Fethi Gemuhluoğlu’nun yaşam öyküsü ve yazılarını içeren esere verilen isimdir “dostluk üzerine”. Konu başlığı olunca anımsamadan geçemedim. Yaşadığı sürece insan ilişkilerindeki tavır ve davranışları, tanıştığı her insanda kaybolmayacak izler bırakması, dostluk denince anılan isim olması onu zikretmeme sebep oldu.
Kolay elde edilmeyen değerdir dostluk. İnsan ilişkilerinde zamanla kayıt altına alınmayan ve mekanla sınırlanmayan aktivitesi vardır. Fedakarlık, katlanmak, paylaşmak. İyi ve kötü günde birlikte olmak. Birlikteliği yok edecek isteklerde bulunmamak ve saygıyı, sevgiyi ön planda tutarak sürekliliği sağlamak.
Söylenecek çok şey vardır bu konularda. Bir elin parmakları kadar dostum var diyen insanlardan tutun, yaşamım boyunca hiç dostum olmadı diyenlere kadar. Dostlarının çokluğuyla övünenlerin yanı sıra, dostum dediği halde iki gün sonra düşmanım diye tariflerde bulunanlara kadar. Atasözlerinin derinliğine kadar inmiş "kara gün dostu" "dost kötü günde belli olur" gibi tanımlamalar, toplum yaşamının devam ettiği her yerde vardır. "Düşenin dostu olmaz" sözünü küçük yaşlarda öğrenir insanlar. "Dost başa, düşman ayağa bakar" betimlemesi ince bir ayardır.
Dostluk kavramı yalnız insan ilişkileriyle mi tarif edilir? Hayır. Kitaplarla dost olanlar, çiçeklerle, hayvanlarla v.s. dostluklarını ifade edenler az mıdır? Bir de kendi kendisiyle barışık ve dost olduğunu yineleyenler. İç zenginliklerini negatif sunumlarla toplumsal yaşama taşımanın gayreti içinde olanlar.
Tüm bunları sıralamamızın nedeni ilişkiler. İnsanın kendisiyle, çevresiyle ve tabiatla diyalogu. Tariflere sığmayan dostluk bir yana, günübirlik diyaloglar kurmada bile zorlanan insanlar az mıdır? Mekan değişikliği ya da iş değişimi sebebiyle yeni çevreler edinenlerin intibakı, yeni yüzlerle karşılaşması ve tanışması, bunları devam ettirmesi kolay mı? Kolay değil elbette, ama zor da değil. Çekingenliğin özünde neler var dersiniz? Hep insanın fıtratından kaynaklanan şeyler midir bunlar, yoksa insanın yaşadığı olumsuzluklara bakarak tedbirli davranması mı? Şüphesiz her sorunun bu makaleyi aşacak nitelikte cevapları vardır. Ama öz itibariyle ikisi de fonksiyoneldir diyebiliriz.
Şehir yaşamının sunduğu imkanları yaşlı anne- babasına sadece anlatmayan, onlara sunan bir insan, onların bu imkanlardan yararlanması için neden ikna edemez de, onlar zor koşullarda bile olsa köylerinde yaşamayı tercih ederler. Şehir’de onlar için hazır olan nimetleri, kendi doğup büyüdükleri yerde zor elde edebilseler bile, onları bu tercihe iten nedir? Tabi ki bu soruya her birimiz farklı cevaplar verebiliriz. Ama özünde, o insanın yıllara dayanan insan ilişkileri yatmaktadır. Sıcak ilişkilerin olmadığı yerde, bu insanları başka edinimlerle mutlu etmek mümkün değildir. Bunu yalnız alışkanlıklar olarak ifade etmek doğru olmasa gerek. Yıllarca emek verilmiş olan insan ilişkilerinin birinci derecede payı vardır.
Yalnızlık çeken insanların, dost nasıl kazanılır, insan ilişkileri nasıl gerçekleştirilir diye feveran etmelerine gerek yok. Birey olarak kendini kontrol edebilen, değerlendirebilen ve bunları sağlıklı sosyal çevreye taşıyanlar yalnız kalmazlar. Hep ihanetlerden bahsetmek, terk edilmişliklerden dem vurmak yerine, kendimizde bunların olup olmadığını da araştırmamız gerekir. Unutamayacağımız temel esas şudur. Dostluklar tek taraflı değildir. Karşımızdakinden beklediklerimizi, kendimiz en güzel biçimde ortaya koyabilmeliyiz.
Dostluk adına insanların bizden bekledikleri çok şey de yoktur. Samimi bir gülümseme ve sadakat. Yarınlar için buna ne kadar da muhtacız değil mi? Hep umutsuzluk ve karamsarlık yayan bir yüzle kim dost olmak ister ki? İstemez elbette. Dostluklar menfaatler üzerine bina edilmedikleri gibi, menfaatlerin ön plana çıktığı ilişkilerin akıbeti de insanları üzmekten başka bir işe yaramaz. Evet, insan kendisiyle, çevresiyle barışık olmalı ve kalıcı dostluklar için ifrat ve tefritten uzak, ayarı kendinden mülhem dostluklar kurmalıdır.
Şeref Akbaba / www.haber5.com