“Edebiyat Eleştirmenleri Bile Edebiyat Okumuyor”

Yazarlar
Yakın dönem ilim ve edebiyat âlemimizin Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan gibi seçkin simâlarını yakından tanıyorsunuz. O günkü edebiyatçılarla bugünküleri karşılaştırmanızı istesem en ö...
EMOJİLE

Yakın dönem ilim ve edebiyat âlemimizin Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan gibi seçkin simâlarını yakından tanıyorsunuz. O günkü edebiyatçılarla bugünküleri karşılaştırmanızı istesem en öne çıkan özellikleri neler?
Bugün üniversitelerimizde bu iki isim çapında hoca göremiyorum. Bunlara Fuad Köprülü’yü, Rahmeti Arat’ı, Ali Nihat Tarlan’ı, Hilmi Ziya Ülken’i, Zeki Velidi Togan’ı ve başka isimleri de ekleyebilirsiniz. Bizler, öğrencileri olarak, bilgi ve kültür birikimlerinin ancak bir alanında onları takip edebildik. Kaplan’ın çalışkanlığına ve edebiyatın, fikir hayatının değişik alanlarındaki verimliliğine hayran olmamak mümkün değil. Tanpınar ise ilim adamlığının yanı sıra şair, romancı ve hikâyeci, deneme yazarlığı gibi kabiliyetleri ve hemen her sanata duyduğu aktif ilgisi ve yorumlarıyla örneği kolay bulunmayacak bir yaradılış.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan ihmal edildiğini söyleyerek Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bütün eserlerini neşredin, kıymeti sonradan anlaşılacak demiş. Anlaşıldı mı sizce?

Tanpınar anlaşıldı mı, o ayrı bir husus. Ama kıymeti hiç şüphesiz anlaşıldı. Ölümünden on beş, yirmi yıl sonrasından itibaren günümüze kadar hakkında binden fazla yazı, otuz kitap, doktora ve yüksek lisans tezleri, pek çok konferans, anma günleri, paneller, sempozyumlar yapıldı. Bunlar büyük ilgi gördü. Eserleri defalarca basılıyor. Dış ülkelerde de olağanüstü bir ilgi var. Türkiye ölçüsünde bu faaliyetler Kaplan’ın haklılığını ve ileri görüşünü ortaya koyuyor.

EDEBİ ESER OKUNMUYOR

Türkiye’de yeteri kadar edebiyat eleştirmeni var mı?

Edebiyat eleştirisini geniş manasıyla düşünürsek var derim. Ama bunların çoğu bir edebî eseri okuyucuya tanıtma, biraz da eş dost kayırma seviyesinden öteye gitmiyor. Veya sanat dışı özel bir maksatla esere hatta sahibine yükleniyor. Bunlar sanatkârın da belki hoşlandığı yahut hiddetlendiği fakat sonuçta hiç de besleyici vasfı olmayan yazılar. Gerçek edebiyat tenkitçisi çok az.

Günümüzde kişisel gelişim kitapları çok okunuyor ancak edebi eser okuma seviyemiz çok düştü. Bu neye dayalı olarak gerçekleşti sizce?

Türkiye okumuyor. Edebî eserin okunma seviyesi ise daha da düşük. 150 üniversitesi olan bir ülkede bu durum yürekler acısıdır. Alanları edebiyat olan, hatta yüksek lisans ve doktora öğrencileri bile edebî eser okumuyor. Sebebini ben de anlayamıyorum. Kaliteli eser okuma oranı bundan 50-60 yıl öncesinden bile çok düşük. Aileden başlayarak yüksek öğrenim öncesi eğitim verimsiz. Sanat ve edebiyat dahil büyük beşerî değerlerden ve ideallerden uzak, tesadüflere kalmış bir hayat programımız var.

TANZİMATTA EDEBİYAT VE SİYASET İÇ İÇE GEÇMİŞTİ

Ahmed Midhat Efendi’nin tekrar gündeme gelmesi bu durumla bağlantılı mı?

Zannetmiyorum. Zamanında Ahmed Midhat okuyuculuğu bile bir seviye idi.

Tanzimat dönemi edebiyatçılarımız aynı zamanda gazetelerde yazarlık yapıyordu ya da eserleri gazetelerde yayınlanıyordu. Neden bu kadar basınla yakındı edebiyatçılar?

Biraz da siyasetle ve rejimle olan ilgilerinden kaynaklanıyor. Tanpınar, bu dönem için edebiyatla siyasetin en çok iç içe geçtiği bir devir olduğunu söyler. Gazete ise, okuyucu bulma açısından kitaptan daha avantajlıdır. Gününde okunması gerekir. Bu yüzden roman hatta o yıllarda şiir bile gazetede yerini bulmaktaydı. Yalnız şurasını da söylemeliyim. Roman tefrikası sadece popüler edebiyatın medyası değildi. 1960’lı yıllara kadar Peyami Safa, Halide Edip, Reşat Nuri, Tanpınar gibi büyük romancıların eserleri bile gazetelerde tefrika ediliyordu.

BATILILAŞMA SANCILARI ARTARAK DEVAM EDİYOR

Türkiye’nin Batılılaşma sancılarının hala edebiyatımızda iz düşümleri var mı?

Belki eskisinden daha fazla var. Yalnız vaktiyle adeta bir polemik olarak romanın yüzeyindeydi. Bugün daha derinlerde kaynıyor. Tarihimiz ve coğrafyamız bu iki dünya, Doğu ve Batı arasında olduğuna göre, çatışma da devamlılığını kaybetmeyecektir.

Edebiyat dergilerinin edebiyatımıza katkısı ne seviyede?

Geçmiş yıllara göre edebiyat dergilerinin sayısı çok artmıştır. Ama kaliteleri aynı oranda yükselmiş değil. Bir kısmı edebiyatın magazin tarafıyla uğraşıyor. Bazıları pahalı reklamlarla göz doyurucu bir baskı sunuyor. Yine de takip ettiklerim arasında seviyeli edebiyat dergileri var.

İsim söylemek gerekirse hangi dergileri sayarsınız?

Türk Edebiyatı, Varlık, Hece, Yedi İklim, Dergâh, Edebiyat Ortamı’nı sayabilirim. Unuttuklarım veya takip etmediklerim de olabilir.

BİYOGRAFİ DE EDEBİYATTIR

Biyografik çalışmalarınız var. Biyografi çalışmak nasıl etkiliyor sizi?

Bugün birçok araştırıcılar biyografiyi edebiyattan uzak tutuyorlar. Değil büyük bir sanatkârı, sıradan bir insanı bile tanımak bize çok şey kazandırır. Belki o yolla kendimizi de tanırız. Biyografi merakı eserle hayat arasında mutlak bir bağ kurmak anlamında düşünülmemelidir. Ama bu bağ hiç yok demek de değildir. Ben biyografileri seviyorum. Bazan Beşir Fuad gibi unutulmuş bir insanı tanıtmaktan, bazan da Tanpınar gibi büyük bir sanatkârın karmaşık iç dünyasına eğilmekten hep büyük bir haz duydum. Bu başka bir hayatı yaşamak gibi adeta mistik bir haz.

 

Erzurum’un coğrafyası da insanları da çetindir

Çocukluğunuzu kitapla çevrili bir ortamda geçirmemişsiniz. Kitaplara ve okumaya olan sevginiz nasıl başladı?

Ben okula başlamadan okumayı sökmüştüm. Lise öğrencisi olan ablamın takip ettiği Çocuk Duygusu diye bir derginin resimli romanlarını okumaya başlamıştım. Sonra yine lise öğrencisi olan bir komşumuz bana Çocuk adlı bir derginin birkaç sayısını verdi. Yavrutürk dergisini okursam daha hoşlanacağımı da söyledi. Böylece Yavrutürk’e başladım ve bütün ilkokul yıllarım boyunca ilgiyle, heyecanla, bütün yazılarını defalarca okuyarak takip ettim. Okuma merakım bununla başladı diyebilirim. Bu arada ablam ve ondan birkaç yaş küçük olan amcamın kızının bir araya gelince roman okuyup üzerinde konuştuklarını görüyordum. Onlardan hatırımda iki roman adı kalmış. Biri Ba’sü Ba’delmevt, diğeri Kuyucaklı Yusuf. Onların konuşmalarına katılmak hevesiyle bir gün kendi kendime Kuyucaklı Yusuf’a başladım. Her halde on sayfa okumamışımdır, sıkılarak bıraktım. Sonra demin bahsettiğim komşumuz bana sünnet hediyesi olarak Bir Eşeğin Hatıratı ve On İki Çocuk Hikâyesi adlı iki kitap hediye etti. Galiba kitap olarak ilk okuduklarım bunlardır. İlkokulu bitirirken Jules Verne’in pek çok romanını okumuştum. Ortaokulda Pol ve Virjini ile Monte Kristo’yu okuyuşum, özellikle ikincisi, bende bugün de devam eden büyük ve kaliteli macera romanları okuma hevesini uyandırdı. O yıllarda eski harfleri okuyarak ve yazarak öğrenişim beni daha farklı kitaplara yöneltti. Orta ikinci sınıfta Mehmet Behçet Yazar’ın Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı’nı, Hasan Âli Yücel’in Goethe: Bir Dehanın Romanı’nı okudum. Bu yıllar artık edebiyatçı olmaya karar verdiğim bir dönemdi.

ERZURUM’UN KIŞINDAN HİÇ BIKMADIK

Erzurum’da öğretmenliğe 1959’da başladınız. 36 yıl orada kaldınız. Nasıl geçti bu 36 yıl? Erzurum’un sizde nasıl bir yeri var?

Daha önce bir yıl Artvin, bir yıl Merzifon, bir buçuk yıl Diyarbakır’daki öğretmenliklerimi ilâve ederseniz 40 yıl demektir. Şimdi seksen yaşında olduğuma göre demek bir ömrün yarısı Doğu Anadolu’da geçmiş. Fakültede okurken aynı zamanda Yüksek Öğretmen Okulu yatılı öğrencisi olduğumdan mecburî hizmetim vardı. Ama gerek Artvin’den, gerekse 36 yıl kaldığımız Erzurum’dan hiçbir şikâyetimiz olmadı. Erzurum’un yerlilerini bile korkutan kışı bizim için bıkmadığımız zevkli bir tabiat oyunuydu. Erzurum’un coğrafyası kadar insanları da çetindir, merttir, güvenilir. Gerek üniversitede meslektaşlarımızdan, gerekse şehirde esnaftan, yerlilerden çok güzel bir çevremiz vardı. Bununla beraber o yıllarda hemen bütün taşra şehirleri gibi eksikleri vardı. Yeni yayınları takip etme güçlüğü; konferans, konser, sergi gibi faaliyetlerin olmaması, özellikle ilk yıllarda hemen hepsi aynı seviyede asistanlar arasında danışacak hoca, faydalanılacak zengin bir kütüphane olmaması çok defa farkına bile varmadığımız kayıplarımız olmuştur.

Edebiyat dünyasının kalbi İstanbul’da atar ama siz yıllarca Anadolu’da bulundunuz. İstanbul’a gelmeyi istemediniz mi?

Demin dedim ya, bazan eksiklerimizin farkında da değildik. Yıllar sonra İstanbul’a dönünce benden yazı, konuşma, mülâkat isteyenler, kitap bekleyenler artınca benim de verimim arttı. Bunu yazı ve kitaplarımın kronolojisinden de görmek mümkündür. Yine de çocuklarımızın önce yüksek öğrenim, sonra meslek olarak İstanbul’da bulunmaları bizi buraya gelmeye zorlamasaydı herhalde emekliliğime kadar orada kalabilirdim.

 

Öğretmenlik insanları birbirine ruhen yaklaştırır

Bir daha dünyaya gelseniz yine öğretmen olmak istemenizin sebebi nedir?

Hiçbir meslek öğretmenlik kadar insanları birbirine ruhen yaklaştıramaz. Eğer özel bir ilişki, bir dostluk kurulmamışsa hemen bütün mesleklerde başka insanlarla ilişkiler bir süre sonra sona erer. Ben hocalığımda hemen bütün öğrencilerimin, aradan şu kadar yıl geçtikten sonra da vefalılıklarını yaşadım. Sınıfta bıraktığınız bir öğrenciniz bile bir gün yolda karşılaşıp elinizi öperse bu meslek sevilmez mi? Yalnız karşınızdaki çocukların, gençlerin her gün biraz daha geliştiğini görüp bundan haz duyarak bu mesleği devam ettirmek şarttır. Sevmezseniz bu zevki hissedemezsiniz.

Mustafa Kutlu, Nazan Bekiroğlu gibi günümüzün tanınan yazarlarından bir kısmı öğrenciniz. Onların yazdıklarını okurken baskın duygunuz ne oluyor?

Bunlar daha özel kabiliyetler. Şüphesiz, öğünüyorum, iftihar ediyorum. Onlar sadece benim öğrencilerim olarak değil, çok farklı kabiliyetleriyle ne olursa olsun kendilerini kabul ettirecek kişilerdi. Yalnız hocalığımın bir sırrını açıklayayım. Edebiyat kadar güzel sanatların başka dallarında da (resim, müzik gibi) özel kabiliyetleri olan bütün öğrencilerime, eğer fark etmişsem, gelişmelerini kolladım ve onları hilkatin özel yarattığı kişiler olarak sevgiyle beraber saygı duydum. Bu davranışımın bazı hususlarda müsamahaya kadar vardığını söylemeliyim.

 

Kabak tatlısına zaafım var

Fotoğraf, musiki, resim… Edebiyat dışında hangi alanlara ilginiz var?

İlgim çok da hemen hepsi amatör seviyesinde bile değil. Bir ara fotoğrafa epey meraklıydım. Kaliteli birkaç makinem oldu. Özellikle Fransa’da diyapozitif siyah-beyaz ve renkli yüzlerce resim çektim. Fotoğraf çekme, giderek bugünkü gibi cep telefonlarına kadar kolaylaşınca uzaklaştım. Geçmiş devrin kartpostallarına ve fotoğraflarına meraklıyım. Musikide klasik olmak şartıyla Türk ve Batı musikisini severim. Her ikisinden de yüz kadar longpley ve taş plaklarım var. Son yıllarda işitme zorluğum bu zevkimi de sona erdirdi. Resme hiç kabiliyetim yoktur. Klasik dönem ve empresyonistleri severim. Bir miktar röprodüksiyon albümüm var. Spor olarak sadece yürümeyi severim. Yakın yıllara kadar uzun uzun mesafeleri, saatlerce yürüyebiliyordum.

Sizin için "Çehresindeki sükunet hiç dalgalanmaz" diyorlar hocam. Sakin biri misiniz?

Çehremi bilmiyorum ama sakin biriyim. Hiddetlendiğim, asabiyete kapıldığım yoktur veya pek nadirdir. Karşımdaki insana saygı göstermek, kırmamak, aşırı iddiacı olmamak başlıca yaşama prensibimdir. Ortam alevlenmişse çatışmanın üzerine gitmektense susmayı tercih ederim. Çünkü fikirlerin bile çatışmasından gerçeğin ortaya çıkacağına inanmam.

Ellerinizle yaptığınız kabak tatlısı ikram etmişsiniz Turan Karataş’a. Mutfak merakınız var mı?

Merakım varsa da bir mutfak zevkim var demek değildir. Kendi kendime aç kalmam ve pek çok yemeği yapabilirim. Kabak tatlısına özel bir zaafım vardır. Kabağı da alırken kendim seçerim, kendim soyar ve pişiririm.

Kedileri çok seviyorsunuz. Evinizde kediniz var mı?

Çocukluğumda vardı. Birkaç kedimiz oldu. Biri Tekir Çavuş, diğeri Mercan adında çok sevdiğim iki kedimiz vardı. Daha sonra eve aldığımız kedimiz olmadı. Ama sokakta gördüğüm, bahçeye ve evin kapısına yanaşan bütün kedilerle dostluğum vardır. Genel olarak bütün hayvanları hayranlıkla severim Fakat kedilerin hilkatin özel yaratılmış bir mahlûku olduğuna inanırım.

Eşiniz bir keresinde "Eğer dünyada birine kulluk edilecek olsaydı, ben Orhan’a kul olurdum" demiş. Bu sevgi ve saygıyı bunca yıl nasıl muhafaza ettiniz?

İnsana değer vermek, hadiseler karşısında anlayışla davranmak geçim için ilk şarttır. Zannederim biz evlilik hayatımızda böyle bir düzen kurduk. Birimizin sıkıntılı durumlarında diğerimiz anlayış gösterdi. Her insan ayrı bir ferttir. Ne kadar birbirimize benzer yanımız olsa farklı taraflarımızı bulunacaktır. Bunu biliyor ve inanıyorsanız aile hayatı kolaylaşır ve her sıkıntıyı kolay atlatırsınız.

Yeni Şafak – Emeti Saruhan
 


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107