Nuray Mert’in Cumhuriyet gazetesindeki “İslamcılara” oldukça sert eleştiriler yönelttiği yazısı…
Bir süredir, iktidar çevresinde yazıp çizenler arasında kültür, medeniyet, estetik gibi konularda, kime hitaben olduğu anlaşılamayan üst perdeden yazılara tesadüf ediyorum. Özeleştiri desek değil; çünkü muhafazakârlık adına yola çıkıp gelinen noktadan şikâyet edenler, işin sorumluluğunu kime yüklüyor belli değil veya belli de ben çıkaramıyorum. Kesin olan tek şey, bu eleştirel yazıları yazanların kendini şikâyet konusu olan şeylerden uzak tutma çabası.
Sonuç ortada
Bazıları, “dava”nın büyüklüğüne yakışır, kültürel, düşünsel, estetik bir medeniyet hamlesinin eksikliğinden şikâyet ediyor, ama sanki kendileri bu noksanlıkları giderme kabiliyetinde insanlarmış da birileri ellerinden tutmuş gibi bir eda içinde yazıyor. Oysa, İslamcılar “belediyeler dönemi”nden beri, yani nereden baksanız yirmi yıldır kültür-sanat alanında geniş bir alanı kullanıyor. Eskiden belediyelere danışman olmayan şair, yazar, sinemacı, vb. kalmamıştı; iktidar döneminden sonra bu alan daha da genişledi, vakıflardan medyaya, uluslararası festivallerden akademik kadrolara, maddi destek sorununu ortadan kaldıran birçok imkân doğdu ve kullanıldı. Ama hazin sonuç ortada.
Ödünç kelimeler
Diğer taraftan, kültürel vesayet ortadan kalktı, ama medeniyet davası güdenler hâlâ her derdin dermanını Batılı ve dahi moda olmuş yazar ve düşünürlerde bulmaya devam ediyor. En çok “bize has medeniyet”ten söz edenler, Batılı yazarlara en çok müracaat edenler oluyor. Bence, düşünce dünyasında Batılı düşüncelere, ekollere gönderme yapmak her görüşten insan için son derece anlaşılır bir şey ama, insan bu denli şikâyet ettiği bir “başka medeniyet dünyası”na bu kadar mı meftun olur, bu kadar mı gözü başka bir memba görmez? Dahası, medeniyet, medeniyet diye ortalara dökülenler, “Batı bizi iki yüzyıldır esir etti” diyenlerin çoğunun yazılarında Batılı dillerden ödünç alınmış kelimeden geçilmiyor.
Hem de karşılığı ancak Batılı dillerde olan tabirler değil, “titr”, “handikap” gibi sıradan kelimeler, hatta “irrite olmak” gibi filler. Dahası, belli ki tüm bunlar entelektüel yetkinlik timsali sayılıyor. Belli ki, “bu işin içinde bir yalnızlık” değil ama bir derin kompleks var. Sanki, söz konusu olan Batı dünyasına karşı ciddi bir itiraz değil, kompleksli bir öfke veya öfkeli bir kompleks. Belki de bu nedenle işin içinden çıkılamıyor.
Benzer bir durum, mevcut iktidar partisi çevrelerinin “Beyaz Türk” nefreti için de geçerli. Sanki Beyaz Türklerden nefretin nedeni aslında, Beyaz Türk dünyasını fazlasıyla gözünde büyütmek, yaratılan heyulanın altında ezilmek.
Nitekim, geçenlerde birisi, Nişantaşı için “ülkenin en güzel semti” tabirini kullanmış, İstanbul’un da değil, ülkenin en güzel semti! Aslında genelde Nişantaşı’na atfedilen değer, Batı dünyasını en çok çağrıştıran yer olması değil mi? Pek çok reklam filmi o nedenle bu semtte çekiliyor, pek çokları, denizleri aşıp kahve içmek için buraya gelmiyor mu? Hadi Batı meftunları için durum bu, peki, muhafazakâr kesim için Nişantaşı’na atfedilen güzellik nereden geliyor, anlamak mümkün değil; daha doğrusu mümkün de anlatmak can acıtıcı olur, geçelim
İç muhasebe yapsınlar
Madem bazıları gelinen noktadan rahatsız, kendilerini diğerlerinden ayırmak için atıp tutmak yerine, önce bir iç muhasebe yapsalar diyorum. Dahası, geçelim yüksek estetik-kültür meselelerini, medeniyetten söz edeceksek önce bir adap-edep meselesine kafa yormaya başlasalar diyorum. Zira medeniyet aslında adap-edep meselesi.
Batılı-modern medeniyetin adabını, edebini beğenmeyebilirsiniz ama medeniyet diye ortalara çıkınca hangi medeniyet dairesine göre olursa olsun önce “adap ve edep” sorun etmek lazım. Sosyal medyada sözü edilen edep yoksunluğunu bir yana bırakıyorum çünkü orası benim bilmediğim bir mecra, ama daha bu yeni mecralar icat edilmeden, bu konuda başı çeken Akit gibi bir gazeteye en ufak bir söz söyleyemeyenlerin ağzına medeniyet kelimesini alması bile bana hep tuhaf gelmiştir. Geçin onu da bir yana, şimdilerde İslamcı cenahın bu önemli mevzusuna vaziyet etme iddiasındakilerden birinin içinde “Hoşt!” geçen yazısının mürekkebi bile kurumadı.
Bırak dağınık kalsın
Eskiden İslamcılar, Batıcıların aslında Batı’yı doğru dürüst bilmediğine işaret ederlerdi, görülüyor ki kendi durumları hiç farklı değil. Kendilerini mirasçısı ilan ettikleri medeniyet dairesinden, ne adap-edep düzleminde ne bilgi düzleminde hiç haberleri yok. Zaten öteden beri “yerlilik” dedikleri yerellik, kültür dedikleri yerel folklördü, Osmanlı bilgileri bayağı hikâyelere dayalı hamaset, İslamdan anladıkları selefi sığlıktan ibaretti. Asıl sorun bu idi, hâlâ bu, o nedenle şimdi gördükleri tablodan gerçekten rahatsız olanlar varsa, işe buralardan başlasın ve her şeyden önce edep ve terbiye meselesine kafa yorsunlar.
Yok, iş “kendini diğerlerinden ayırt etme” çabasından, marka giyerek farklı olmakla yetinmeyenlerin işe entelektüel süs vermesinden ibaretse, zaten üzerinde düşünmeye değmez, bıraksınlar dağınık kalsın.