Türk edebiyatının en üretken şairlerinden biri olan Abdülhak Hamit yaşadığı döneminin en büyük şairi sayıldı ve “şair-i azam” diye anıldı. 86 yıllık uzun ömrü, onu tecrübe ve kültür bakımından zenginleştirmiş; Abdülaziz, I.Meşrutiyet, II. Abdülhamit, II. Meşrutiyet, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemlerini yaşayıp hepsinde eserler vermiş tek şairimiz olma özelliğini ona kazandırmıştır.
Abdülhak Hamit, üslup ve biçimde örnekleri reddetmiş, düşünce ve duygu bakımından özellikle Namık Kemal’e bağlı kalmıştır. Türk Edebiyatı’nda etkisi altında kaldığı belli başlı sanatçılar Fuzulî, Şeyh Galip ve Namık Kemal’dir. Batı Edebiyatından ise Shakspeare, Corneille, Hugo, Raicine, Goethe ve Dante’nin etkisi altındadır.
Hamit, “vatan, hürriyet” konularına gönülden bağlı olmakla birlikte mücadele yolu yerine zevk, zarafet ve salon yaşamını seçer. Dolayısıyla kavgacı ve toplumcu bir sanattan çok, tekçi ve özcü bir sanata eğilim gösterir. O, edebiyatımızın “düşünen adamı”dır. Düşünürken yapan, yaparken düşünen bir mizaca sahiptir. Birçoğu dağınık ve düzensiz görünen eserlerinin temel esprisi budur. Fizik ötesi ve felsefik endişeleri nazım ve nesir türündeki eserlerinde çokça işler.
Hamit, şiirlerinde Divân şiirinin ilk Tanzimatçıların döneminde süren saltanatını yıkma amacı gütmektedir. “Sahra”dan başlayarak denediği biçimsel değişimleri edebiyatımızda izler bırakmış, Namık Kemal bile Vaveylâ ve Hilâl-i Osmanî şiirlerinde bu değişikliklerden faydalanmıştır.
Estetik alanda özellikle kadın ve doğa üzerinde durmuştur. Tanzimat şiirini toplumcu ve gayeci olmanın yanı sıra tekçi olma yolunda etkilemiştir. Bu özelliği ile “geçiş dönemi şairi” olmuştur. Eserlerinde “kadın”, incelik, zarafet kaynağı ve hayranlık konusudur. Hamit’in uzun seneler doğuda ve batıda diplomat olarak bulunması her iki edebiyatı tanımasına sebep oldu. Bu sebeple Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. Abdülhak Hamit, geniş ve hür mecazlarıyla Servet-i Fünun’a ve yeni şiire öncülük etmiştir. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve felsefi düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. "Garam, Finten, Makber, Bunlar O’dur” adlı eserlerinde felsefik temalar ağırlıklı olarak görülmektedir. Şiirlerinde pek çok yabancı kelime vardır.
İlk başlarda Tanzimat ekolünün tesirinde kalmış sonra batıyı tanıyınca, klasik edebiyattan ayrılarak batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyatımızın yeni bir çehre kazanmasında Recaizade Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hamid yazdıklarıyla bunu uygulamıştır.
Herkes tarafından edebiyata yeni bir soluk getirdiği kabul edilen Abdülhak Hamit Tarhanın hayat hikâyesi:
Tanzimat döneminde batı tesirlerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu ilim âleminde isim yapmış şahsiyetlerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmud ile Abdülmecid’in hekimliğini yapmış, şiir ve tarihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise, meşhur bir tarihçi ve diplomattı.
Abdülhak Hamid ilk tahsiline Evliya Hoca, Behaeddin ve Hoca Tahsin Efendi gibi özel hocaların huzurunda başladı. Özellikle Hoca Tahsin Efendi’nin, Abdülhak Hamid üzerindeki etkisi büyüktür. Daha sonra Bebek Köşk Kapısındaki mahalle mektebi ile Rumelihisarı Rüştiyesine kısa süre devam etti. Ailesi tarafından Paris’te eğitimini sürdürmesi uygun görülünce ağabeyi Nasuhi Bey ile 1863 Ağustosu’nda Paris’e gitti. Orada özel bir koleje başladı. Kısa zamanda Fransızcasını ilerletti. 1,5 sene tahsilden sonra, yanlarına gelen babası ile İstanbul’a döndü. İstanbul’da Fransız mektebine başladı ve Fransızcasını ilerletmek için Babıâli’de tercüme odasına girdi. On dört yaşlarındayken, Tahran büyükelçiliğine tayin edilen babasıyla birlikte İran’a gitti ve 1,5 sene özel olarak Farsça dersleri aldı. Babasının 1867’de vefatı üzerine İstanbul’a döndü.
İstanbul’a döndükten sonra, önce Maliye mektubi, daha sonra sadaret kaleminde vazife yapan Abdülhak Hamid, buralarda Ebüzziya Tevfik ve Recaizade Mahmud Ekrem’le tanıştı. Sami Paşa’nın Hafız Divanı’nı okudu. Bu arada Tahran hatıralarını anlatan "Macera-yı Aşk" adlı ilk eserini yazdı ve meşhur Makber mersiyesini yazmasına sebep olan Fatma Hanımla evlendi. 1876 senesinde hariciye mesleğini seçen Abdülhak Hamid Paris Sefareti ikinci kâtipliğine tayin edildi ve iki buçuk sene vazife yaptı. Bu arada Fransız edebiyatını yakından tanıma fırsatını buldu. Paris dönüşü bir süre açıkta kalan Abdülhak Hamid, 1881’de Poti, 1882’de Golos, bir sene sonra da Bombay başşehbenderliklerine tayin edildi. Bombay’da üç sene kaldı. Eşi Fatma Hanımın rahatsızlığının artması üzerine, İstanbul’a dönmek için yola çıktı ise de, Fatma Hanım Beyrut’ta vefat etti.
Abdülhak Hamid Bombay dönüşünde Londra elçiliği başkâtipliğine tayin edildi. Fakat "Zeynep" isimli manzum piyesi yüzünden vazifeden alındı. Bir süre boşta gezdikten sonra edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine, tekrar Londra’daki eski görevine gönderildi. Bu gidişinde İngiliz olan Nelly Hanım ile evlendi. 1895 senesinde Lahey büyükelçiliğine iki sene sonra tekrar Londra elçiliği müsteşarlığına tayin edildi. Hanımının rahatsızlanması üzerine, 1900’de İstanbul’a dönen Abdülhak Hamid, 1906’ya kadar İstanbul’da kaldı. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine tayin edildi. 1911’de hanımı Nelly’nin ölümü üzerine Belçikalı Lüsyen Lucienne Hanım ile evlendi.
Balkan savaşları sırasında kabine tarafından azledilince İstanbul’a döndü. Maarif nezareti teklif edildi ise de kabul etmedi. Bir süre açıkta kaldıktan sonra ayan üyeliğinde bulundu. Mütareke yıllarında Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı günler geçirdi. Cumhuriyetin ilanından sonra anavatana döndü. 1928 senesinde İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar mebus olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. Ayrıca belediye de, dayalı döşeli bir apartman dairesi verdi. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezarı Zincirlikuyu’dadır.
Türk Edebiyatı’nın en üretken şairlerinden sayılan Abdülhak Hamit Tarhan’ın eserleri iki grupta toplanmaktadır:
1- ŞİİRLERİ: Hâmid, şiirlerini sırasıyla Sahra ( 1879 ), Makber ( 1885 ), Ölü ( 1885 ), Bunlar Odur ( 1885 ), Divaneliklerim yahut Belde ( 1885 ), Hacle ( 1885 ), Kahpe yahut Bir Sefilenin Hasbıhali ( 1886 ), İlham-ı Vatan ( 1916 ), Validem ( 1913 ), Bâlâdan Bir Ses ( 1912 ), Garam ( 1923 ) adlı kitaplarda yayımlamıştır. Daha sonra Sahra’ nın kapağında yayımlanacağı ilan edilmiş olan Yadigâr ile Hep yahut Hiç adlı kitapları plan olarak kalmıştır. Çeşitli süreli yayınlarda ve bazı kitaplarda kalmış olan kısa şiirleri Hâmid’in düşündüğü ad ile Hep yahut Hiç adı altında toplanmıştır ( 1982 ). Abdülhak Hâmid sürekli yeni şekiller denemiş; şiirlerinde yapı ve içerik olarak değişiklikler yapmıştır. Konu olarak kendi hayat hikâyesini ve dış dünyadan aldığı izlenimleri yazmıştır.
Hakkında en çok yazı yazılan ve eleştiri yapılan şairlerin başında Abdülhak Hâmid gelmektedir. Şiir görüşünü ortaya koymak ve yapılan eleştirileri cevaplamak için yazdığı “Bir Şairin Hezeyanı” ve “Nâkâfi” şiirleri dikkat edilmesi gereken, önemli şiirlerindendir.
Abdülhak Hamit Tarhan’ın Şiirlerine yakından göz atalım:
BİR ŞAİRİN HEZEYANI
Merhaba ey harap makbereler,
Sâfiline küşâde pencereler!
Nezdinizde karârı pek severim.
Bence hep şi’rdir bu meşcereler,
Şu bayırlar, harabeler, dereler.
Bu esen rüzgârı pek severim.
Bahrdan levhime gelir safvet,
Safvet-i lehv o en güzel sanat.
Ebrden kalbime iner rikkat,
Rikkat-i kalb, o en büyük hikmet.
Bu hazan u baharı pek severim.
Fikrimi âsmân eder terfi’,
Şi’rimi ahterân eder tarsi;
Her kim eylerse eylesin teşni’,
Bana lâzım değil beyan u bedi!
Köydeki çeşmesârı pek severim.
Dilemem şeyh u şâbdan irşâd,
Encümenden hiç istemem imdâd,
Bana üstâd-ı Sun’dur üstad,
Bunu cehlimden eyle istişhâd.
Cehl ile iftiharı pek severim.
Servden istikamet öğrendim,
Senge baktım metânet öğrendim,
Sâyelerden himâyet öğrendim.
Âkıbet bir muhabbet öğrendim.
Ben bu nakş u nigârı pek severim.
Müteharrik çemen belâgatten,
Dem urur tâirân fasâhattan,
Gonca bir ders açar letâfetten,
Beni âgâh eder selâsetten.
Reviş-i cûybârı pek severim.
Yetişir âsmân önümde kitab,
Bana mekteb gelir şu penbe sehâb.
Encümen cânişinidir girdâb,
Ne hoş urmuş bu merkade mehtâb.
Şu gelen ihtiyarı pek severim.
Eder ilka hayalime ziynet,
Hande ettikçe her seher Kudret,
Görürüm her tarafta bin ibret,
Tek ü tenha önünde ey Vahdet,
Ettiğim âh ü zârı pek severim.
Olmadım sarf u nahve ben âgâh,
Gramerden de anlamam billah,
Ulemâ benden etsin istikrâh,
Hiç vazifemde olamaz, ey hemrâh,
Çünkü Perverdigâr’ ı pek severim.
Batmasın pâyına sakın bu çiçek,
Bir melek geldi söyledi gülerek,
Burdan sevdiğim güzâr edecek,
Ben onun da esiriyim gerçek,
Ben o merdüm-şikârı pek severim.
Vechi mir’at-ı hüsn-i sirettir,
Zülfü meşşate-i tabiattır,
Çeşmi hemreng-i sermediyyettir,
O da bir derstir, fazilettir.
Severim, yâdgârı pek severim.