İbrahim Karagül Yenişafak gazetesindeki yazısında ““Birinci Dünya Savaşı dönemini yaşıyoruz”diyerek; çözüm sürecinin anlamı,bölgemizdeki ve Türkiye’deki gelişmeleri değerlendiriyor.
Bugün, CIA’nın işkence raporu üzerine yazmam gerekiyordu.
Ama 2002’den bu yana bu konuda o kadar yazdım ki, ABD adına yapılan bu “aklama”, aklarken başka şeyleri “örtme” operasyonuna katkım olsun istemedim.
Gizlenmesi gerekenler zaten gizlenmiş, açıklananlar ise zaten biliniyordu.
İşkence merkezlerinin, esir ticaretinin, sorgu evlerinin, CIA gizli uçuşlarının hala devam ettiği, gizli hapishane gemilerinin okyanuslarda turladığı, hemen her merkezi ABD üssünde bir esir kampı bulunduğu, dünyanın yarısından fazla ülkedeki bu merkezlerin özenle korunduğu, üstelik otuz beş ülkenin bu işkence trafiğine yönelik istihbarat anlaşmasında imzası olduğu ortadayken, birilerinin günah çıkarıyormuş gibi yapmasını hazmetmem mümkün değil.
Tam tersine, Ortadoğu merkezli yeni kriz dalgaları sıklaşıyor. Benzer operasyonların daha da artacağını, benzer merkezlere yenilerinin ekleneceğini şimdiden söylemiş olayım.
“Birinci Dünya Savaşı dönemini yaşıyoruz..
Çok daha önemli bir konu var önümüzde. Türkiye’nin yakın çevresinde olanlar, sanıldığı gibi sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Bölge ülkelerinden ABD ve Avrupa’ya hemen herkes bizim coğrafyaya yoğunlaşmış durumda ve hiç de iyi senaryolar planlanmıyor.
Böyle bir coğrafyada Türkiye’nin istikrarını koruması, gücünü artırması, yeni şeyler üretebiliyor olması bir mucizedir. Birilerinin dünyada ve bölgede olan her kötü örneğin müsebbibi olarak Türkiye’yi gösterme gayreti kimseyi şaşırtmasın.
İçinde bulunduğumuz coğrafya, Birinci Dünya Savaşı dönemi şartlarının neredeyse aynısını yaşıyor. Abarttığımı düşünüyorsanız, bölgede yaşananlara, taraflara, bölge dışı müdahalelere, nasıl bir coğrafya istendiğine önyargılarınızdan kurtulup bir kez daha bakın.
Örgütlerle devletlerin birbirine karıştığı, sayısız yeni cephelerin açıldığı, her türlü kimliğin çatışma aracı yapıldığı, bölgenin iyiliğine olan her türlü söylem ve mücadelenin nefessiz bırakıldığı bir vahşi coğrafyaya dönüştük. “Kaos coğrafyası”, “fay hattı” kavramlarının hepsini uyguluyorlar ve bugüne kadar da ciddi başarı kazandılar.
Önceden belli üstü örtülen sıkıntılar, ülkeler arası ilişkilerdeki gerilimler şimdi açık cephelere dönüşerek biçim değiştiriyor. Her devlet bir ya da birkaç örgüt üzerinden birbiriyle hesaplaşıyor. Hepsinin üstünde bir başka akıl, örgütler ve devletler üzerinden bölgesel oyunlar kuruyor. Bütün sokaklar çatışmaya, anlaşmazlığa, cepheleşmeye çıkıyor. Bu rastlantı değil. Yüzlerce yıl birlikte yaşayanların birbirini boğazlıyor oluşu tesadüf değil.
Etrafımıza, coğrafyaya bakalım; bir tane bile olumlu gidişat göremiyoruz. Bir tane bile barış, refah, adalet ve özgürlük yönünde atılan adım göremiyoruz. Hal böyle iken insafsızca Türkiye’ye saldıranların, bir iç iktidar mücadelesi görüntüsü altında Türkiye’nin elini kolunu bağlamak isteyenlerin, onu cezalandırıp bölgedeki diğer devletlerle aynı kaosun içine sürüklemek uğraşısı içinde olanların bütün bölgeyi harabeye çeviren o üst akıldan bağımsız olduklarını düşünmek aptallıktır.
Çözüm Süreci yeni denklemin adıdır
Dikkat ederseniz bu coğrafya içinde, hatta içine Avrupa’yı da alalım, tek olumlu şeyler öneren, çıkış yolları gösteren, çatışma yerine işbirliği yolları sunan ülke Türkiye’dir.
Çözüm Süreci bu konuda müthiş bir örnektir. Hatta tek örnektir ve başkaca bir çözüm arayışı ve önerisi yoktur. Çözüm Süreci sadece Türkiye meselesi değildir. Türkiye’nin istikrar arayışının çok ötesinde bölgede rüzgarı tersine çevirmeye dönük bir model örnektir.
Coğrafyanın istikrar denkleminin adıdır. Onlarca yıldır devam eden, son yıllarda daha da ince ayarla güçlendirilen çözülme stratejilerine karşı tek meydan okuyuştur.
Kimlerin uykusunu kaçırdığını not edin. İçeride ve dışarıda kimlerin bu işten rahatsız olduğuna iyi bakın. İşte o zaman coğrafyanın bugünkü halinin müsebbiplerini de, Türkiye’ye yönelen ağır saldırıların adreslerini de göreceksiniz. O büyük yıkım rüzgârını durduracak, bütün bölgeye bir başka yolun daha olduğunu gösterecek böyle bir girişime yüzyıllık bir projeksiyonla bakmak gerekiyor. Çünkü bu iş bir etnik mesele, huzursuzluk, anlaşmazlık değildir. Türkiye’nin de, Kürtlerin de, bölgenin de geleceğini şekillendirecek elde tutulur tek projesidir.
Sürecin başarısı ya da başarısızlığı sadece Türkiye’yi etkilemeyecek. Suriye’den Irak’a, İran’ın bölgesel nüfuzundan ABD ve Avrupa’nın coğrafyaya müdahale şekillerine kadar her şeyi etkileyecektir.
Artık hiçbir ülke tek başına ayakta kalamaz
Şu bilinmeli ki, artık bu coğrafyada hiçbir ulus tek başına ayakta durma şansına sahip değildir. Hiçbir ülke ya da devlet, küresel güç müdahalelerinin sarsıntılarına tek başına direnme gücünde değildir. Ulus üstü, bölgesel nitelikte her adım o büyük güç hesaplaşmasının parçasıdır ve şiddetli reaksiyonlara maruz kalacaktır. Ancak bu adımları atmamanın sonu ise esarettir, mikro milliyetçi devletçiklerdir, garnizon ülkeler haline gelmektir.
Dünyanın ve bölgenin diplomatik manevralarının çözüm sürecine odaklanması bu yüzdendir. Çözüm istemeyen Kürt milliyetçiliğinin, iktidarla hesaplaşma içinde olan paralel organizasyonun, içerideki küskün ve öfkeli siyasi çevrelerin Türkiye’ye ve bu ortak projeye böylesine acımasızca saldırmalarının sebebi de sadece kendi hesapları değildir.
Soğuk Savaş döneminde bölgedeki devletlere dayatılan, ihale edilen roller artık örgütlere, cemaatlere, kenarda kalmış siyasi çevrelere ihale edilmektedir, onların koordinasyonu, işbirliği, toplumsal hareketlilikleri aynı adresler tarafından beslenir olmuştur.
Rusya lideri Vladimir Putin’in Ankara ziyaretinin yankılarına dikkat edin. ABD ve Avrupa’nın ağır ambargosuna maruz kalan Moskova’nın Türkiye ile bazı ortaklıklara girişmesi Batı başkentlerini hareketlendirdi. Ankara’ya; “Rusya ile bu kadar yakınlaşma hatta ambargo uygula” diyorlar. Türkiye buna direnecektir, gerçekçi olan budur. Ancak bu “uyarıcı” ülkelerin bir süre sonra Türkiye’ye nasıl bir bedel ödetme girişiminde bulunacağını hep birlikte göreceğiz. Bunu dolaylı yollardan, içerideki huzursuzluk alanları üzerinden yapacaklardır.
Sabotaj timlerine dikkat
Hükümetle hesabı olan çevreler, süreci sabote ederek yeni bir hesaplaşmanın hazırlıklarını yapıyor. Bu çevrelerin Gezi eylemlerindeki rolü artık apaçık ortadadır. 17 Aralık’tan nasıl medet umdukları ortadadır. Avrupa Birliği kurumlarındaki Türkiye karşıtlığı ve paralel çevrelerle yakınlık ile aynı çevrelerin çözüm süreci üzerindeki çalışmaları birbirinden bağımsız değildir.
İşte bu noktada seçim öncesi bir fırtınanın kopabileceğini, aynı adreslerin bu fırtınanın arkasındaki güç olacağını, muhtemelen çözüm süreci ve Kürt meselesi üzerinden bir senaryonun deneneceğini düşünüyorum.
Hiçbir kutsalı olmayan, ilkesi ve siyasi duruşu olmayan içerideki hesaplaşmacı çevrelerin, Türkiye’nin bölgede yalnızlaştığı izlenimi vererek, hem Batılı ülkelerle hem de aslında hiç hazzetmedikleri bölge ülkeleriyle nasıl da aynı cepheye savrulduklarını görmek üzücü.
Aynı anda Mısıra aşık, Suriye’ye aşık, İran’a aşık olabiliyorlar. İşlerine geliyorsa IŞİD’çi bile olabiliyorlar. Türkiye’den öç almaksa mesele aynı yatağa girmeyecekleri hiçbir devlet ya da örgüt yok. Darbeciymiş, faşistmiş, mezhepçiymiş, krallıkmış, Baasçıymış anlamını kaybediyor.
Muhafazakârı da liberali de ulusalcısı da Kürtçüsü de böyle davranabiliyor.