Alper Tan’dan “Yılbaşı” yazısı

Yazarlar
Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan’ın yılbaşı kutlamaları hakkında kaleme aldığı yazısı.. Cumhuriyet döneminde devlet eliyle sistematik olarak, toplum hızlı bir taklit, özenti, yozlaşma ve yabanc...
EMOJİLE

Kanal A Genel Yayın Yönetmeni Alper Tan’ın yılbaşı kutlamaları hakkında kaleme aldığı yazısı..

Cumhuriyet döneminde devlet eliyle sistematik olarak, toplum hızlı bir taklit, özenti, yozlaşma ve yabancılaşma sürecine sokuldu.

1924’te geri kalmamızın müsebbibi olarak gösterilen Hilafet ilga edildi. Hilafetin şahsında dolaylı olarak geri kalmamızın müsebbibi olarak inançlarımız yani Müslüman olmamız anlatılmak isteniyordu.

1925 şapka darbesiyle şapkadan medeniyet çıkartacaklarını zannedenler, şapkadan tavşan bile çıkartamadılar. Ama şapka giymeyenlerin darağaçlarında çağdaşlık adına boyunlarını kopardılar. 1928 harf veya alfabe darbesiyle yeni nesillerin geçmişle olan bağları kopartıldı.

Resmi tarih bunu gizlese de kılık-kıyafet darbesine itiraz eden 130 kişi bunun bedelini idam sehpalarında ödedi. Yine resmi tarih gizlese de 10 binden fazla insan da harf darbesine karşı çıktığı için idam ve infaz edildi.

1930’larda bu defa kelime ve kavramlarla uğraşarak nesilden nesile mana ve irfan taşıyıcısı olan dilimizin genetiği ile oynadılar. Dede torunun, baba evladın dilini anlamaz hale getirildi. Tarihimizden iyice koptuk ve uzaklaştık. Okullarda okutulan kitaplar bizi, 1920’den, hadi biraz daha açalım 1881’en ötesi olmayan bir millet olarak anlatmaya çalışıyordu. Bu milleti de Mustafa Kemal “yaratmıştı.”

İnancımızın en önemli evrensel sembolü ve işareti olan ezan, 1932’de aslından kopartılıp “öztürkçe” saçmalığı altında 1950’ye kadar farklı bir şekilde okutuldu.

Yememizle, içmemizle, giyim-kuşamımızla, hayat tarzımızla Batı’ya benzedik, onlara özendik. Çok çocuklu olmak modernliğe ve çağdaşlığa aykırı olarak anlatıldı. Gericilik olarak gösterildi. Çatalı sağ eliyle tutanlar bile aşağılandılar. Ramazan bayramının adı “Şeker bayramı” oldu. Kurban Bayramı ise hayvanların kitlesel olarak katledildiği vahşi bir gelenek olarak gösterildi.

Bu arada, hayatımıza “sevgililer günü” “kadınlar günü” “anneler günü” “babalar günü” “işçiler günü” gibi adına bayram denilmeyen “bayramlar” girdi. Bunları kutlama konusunda bir süre direnenlerimiz bile cemaate uydu ve onlar da kutlamaya başladılar.

Artık bu “gün”lerin sıradanlaştığı ve normalleştiği bir süreçten geçiyoruz. Kimse tepki göstermiyor bunlara. Venedik, Paris, Londra’ya gitmek son derece modern, hoş ve yapılması gereken bir şey. Ama Umre’ye gitmek gericilik ve Araplara para kazandırma sebebi olarak gösteriliyor.

Kurban Bayramı’nda kurban kesmek vahşi bir hayvan katliamı; ama yılbaşında hindi kesmek, ağaçları kesip süslemek güzel, hoş ve medeni bir gelenek!

Cumhuriyet döneminde Müslüman ahaliye, yapılanlara bakılacak olunursa kurbağanın, içine atıldığı suyun yavaş yavaş tedrici olarak ısıtılmasıyla fark ettirmeden öldürülmesi gibi bir yöntem uygulanıyor. İnançlarımız, değerlerimiz, geleneklerimiz, kültürümüz, medeniyetimiz yavaş yavaş öldürülüyor ve bize yabancılaştırılıyor.

Hiç kimse bu milletin tedrici biçimde manevi ölümüne yüksek sesle “DURUN. BUNU YAPAMAZSINIZ” diyemiyor.

Siz Hristiyanların veya Yahudilerin kendi evlerinde Kurban ya da Ramazan Bayramı kutladıklarına şahit oldunuz mu? Veya Hristiyanların, Yahudilerin Kandil kutladıklarına rastladınız mı hiç? Avrupalı’nın, Amerikalı’nın yaptıkları evrensel kabul ediliyorsa dünya nüfusunun üçte birini oluşturan 1.7 milyar Müslümanın bayramları neden evrensel olarak kutlanmıyor?

Geçen ay, ABD İstanbul Başkonsolosu Charles Hunter’ın, Ramazan Çaysever adlı biri ile evleneceği, düğünün ise Wisconsin’de yapılacağı yazıldı. Çünkü ABD’de bazı eyaletler eşcinsel evliliğe izin veriliyor. Charles’la Ramazan’ın geçen yıl Kırım Kilisesi’nde tanıştıkları belirtiliyor. Ramazan Çaysever’in, Başkonsolos Charles Hunter’ın Arnavutköy’deki rezidansına taşındığı ve birlikte yaşadıkları da yazıldı. Charles Hunter’in bu durumu ABD Dışişleri Bakanlığı’na bildirip ABD Hükümeti’nden de  “Bu eşcinsel evlilikte bir sakınca yoktur” onayı aldığı anlatılıyor.

Erkek Charles Hunter’ın, erkek Ramazan Çaysever ile evleneceğini Amerikalıların 27 Kasım’da kutladıkları Şükran Günü’nde dostlarıyla paylaştığı belirtiliyor. Hunter ve Çaysever çifti, muhtemelen Noel ve yılbaşı tatilini de ABD’de geçiriyordur.

Şimdi “bu iğrenç haberi neden anlatıyorsun” diye bana kızanlar olabilir. Batı’nın dini bayramlarını, günlerini, kutlamalarını “evrensel” görerek bugün Sevgililer Günü’nü kutlayanlar, bu “Noel değil, biz yılbaşını kutluyoruz” diye kendine fetva veren Müslümanlar, yarın “gay günleri”ni ve “eşcinsel evlilikleri” de normal görmeye hazır olsunlar.

Böyle giderse bir süre sonra “Camide tanışan Charles Hunter ile Ramazan Caysever, eşcinsel evlilik yapacaklarını Şeker Bayramı’nda aileleri ile paylaştılar. Çiftin düğünü Kurban Bayramı’nda yapılacak, ardından Umre’ye gidecekler” haberi de okuyabilirsiniz.

Müslüman hassasiyeti taşıyanların bu özentilere ve tedrici yabancılaşmaya karşı son derece dikkatli olmaları gerekiyor.

Şu an İslam dünyasında bu kadar acı, gözyaşı ve trajediler yaşanırken Müslümanların eğlenmeleri, kutlama yapmaları acaba nedir? Cehalet midir, vahamet midir? Bu çerçeveden baktığımızda bu sene Bakanlar Kurulu kararıyla Cuma gününün de yılbaşı tatiline dahil edilmesini anlamakta zorlanıyorum. Acı çeken İslam dünyasına karşı böyle bir karar hiç de uygun olmamıştır. Üzüntülerimi belirtmek isterim.

  • Universitas terbaik Tapanuli
  • tutorial dan tips zeverix.com
  • https://insidesumatera.com/
  • https://prediksi-gopay178.com/
  • https://margasari.desa.id/
  • https://sendangkulon.desa.id/