Fatma Barbarosoğlu Yenişafak gazetesindeki yazısında modernleşmeyle birlikte kadının konumlandırılması sorununa değiniyor ve soruyor: “Kadınları ev kadını/çalışan kadın şeklinde ayırmak yerine, hayata ve ahirete bigâne kalmış/kalmamış kadınlar olarak ayırmak gerekmiyor mu?”.İşte o yazı…
I-
Yer Afyon otobüs garajı. Üniversite öğrencisi iki genç kız, şalvarlı yaşmaklı bir kadına, “Ev kadını mısınız?” diye soruyor. “Ev kadınıyım” cevabını alacaklarından yüzde yüz eminler. Daha kadın cevap bile vermeden ellerindeki formun ev kadını yazan seçeneğini işaretliyorlar. Oysa kadın bütün gücü ile ev kadını olmadığını haykırıyor: “Aah yavrıım, ben ev kadını değilim. Ben köy kadınıyım. Ev kadını çalışma bilmez. Silme süpürmeyi iş sanır. Ben köy kadınıyım. Alnımın terini silerim de ekmek diye yer, su diye içerim.”
Öğrencilerin elindeki anket formunda çalışan kadın ve ev kadını seçenekleri var. Köy kadını diye bir kategori yok. Köylü kadının onca itirazına rağmen onu ev kadını kategorisine yerleştiriyorlar.
Modern insan; olayları, durumları ikiye bölerek, böldüklerini birbirine karşı konumlandırarak anlayabiliyor ancak.
Bu karşıt konumlandırmalardan biri de çalışan kadın/ev kadını kategorileştirmesi.
Çalışan kadının karşısındaki kategori ev kadını olarak belirlendiğinde, satır arası, ev kadınlarına tembel kadın mı denmiş oluyor? “Köy kadını”nın verdiği cevaba bakarsak, evet.
II-
Tarih boyunca kadınlar babalarına ya da eşlerine nispet ile anıldılar. Sultan, hanım, hatun, kadın, avrat, refika vs.
Modern zamanlara gelindiğinde, kadınlara bahşedilen sıfat, ait oldukları mekân üzerinden belirlenmeye başlandı. Böylece kadınlara, eve ait olduklarında ev kadını, örgütlü zamanın mesaisine ait olduklarında çalışan kadın dendi. Köy kadını ise tamamen kategori dışıydı.
Oysa ne evdeki kadın artık sadece “ev”e ait ne de işteki kadın evinin sorumluluklarından azade.
Geçim ekonomisinden üretim ekonomisine, üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine doğru seyreden değişim, en çok kadınları yerinden yurdundan etti.
Geçim ekonomisinde, evdeki her bireyin işin ucundan tutma yükümlülüğü olduğu için kadınların çalışan ve çalışmayan kadınlar olarak kategorileştirilmesi söz konusu değildi.
Tarım toplumlarında kadınların ve erkeklerin yaptıkları işler birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğundan, köylü kadınlar için hayat tarlada ve evde şeklinde keskin bir ayrıma tabi değildi. Ev içi ve ev dışı diye bir ayrım yapılacaksa eğer, bu ayrım daha ziyade yaşlı kadınların evde çocuklara bakıp yemeği hazırlaması, genç kadınlarınsa tarlada, bağda, bahçedeki işleri yapması demekti.
Tarımsal üretimin döngüsü içinde, köydeki kadının yaşlı olsun genç olsun hayatının hiçbir döneminde bir anlık bir boşluğunun olması mümkün değildi. Hayat gün doğumu ile başlar, hasılatın toplandığı yaz aylarında gece yarılarına kadar devam ederdi. Sonbahar ile birlikte kadınlar imece usulü yardımlaşarak hanenin erzak ihtiyacını karşılar, kışın kilim ve halı dokuyarak evin bütçesine katkıda bulunurlardı.
Sanayi Devrimi ile birlikte köyler şehirlere taşındı, ev ile iş birbirinden boşandı; çocukların bakımı ve eğitimi, dolayısıyla kadınların çalışması, bir sorun olarak ortaya çıktı.
III-
Günümüzde Batı toplumlarında genç annelerin…