Haşmet Babaoğlu Sabah gazetesindeki yazısında “rutini güzel bir ritüele dönüştürmeyi unuttuğundan sürekli yenilik hastalığına” kapıldığını söylüyor.
Durmadan sıkılan ve gitgide dağılan insan!
Bu gidiş fena!
Durmadan canı sıkılan bir insan tipi ürettik.
O kadar sıkılıyor ki, dün yaptığını bugün tekrarlayamıyor. İşi dışında hiçbir şeye odaklanamıyor.
Hep yenilik istiyor, hep değişim, heyecan istiyor.
Fakat ne talihsizliktir ki, “yeni” en çabuk eskiyen şeydir.
Üstelik şu küçük hayatlarımıza kaç hakiki yenilik girebilir ki?
Sonrası sapıtma!
Sonrası…
Dozu sürekli artan birbirinden saçma denemelere ve maksat değişiklik olsun kültürüne kurban giden insanlar!
***
Yeni öğrendim…
Amerika’da ekstrem engelli parkur yarışlarına katılan sıradan insanların sayısı hızla artıyormuş. 2010’da bu yarışlara sadece 41 bin kişi katılmışken, 2013’te rakam bir buçuk milyonu geçmiş.
Günümüz insanının psikolojisini tanımlamak bakımından çok çarpıcı.
Sakın “aman canım bize ne, onlar Amerikalı” deyip geçmeyin…
Malum “ölesiye sıkılan gençler” yetiştirme konusunda onlardan hiçbir farkımız kalmadı.
Her hafta sonu adrenalin arayan genç profesyonellerimizin sayısı da az değil. Bu sporumsu şey yakında bizde de yaygınlaşırsa şaşırmam.
Bu yarışlarda ne mi yapılıyor?
Çamurlar içinde koşuluyor, ağır kütükler kaldırılıyor, tepelere tırmanılıyor ve…
Yarışmacılara elektroşok dahi uygulanıyor.
Yarış sırasında sakatlananlar, hastanelik olanlar, ölümden dönenler çok.
Fakat yine de mutlularmış; “çok heyecanlı bir şey yapmış olma”nın gururunu yaşıyorlarmış. İyi mi!
***
“Yenilik hastalığı” diyor bazı sosyal psikologlar.
Çünkü her yarıştan sonra geçilen engeller etkisini kaybediyor, daha yenisi ve fazlası talep ediliyor.
Bazı psikologlar eski modele dayanarak durumu “adrenalin bağımlılığı” ile anlamaya çalışıyor.