl desem iki yaş civarı pek doğru gibi gelmedi bana. Çok bakıma ihtiyacı olan bir yaş. İnsan zamanla bıkabilir öyle değil mi? Daha şöyle kendine yetebilir bir çağı olsun istiyorum.
Kuzum doktor gen haritasından bütün bunları okumamız mümkün olamıyor mu? Beş yaş mesela. Çok güzel bir yaş değil midir? Katılmaz mısınız bana. Kendi kendine yemek yiyebilir. Giyinebilir. Her türlü ihtiyacını karşılayabilir. Ve evet bir filmde görmüştüm. Çok akıllı oluyor çocuklar o yaşta. Annelerinin en büyük yardımcısı hatta. Çocukluğun altın çağı beş yaşmış.
Beş yaşında yoğun hastalık mı görünüyor. Ah o zaman beş yaşına gelmeden bitirmemiz gerekiyor bu durumu. Dört yaş nasıl? Konuşma yeteneği tam olarak tamamlanmamış mı oluyor? Olsun. Çok sevimli. R’leri söyleyemeyen bir çocuk. Hiç fena değil.
Başka doktorcuğum başka neler görüyoruz haritada.
“Uyan hayatım uyan.”
“…”
“Doktor Faruk. Doktor Faruk lütfen danışmaya geliniz!”
“Ha ne var ne oldu?”
“Bir şey olmadı. Kabus görüyordun zannediyorum. Kan ter içinde kaldın. Uyandırmaya çalıştım seni nafile. Rüyaların bile doktorluğa ayarlı ya hu. Hayatım, canım diyorum tık yok.
Doktor Faruk deyince dertop oluverdin. Uykunda da doktor olursan nasıl dinleneceksin?”
“-Sorma. Ah neyse rüyaymış. Ne olur bana bir bardak su getir.”
“Rüyanı anlatmadan su filan yok.”
“Yok anlatamam. Anlatmayayım. Anlatmaya bile tahammülüm yok. Kadının birisi geldi, doğmadık çocuğuna gen haritaları üzerinden hayat biçiyordu.”
III-
Yukarıdaki metni yazalı yedi yıllık bir süre geçti. Yazma sebebim yazının yazıldığı sıra sezaryen doğumlardaki patlama idi. Ebeveynlerin sezaryen doğum ile kendileri için en uygun burç diye düşündükleri burcun zamanına, bebeklerinin doğum zamanını denk getirmeye çalışıyordu. Konudan bir radyo programı ile haberdar oldum. Sunucu kendisini astrolog olarak tanıtan kadına sezaryen doğum ile planlanan burcun gerçek burç olup olmayacağının soruyordu… Soru çok mühim olmalıydı ki daha sonra pek çok dinleyici akıllarına takılanları telefon ile sormaya devam etti.
Yukardaki öyküleme burç yorumcusu Rezzan Hanım’ın radyodaki konuşmasını dinledikten sora kaleme alındı.
Devletin sezaryen doğumlarla ilgili düzenlemesi ve kamuoyunu normal doğum konusunda bilgilendirmesi ile birlikte, “doğum zamanlaması” üzerinden doğacak çocuğa “kader donu” biçme anlayışında gerileme oldu.
Gerileme oldu olmasına ama …