Arap baharından ‘Arap kışı’na

Yazarlar
Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı… Ortadoğu’nun hatta İslam dünyasının tüm talepleri rehin alınmış durumda. Bir zamanlar bağımlı, toplumuna yabancılaşmış dikta rejimlerini...
EMOJİLE

Akif Emre’nin Yenişafak gazetesindeki yazısı…

Ortadoğu’nun hatta İslam dünyasının tüm talepleri rehin alınmış durumda. Bir zamanlar bağımlı, toplumuna yabancılaşmış dikta rejimlerini istikrar adına korunuyordu. Batı yahut Sovyet blokunun desteklediği bu rejimlerin temel özelliği toplumsal taleplere kapalı dikta rejimleri olmasıydı. Serbest siyasal katılımın olmadığı, toplumsal taleplere kapalı rejimlerinin ortak paydası askeri ya da tek parti diktası, hanedan yönetimi olmalarıydı. Ve önemli kısmı da Jakoben laik karakteri ile özel korumaya mazhar oluyordu.

Arap Baharı denilen süreç, biyolojik ömrü tamamlanan bu dikta rejimlerinin daha liberal versiyonu ile yenilenmesi girişimiydi. Petrol şeyhliklerine ne hikmetse hiç uğramasa da, geri kalan kısmının dünyaya açılma adına küresel sisteme eklemlenmiş müşteri toplum yapısına dönüşmeleri isteniyordu. Süreç yerel dinamiklerle iyi işletilemedi, Arap baharı denilen apolitik devrimler ya iç savaşa dönüştü ya da Mısır gibi askeri darbelere teslim oldu.

Ancak bu arada ortaya çıkan İslam adına şiddet ve terör örgütleri her türden İslami ve özgürlük taleplerinin rehin alınmasına sebebiyet verdi… Sadece Batı nezdinde değil bizzat Müslüman halklar nezdinde İslami her tür girişim ve talebi terörize ederek rehin almış oldu.
Bundan sonra Batının Ortadoğu’daki her tür operasyonu meşrulaştıracak bir gerekçe olarak ‘İslamcı terör’ yaftası yeterli olacaktır.

Hem batılı kamuoyunu kendi değerleri açısından ikna etme hem de terör tehdidi ile korkutma amaçlı bu rehin stratejisi hayli işlevsel. Özellikle mülteci sorunu Avrupa’nın eski korkularını yeniden canlandırmışa benziyor. Küresel Roma iddiasındaki Avrupa Birliği’ne, Roma’nın sonunu getiren göç hareketlerini hatırlattığı kesin… Suriye iç savaşında yüzbinlerce sivilin katledilmesine, “İslam Devleti” adına ortaya çıkan ve medyatik tüm algı operasyonları ile korku krallığına dönüştürülen şiddet görüntülerinin sonuçta hangi küresel stratejilere hizmet ettiği ortada.

Totaliter rejimlere karşı her yeni siyasal talebin bastırılması, yok sayılması, demokratik Avrupa’nın diktatör rejimlere sarılmasının gerekçesi sayılacak artık. Bunun tipik örneği, Türkiye’de şimdilik pek dikkat çekmeyen Cezayir üzerine yapılan tartışmalar. 1990’lı yıllarda demokratik seçimleri kazanan İslami hareketlerin başarısını kanla bastıran dikta rejiminin geleceği tartışılıyor. Onyedi yıldır tek başına tüm ipleri elinde tutan Bouteflika rejiminin el değiştirmeden nasıl sürdürülebileceği tartışılıyor. 79 yaşındaki hasta adam sonrası ortaya çıkabilecek muhtemel güç boşluğunun istenmeyen unsurlarca (halk, İslamcılar) doldurulması korkusudur bu. Bu korkunun gerekçesi de Cezayirli kadınlarda tesettürün yaygınlaşması. Yine kadın bedeni üzerinden yürütülen modernleşme tartışmalarının/ projelerinin siyasal stratejilere yansımasıdır verilen rakamlar.

Fransa devlet başkanlığı seçiminin yapılacağı Nisan 2017’den önce Abdülaziz Bouteflika’nın ölmesi durumunda ortaya çıkabilecek senaryolar tartışılıyor. Eğer İslamcılar muhtemel boşluğu doldurup iktidarı ele geçirirlerse, mantıksal önerme olarak şiddet ortaya çıkacak ve bunun sonucunda milyonlarca mülteci dalgası Avrupa’ya hareket edecek. Bu dalganın ilk varacağı yer de Fransa olacağından seçimleri doğrudan etkileyecek ve Le Pen seçimleri kolayca kazanabilecek.

Bu mantıksal kurgu içinde yapılması gereken, yaşlı diktatör ölmeden, toplumsal özgürlük taleplerine, İslamcılara meydanı bırakmayacak düzenlemeler yapılmalı yahut beklenmedik durum ortaya çıkarsa bastırmak için her tür yola başvurmalı.

Bu korku senaryosu o derece ortak bir akıl tutulmasına yol açmış görünüyor ki …

yazının devamını okumak için..