Faruk Beşer’in Yenişafak gazetesindeki yazısı…
İslam’ın ‘ikra‘ emriyle başladığını ve bunun ‘oku’ demek olduğunu sokaktaki insan bile bilir. Ama neden böyle olduğu konusunda düşünülmez. Einstein, Tanrı zar atmaz der. Biz de Allah abesle iştigal etmez deriz. O halde bu başlangıcın elbette derin anlamları olmalıdır. Ama ne yazık ki, Müslümanlar bugün en az okuyan millet haline geldi.
Yetmişin başlarında Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı Bin Temel Eser serisinden bazılarını okumuştum. Avrupalı bir seyyah Ortaçağ’da sadece Bağdat kütüphanelerinde bulunan kitapların Avrupa’nın tamamında bulunanların en az üç katı olduğunu söylüyordu. Yani ‘Ortaçağ karanlığı‘ bizde değildi, onlardaydı.
Okuma alışkanlığı sâridir, sirayet eder, bulaşır. Herkes okumadaki toplum ortalamasının ancak üç aşağı beş yukarısında olabilir. Arada bir, çok okuyan çıkarsa o anormal sayılır.
Okuma meselesini daha önce yazmıştım. Şimdi sadece gençlere şunu söyleyeyim: Bu alışkanlık kolay edinilmez, yaş ilerledikçe de zorlaşır. Zaten ileri yaşlarda okunanların faydası da gençlikte okunanlar kadar olmaz. Ben şimdi eskisinden daha çok okuyorum. Ama hatırladıklarım hep gençken okuduğum kitaplardaki bilgilerdir. O halde okuma alışkanlığını behemehal edinmeliyiz. Bunun asgari ölçüsü de, yine daha önce dediğim gibi, ayda en az üç kitap okumaktır. Evlerimizin de eğlence ya da kavga yeri değil, okuma, sohbet ve tartışma yeri olmasını sağlamalıyız. Evde herkes okuduğu kitabı diğerlerine anlatmalı, onlar da fikirlerini söylemelidir. Daha önce Müslüman ailenin temel özelliklerinden birinin, onun aynı zamanda bir mektep olmasıdır demiştik.
Haftada bir de mutlaka arkadaşlarla bir dersimiz bulunmalı. Bunun için de ilk akla gelen şey Kur’an-ı Kerim dersi olmasıdır. Siyer, ilmihal ya da yine okunan kitapların tartışılması da olabilir.
İbadetlerin ve özellikle de namazın varlık sebebimiz olduğu hiç unutmamalıdır. Yani, namaz yoksa biz de yokuz, diyebilirsiniz. Ve de namazın ve diğer ibadetlerin adet haline dönüşmemesi, bilinçli bir zikir özelliğini hiç kaybetmemesi konusu da çok önemlidir. Kur’an-ı Kerim ifadesiyle namaz ‘Allah’ı zikir’ olarak kılınır ve Allah, namazın şu üç özelliğine vurguyla dikkat çeker: Devam, muhafaza ve huşû. Yani hiç aksatmama, kalitesinden ödün vermeme ve Allah’ı görüyor gibi kılma. Bunu anlatırken Efendimiz, “Veda eden birisi nasıl namaz kılarsa sen de öyle kıl” buyurur. Bu bilinç sağlanmazsa namazlar bile âdete dönüşür ve semeresini veremez.
Şu anda namaz kılanların dörtte biri namazı ‘dosdoğru’ kılmış olsalar şeytan imparatorluğu için bu atom bombasından daha etkili olur. Ama ne yazık ki, imamlarımızın çoğu namaz kılanları otomatiğe bağlamış gibidirler. Adeta düşünmemeleri için gereken her şeyi yapıyorlar. Diyanet sadece bunu halletmiş olsa görev alanındaki en büyük işi yapmış olur. Gerçi kem aletle kemalât olmaz. Önce bunu dert edinen imamlar lazım. Onun ucu da gelip yine bize dayanıyor. Tabii ki, güzel kıldıranlara sözümüz yok. Onların ellerini öperiz. Ve bundan da gocunmayız, yorulmayız. Çünkü nasılsa sayıları çok fazla değil.
Zamana değer verme, ya da zamanın değerini anlama en kaybettiğimiz hazinelerimizden birisi. Modern hayat oyun, eğlence, çoklukta yarış ve gösterişten ibaret. Tam da Kur’an-ı Kerim’in dediği gibi. Bunun bir diğer adı da dünyevileşme.
Onun için gençlere kitap okuma tavsiyesinde bulunurken hep, Ali Fuat Başgil’in ‘Gençlerle Başbaşa‘ adlı hacmi küçük, muhtevası büyük kitabıyla başlamalarını söylerim. Ben onu İmam Hatip ortaokulunda iken okumuştum. Başgil, orada der ki, “Çalış genç arkadaşım çalış. Gençliğini eğlenmekle geçiren, ihtiyarlığını ağlamakla geçirir. Okumak için münasip bir yer ve münasip bir zaman arama. Her yer ve her zaman okumaya münasiptir”.
Hz. Peygamber’in şu sözü aynı zamanda insanın bir zaafını da anlatır: “İnsanların çoğunun aldandığı iki nimet, sağlık ve boş vakittir“. İnsan bunu ileri yaşlarda daha iyi anlıyor ama o zaman her ikisini de kaybetmiş oluyor. Onun için en akıllı adam, sadece kendi tecrübelerinden değil, başkalarının tecrübelerinden de yararlanmayı bilen adamdır, demişler.
‘Yürüyen Sünnet‘ deyiminin mükemmel bir örneği olduğuna bizzat şahit olduğum Abdülfettah Ebugudde merhumun yazdığı ‘İslam’da Zamanın Değeri‘ adlı kitabı ve yine onun, fakirin çevirisini yaptığım ‘İlim Uğrunda‘ adlı kitabı ilk okunacak kitaplar arasında olmalıdır. Selefimiz nasıl okumuşlar, görülsün diye.
Okumanın ne olduğunu anlayan öğrencilerimden birisi, Gülsüm Ortaç ile ortaklaşa bir çalışma yapıp güncelleştirdiğimiz okunacak kitaplar listesini yakında hizmete sunacağız inşallah.