Eğitim sisteminin merkezinde Kur’ân olmazsa…

Yazarlar
Yusuf Kaplan’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı.. Bu yazı, eğitim meselemiz üzerine yazacağım bir dizi yazının ilki. Bir giriş yazısı. Girizgâh. KUR’ÂN YOKSA HÜSRAN VAR! Bu yazılarda, kalkış noktam şu ...
EMOJİLE

Yusuf Kaplan’ın Yenişafak gazetesindeki yazısı..

Bu yazı, eğitim meselemiz üzerine yazacağım bir dizi yazının ilki. Bir giriş yazısı. Girizgâh.

KUR’ÂN YOKSA HÜSRAN VAR!

Bu yazılarda, kalkış noktam şu olacak: Bizim medeniyetimizin kurucu kaynağı, Kur’ân’dır. Eğitimimizin de, düşünce, sanat ve gündelik hayatımızın da ana kaynağı, kurucu-kaynağı Kur’ân’dır. Kur’ân’ı yoksayan her girişimin sonu hüsrandır.

Dün, Müslümanlar, tarih yapmışlarsa, insanlık tarihine ufuk ve çığır açıcı katkılarda bulunmuşlarsa, bunu, Kur’ân’a borçlular.

Fikirde, sanatta, ahlâkta ve siyasî hayatta büyük atılımlar yapmamızın kaynağı Kur’ân’dır.

Kur’ân, bize hem esaslı bir Yaratıcı tasavvuru hem muhkem bir kâinât, insan ve hakikat tasavvuru sunar.

Her medeniyetin “iyi”, “güzel” ve “doğru” tasavvuru vardır. Bizim medeniyetimizin fikir, sanat, ahlâk, siyaset ve hayat yolculuğunda “iyi”, “güzel” ve “doğru” tasavvurumuzun yegâne kaynağı Kur’ân olagelmiştir.

YENİDEN MEDRESE VE TEKKE…

Bizim ortaya koyduğumuz bu z/engin medeniyet tecrübemizi mümkün kılan şey, Kur’ân’a ve Sünnet’e dayanan medrese ve tekke sistemidir.

Eğitim sistemimizi Kur’ân ve Sünnet ekseninde yeniden yapılandıramadığımız sürece, bu kendi-kendini sömürgeleştirici eğitim sistemiyle en iyi yapabileceğimiz şey, Batı kültürünün gönüllü acenteliğini üstlenen ‘’gönüllü köleler” yetiştirmek olabilir yalnızca -şimdiye kadar yapa geldiğimiz üzere.

Bizim yeni İbn Sina’lar, yeni Itri’ler, yeni Sinan’lar yetiştirmemiz gerekiyor. Bunun için de Kur’ân’ı eğitim sistemimizin merkezine yerleştirmek zorundayız.

Yoksa, yokolmaktan kurtulamayacağımızı iyi bilelim.

Burası Müslüman bir ülke olmasına rağmen celladına âşık “laik misyoner”lerin söylediklerime inanılmaz tepkiler vereceğini iyi biliyorum.

0 yüzden yazıyı düşünceye ve düşünmeye kışkırtıcı bir anekdotla sürdüreyim…

DERRIDA’DAN DERS!

Yapı-sökümü (dekonstrüksiyon) “akım’’ının kurucusu, cins adam Derrida, yapı-sökümü “çıkış”ını bir konferansta sunduğu metinle başlatır. Konferansa başlamadan önce tıka-basa dolu salondaki Müslümanlardan özür diler.

“Siz” der, “benim burada anlatacaklarımı bin yıldır biliyorsunuz zaten. Tereciye tere satmanın âlemi yok! Beni bağışlayacağınızı umarım.”

Derrida’nın bu anekdotunu özellikle paylaştım burada. Yazıda söyleyeceklerime “kör-kütük” tepki verecek metamorfoz yemiş celladına âşık Türk entelijensiyasına ders olur belki diye.

Bu yazıda, Türk eğitim sisteminin silbaştan Kur’ân-eksenli olarak yeniden-yapılandırılması gerektiğini, böyle gittiği sürece, bu  çağdışı, pozitivist, sekülerleştirici, çocuklarımızı kültürel / varoluşsal intihar’ın eşiğine sürükleyici sığ ve yoz eğitim sistemiyle başaşağı yuvarlanmaktan ve tam bir çıkmaz sokağın eşiğine kaldırıp atmaktan başka bir şey yapamadığımızı, kendi ayağımıza kurşun sıktığımızı, bunun, kendi geleceğimizi karartmaktan başka bir işe yaramadığını söyleyeceğim.

Burası Müslüman ülke ama başta eğitim sistemi olmak üzere kültür, sanat ve medya rejimi, bizim anlam haritalarımızı kurşuna dizmekle, çocuklarımızı Batı kültürünün, bakış açılarının, zevk ve beğeni biçimlerinin kölesi hâline getirmekle meşgul sadece!

Her toplum, kendi çocuklarını kendi medeniyet ilkeleri, iddiaları, hayalleri ve rüyaları çerçevesinde yetiştirir. Eğitimde olduğu kadar kültür, sanat ve medya dünyasında da böyledir bu. Dünyanın her yerinde de, özellikle de Batı dünyasında bu böyledir. Başka türlüsünü düşünmek abesle iştigaldir ve intihardır.

Ama bizde tam tersi geçerlidir: Türkiye, sanki sömürge ülkesiymiş gibi bizim değerlerimiz aşağılanır, Batı’lı olan her şey kutsanır!

Bu, Tanpınar’ın bas bas bağırdığı gibi bir toplumun intihardır!

Derrida, dilde, dilin ve zihnin işleyiş biçiminde çığır açan bir hareket başlatırken, kendi yaptığı şeyin bin yıl önce Müslümanlar tarafından yapıldığı için salondaki Müslüman dinleyicilerinden özür diler ve takdir edilir.

Ama bendeniz, Müslüman bir ülkede eğitim sisteminin, düşünce, sanat ve kültür hayatının dün olduğu gibi bugün de Kur’ân ekseninde yeniden-yapılandırılmasını söylediğimde kurşuna dizilirim!

TÜRK AYDINI NE İŞE YARAR?

Türkiye’nin en büyük, en yakıcı ve en yıkıcı sorunu, entelijansiya sorunudur: Türkiye’nin elbette ki bir aydını var ama bu “aydın ne işe yarar?”, diye sormakta yarar var.

Önce şu yakıcı ve yıkıcı gerçeği tespit etmeli: “Türk aydını”, bu toprakların, bu topraklarda yeşertilen muazzez medeniyet çınarı’nın çocuğu değildir. Batı uygarlığının zihnen ve de gönüllü kölesidir: Celladına âşık bedenen burada zihnen Batı’da yaşayan şizofrenik bir serseri!

Yazının devamını okumak için…