Gizem Gül’ün röportajı
Kaygısızlar’da Kültigin karakteriyle hayatımıza giren Şoray Uzun, yaptığı gezi programları ve dizileriyle pek çok kişinin sevgisini kazandı. Şimdi de Seksenler dizisinde Ahmet karakteriyle çok başarılı bir iş çıkartan Şoray Uzun’la Bayrampaşa’da gerçekleştirdiği stand up gösterisinin ardından konuştuk.
Öncelikle stand up gösterisi ile başlamak istiyorum. Böyle bir gösteri yapma fikri nereden doğdu?
Böyle bir fikir yoktu ki, hatta benim bile böyle bir fikirden haberim yoktu. Bayrampaşa Belediyesi ve söz konusu olan Faruk Yiğit ise üç ay sonra kendimizi otoban asfaltlarken bulabiliriz. Çok şaşılacak bir durum yok zaten bunda. Bugün stand-up olur, yarın Bayrampaşa’da balon turu olabilir, bilmiyoruz. Bu tamamen Faruk Yiğit’in fikri. Balkanlar’da Ramazan programlarının fikri de 8 yıl önce ile Ak Parti İlçe Başkanı Cemil Yıldız ve Faruk Yiğit’ten çıktı. Benim burada bulunmamım sebebi Balkanlara beslediğim muhabbet. Bu konuda tüm Türkiye’de yapabileceğinden fazla emek harcayan Bayrampaşa Belediyesi, bir bakanlığın bile zor yaptığı, hatta yapamadığı bir işle uğraşıyorlar. En önemlisi de Balkanlarla ilgili projelerde istikrarlı olunması. Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; bunu kınayan vardır, alkışlayan vardır. Ama bu 8’dir sene devam ediyor.
Her sene, her Ramazan Bayrampaşa Belediyesi sayesinde Balkanlar’daki soydaşlarımızla aramızdaki 100 yıllık köprüye bir taş daha ekliyoruz. Bu gösteriyi de stanp-up’tan ziyade, dostlar alışverişte görsün, Balkanlar ilintili bir şey yapmış olalım diye yaptık.
BAYRAMPAŞALI GİBİYİM
Bayrampaşa, Balkanlar sizin için çok önemli. Hatta sahnede Bayrampaşa’da oturmaya düşündüğünüzü söylediniz. Gerçekten böyle bir planınız var mı?
Bunu ilk defa düşünmüyorum. Ben daha önce Bahçelievler’de otururken Eyüp Belediyesi ile daha içli dışlıydım. Hatta bir ara düşündüm ben niye Bahçelievler’deyim ki diye. Bahçelievler’de olmamın ne alemi var ki dedim. ‘Eyüp’te oturayım’ dedim ama olmadı. Vardır bunda da bir hayır. Ben Bayrampaşa ile içli dışlıyım, Bayrampaşalı gibiyim. Bu yüzden benim Bakırköy’de oturmamım çok fazla bir anlamı yok. Gezi programı yapmam ve evimin hava alanına yakın olmasını istediğim için Ataköy’e taşındım. Şimdi gezi programı da yapmıyorum zaten. Muhacirlikse bahis mevzu olan, İstanbul’daki adres bellidir. O da Bayrampaşa’dır. Balkanların İstanbul’daki ayağı Bayrampaşa’dır, özel bir yerdir. 1950 ile 2013’ü bir arada görürsünüz burada. Ama çirkinliği, geri kalmışlığı görmezsiniz. 50’leri görürsünüz ama o geri kalmışlık değildir. O anlamda nezih bir yerdir.
Gösteriye insanların yoğun ilgisi vardı. İnsanlar sizi çok seviyorlar…
Ben çok mahcup olurum böyle sorularda. Adam yerine koyup geliyorlar. Ben bu tür organizasyonlarda pek yer almıyorum aslında. Burada olmamın nedeni Bayrampaşa’ya olan özel ilgim.
EN KRAL İŞ RAMAZAN’DA RAMAZAN PROGRAMI YAPMAK
Kaygısızlar hatta daha da öncesi Ramazan programlarından itibaren televizyon sayesinde evlerimize konuk oluyorsunuz. Birçok dizi projesinin yanı sıra gezi programları da çektiniz. Son olarak da Seksenler dizisinde rol alıyorsunuz. Dizi ya da televizyon programları hangisinde yer almaktan daha çok kendinizi mutlu hissediyorsunuz?
En konforlu iş Ramazan’da program yapmak. Bence Ramazan’da bir program yaptığınızda iftar vaktinin ne zaman geldiğini anlamıyorsunuz bile. Gezi programları yapmak da çok güzel. Zor ama güzel. Zaten buradan kalkacaksınız, dağ bayır her yeri dolaşacaksınız. Sıcak güneş altında gezeceksiniz, bir yandan çocuğunuzu özleyeceksiniz. Ama yine de güzel, çünkü zor olan her şey güzeldir. Oyunculuk daha konforlu tabi ama şunu söyleyebilirim. Ramazan’da Eyüp Sultan’da Ramazan Programı yapmaktan daha kral bir iş yok. Canlı yayın başlıyor, bitiyor anlamıyorsunuz bile ezanın okunduğunu. Bir de Emine Işık geliyor, Cevat Akşit geliyor. O anlamda lezzetli oluyor.
BİROL GÜVEN HER HAFTA SET YEMEĞİNİ KONTROL EDER
Genelde oyuncular dizi şartlarının ağır olduğundan şikayet ederler. Ama siz diğer işlerle karşılaştırdığınızda konforlu olduğunu söylüyorsunuz. Set ortamının verdiği bir rahatlık var sanırım…
Aslında bu konfor Birol Güven’den ve Mint Yapım’dan kaynaklanıyor. Mint yapımda hiçbir oyuncu ‘ben kapasitemin üzerinde efor sarf ediyorum’ diyemez. Seksenler, Birol Güven’in çok büyük hassasiyet gösterdiği işlerden bir tanesi. Çünkü o reytingden önce çalışma ortamına bakar. Çalışma ortamı iyi değilse o diziyi başta kendisi yürütmez. Bizim ekip enteresandır. Yönetmenimiz Müfit Can Saçıntı, eski arkadaşımdır ve onun çok üst seviyede bir adalet duygusu vardır. Birol Güven, reytingden önce çalışma koşullarına, çalışma şartlarına bakar. Gelir, set yemeğini haftada bir denetler, beğenmezse değiştirir. Sadece çalışma koşulları değil, sette sigara yasaktır mesela. Sadece güvenlik sebebi ile değil, setin yarısı sigarayı bıraktı. Bizim sette sigarayı bırakmak moda oldu.
DİZİNİN BU KADAR BAŞARILI OLMASINI BEKLEMİYORDUM
Seksenler dizisi çok izlenen ve başarılı bir iş oldu. Peki diziye başlamadan önce projenin bu kadar başarılı olabileceğini düşünüyor muydunuz? Dizinin başarısını neye bağlıyorsunuz?
Yok, bu kadar başarılı olacağını ekipten bir tek ben öngörmemiştim. Ben bu kadar ilgi göreceğini beklemiyordum. 4. ve 5. bölümlerde gördüğümüz ilgiye şaşırdım. Hiç beklemiyordum. Dizinin başarısı bence insani duyguları vermemizden kaynaklanıyor. Mesela sevgiliye yazılan mektup… Şimdi tweet var, o da 140 karakterli. ‘ı’bile yazamıyorsunuz, ‘canım’ yerine ‘canim’ yazmak zorundasınız. Şimdi kimse şiir yazmıyor. Kimse karşı komşunun adını bilmiyor.
Dizinin bu kadar başarılı olması, 80’li yıllara olan özlem ve insanların geçmiş günlerini bu diziyle birlikte hatırlıyor olmasından kaynaklanıyor sanırım…
O yıllarda bir odada tek soba olduğu için herkes onun etrafında ve bir aradaydı. Şimdi her odada kalorifer olduğu için herkes odasına çekiliyor. Eskiden olan muhabbet ve birlik yok artık. En temelden başlıyor bu. 6 yaşında çocuk iPad oynuyor. Eskiden mısır patlatılırdı, kestane pişirilirdi, sobanın üstüne portakal kabukları konulurdu, sohbet edilirdi. Baba oğlunu, kız anneyi tanırdı, bilirdi. Babalar evlatlarının karakterini bilirdi, ama şimdi tanımıyoruz birbirimizi.
AYŞE TOLGA’YI GÜLDEN’DEN, SERHAT KILIÇ’I ERGUN PLAK’TAN DAHA ÇOK SEVİYORUM
Dizide Rasim Öztekin gibi birçok usta oyuncunu yanı sıra genç ve başarılı oyuncular da var. Bize biraz set ortamını anlatır mısınız?
Ben oyuncu arkadaşlarımın gerçek kişiliğini rol kişiliklerinden daha çok seviyorum. İlker Ayrık’ı Çağatay’dan, Serhat Kılıç’ı Ergun Plak’tan daha çok seviyorum mesela. Kendileri çok daha lezzetli ve bu çok zor yakalanan bir şey… Normalde rol arkadaşınızın rol kişiliği daha çekicidir. Ayşe Tolga Gülden’den yüz kat daha iyi insan. Yasemin Conka Nazlı’dan, Hakan Butik Ali’den çok daha iyi bir insan. Onların gerçek karakterleri rol kişiliklerinden çok daha iyi.
HALA 12 EYLÜL YASALARIYLA BOĞUŞUYORUZ
80’li yıllar dendiğinde sizin aklınıza neler geliyor ilk olarak?
12 Eylül, rengin gri olması… 17 yaşında İzmirli Erdal’ın yaşının büyütülüp asılması. . Bir ondan bir ondan diye, bir solculardan, bir sağcılardan gencecik delikanlıların asılması. Ben 12 Eylül’de orta okuldaydım, sokağa çıkma yasağı vardı. Her şey griydi, herkes asker sayılırdı, belediye başkanları emekli albay olurdu. Ben en kötü sivil belediye başkanını bile tercih ederim, yeter ki ben seçmiş olayım. Ben Mustafa Kemal kılığında dolaşan çok belediye başkanı gördüm. Bu kişiler ellerinde beyaz fötr şapkaları ile Atatürk Orman Çiftliği’nde dolaşıyor gibi dolaşırlardı. Sivil hayatta herkes sallar. Günümüzde belediye başkanları açık hedeftir. O dönemde sallayamadıkları için en büyük kanunsuzluklar o dönemde yapılmıştır. En büyük yasalar o dönemde delindi. Otorite yoktu, silah vardı. Dağda o tür kural olur mu? Memleket dağ başıydı. Bir tane MGK Konseyi vardı, ne diyorsa o oluyordu. Mesela YÖK Kanunu’nu çıkardı. Hala boğuşuyoruz onunla. 32-33 senedir demokrasiye geçmeye çalışıyoruz.
BİZ "AMERİKA DEFOL" DEDİĞİ İÇİN 3 TANE GENCİ ASTIK
Bizim solcusu, sağcısı, ateisti, namaz kılanı ile bütün gençlerimiz bu ülkeyi seviyorlardı. Biz 70’lerde Amerika’ya defol dediği için üç tane genci astık. 10 sene sonra tek yol devrim diyeni, 9 ışığın peşinde koşan çocukları yine biz astık. Onlar o düşündüklerinin kanun dışı olduğunu biliyorlardı ama o düşündüklerini hiç hayata geçiremediler. Ama bu uğurda asıldılar, işkence gördüler. Şimdi o işkence görenlerin bazıları milletvekili. Ama unutmuşlar o günleri… Deri koltuklu, multimedyalı arabalar onlara o günleri unutturmuş. Bence onların daha etkin olması lazım. ‘Yetmez ama evet’ dedik, ama daha hesaplaşmadık.
12 EYLÜL DARBESİNİ YAPANLAR SAKİNE CANSIZ’I ÖLDÜRENLERLE AYNI KİŞİ
12 Eylül’ün sancıları daha geçmedi bizden. Onun sancılarını çekiyoruz. Dağdaki teröristin ilk azdığı ve en çok dağa çıkılan zaman o zamandır. 12 Eylül darbesini yapanlar aslında bu darbeyi kendileri yapmadı. 12 Eylül darbesini yaparak demokrasiye ket vuranlar bu devletin adamları değildi. Biz onları tanımıyoruz biz. Onlar Gaffar Okkan’a suikast düzenleyeneler, Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyanlar, Ahmet Taner Kışlalıyı katledenler, Hakkari’de polisimizi şehit edenlerle aynı kişiler. Fransa’daki Sakine Cansız’ı öldürenler de onlar, darbeyi yapanlar da onlar. Biz sadece paşaları, üniformaları gördük ama aktif olanlarla tanışmadık, inşallah tanışırız. Onlarla görülecek 100 yıllık hesabımız var.
TAHSİN ŞAHİNKAYA’YI YARGILAYARAK GEÇMİŞLE YÜZLEŞEMEZSİNİZ
Darbelerin yargılanması anlamında geçmişle yüzleştiğimizi düşünüyor musunuz?
Geçmişle böyle yüzleşilmez. 90 yaşındaki Tahsin Şahinkaya’yı yargılamakla geçmişle yüzleşemezsiniz. 80 darbesinin getirdiği yasa ne ise onu Meclis’e getirir ve onunla Meclis’te hesaplaşırsınız. Onun getirdiği ne bela varsa onları def ederek hesaplaşırsınız. Olan 93 yaşında yargıladığınız garibana olur. Kulağı duymuyordur muhtemelen. Allah zaten onu cezalandırmış, itibarını kaybetmiş. O üç kişiye acımak lazım. “Zenginken fakir düşene, itibarlıyken itibarını kaybedene, bir de cahiller arasındaki alime; bu 3 kişiye çok fazla acımak lazım.” Bunlar itibarını kaybetmiş adamlar, bunların her tarafını yargılasak ne olacak ki… Ben Kenan Evren’in yere göğe konamadığı zamanlar gördüm. Yürüdüğü zaman sokağın başından hissedilirdi, ‘Paşa geliyor’ diye. Şimdi yargılasak n’olur ki… İtibarını kaybetmiş biri, bitmiştir. En büyük ceza budur. Söylediği hiçbir şeye kendi adıma inanmıyorum. Bitmiştir, bundan ötesi ölüm yani. Ağzından çok hiçbir kelamın karşılığı yok, yargılamaya gerek yok ki… Birine verilebilecek en büyük ceza onu yok saymaktır.
Ama anlaşılmayan şu ki, biz onları her zaman yok saymıştık. O zamanlar ahalinin yüzde 93.7’si onlara ‘evet’ demişti. Ama neden? Baştaki adamların fikirlerine bayıldığımız için değil. Terör korkusuna, evladı ölmesin diye… O zamanlar bir günde öldürülen gencin sayısı 20-22’ydi tabi bu rakamlar kayıtlı olanlar. Bir de kayıtlı olmayanları var, hatta büyükşehirlerin dışındakileri de bilmiyoruz. Bazen insan ‘iç savaş çıksaydı da yasa öyle konsaydı daha mı sağlıklı olur diye’ de düşünebiliyor. O zaman bizim savaşımız olurdu ama bu bizim savaşımız olmadı.
Emekliliği gelmiş Trabzon garnizon komutanını, genelkurmay başkanı yaptılar. O da darbe yaptı. Bu durum çok ilginç. Kim bilir kaçıncı sıradaydı? Çift dikiş giden birini genelkurmay başkanı yaptılar o da balyozun arkasındaki adam çıktı. Normalde çift dikiş giden başarısız kişiyi onurlandırmazsın, ama biz Kıbrıs’ta gemisini batıran kaptanı deniz kuvvetleri komutanı yaptık. İlginciz. Atanmış kişilerde biz yeteneğe bakmıyoruz. Neye baktığımızı bende bilmiyorum ama atanmış kişilerde son baktığımız şey yetenek. Ne meziyetleri var ben şiddetle merak ediyorum. Bunlar anayasa yaptılar, Orhan Aldıkaçtı’ya anayasayı yaptırdılar. Bu adamın yeterliliği nedir? YÖK başkanı vardı İhsan Doğramacı, bu adamın akademik formasyonu nedir? Biz hala onun kuralları ile eğitim görüyoruz. Hala neden bunlar tabiiyiz, neyi bekliyoruz, anlayamıyorum.
Sıkıyönetim komutanlığına 10 kişiyi yakaladık diye mesaj göndermişler. Biri atlamış kırmızı ışıkta. Sokakta simit satan simitçiyi gözaltına alıyorlar. Çünkü üste 10 kişi denmiş. 9 kişi götürmekten korktuğu için o rütbesini bilmediğim adam yüzünden bir simitçi 2-2,5 yıl hapis yattı. Bu gerçek. Müşerref Akay’ın günde 80 küsur defa Türkiyem Türkiyem şarkısını dinlettiler. Elektrik verdiler. Pek adil değildi. O sağcı veya solcu çocuklardan daha vatansever değil bu çocuklar. Vatansever adam kendi vatanının evladına elektrik vermez. Ona vuramaz ki, ne olmuş ülkücü olmuşsa, ne olmuş sosyalist olmuşsa. Amerika defol diyor. Amerika buyur başımızın üzerinde yerin mi var desin.
O DÖNEMKİ GENÇLİK SES HIZINDAN HIZLI UÇAKSA, ŞİMDİKİ GENÇLİK BİSİKLET BİLE DEĞİL
O dönemdeki gençlerle şimdiki gençleri kıyaslamanız gerekirse ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
O dönemlerdeki gençlik ses hızından hızlı uçan uçak, şimdiki gençlik bisiklet bile değil. O dönemdeki gencin dünya algısı var. Şimdiki adamın bir şeyden haberi yok, apolitik. Her şeyden bi haber. Şimdiki nesil e-mail nesli. Şu an ortada bir adamdan bahsedemeyiz. Solcu, sağcı her neyse o dönemin Cuma namazından çıkan adamı ile siz hadis yarışına giremezdiniz. Küçük küçük Elmalı Hamdi Yazır’lar vardı. Dostoyevski bilen adam sayısı çoktu mesela. Köşe yazarlarını eleştirirler, felsefeden anlardı, aşkı bilirlerdi bu adamlar. Sevmenin nasıl bir şey olduğunu bilirlerdi. Şimdiki adamlar sevgiyi bilmiyor. Günde 3 aşk değiştiriyorlar, o yüzden mutsuzlar işte. Boşanmalar artıyor, entelektüellik artıkça oryantalizm gidiyor. Oryantalizm kötü bir şey değil ki… Japon da oryantalist, İskoç da eteğinden vazgeçmiyor. Fransız taharetlenmiyor, peçete kullanıyor. Pis aslında ama çağdaş kılıyor bu özelliği onu. Vakti zamanında yetiştirdiğimiz talebeler bize yürümeyi, konuşmayı öğretiyorlar. 150 sene önce banyo yapmayı öğrettiğimiz milletler bize temizlik dersi veriyor. Haklılar… Ne oldu bilmiyorum? Sokakları kirletir olduk. Şimdi neden bu kadar kirliyiz, pisiz bilmiyorum.
Seksenler dizisinden sonra Birol Güven’in 90’lı yılları anlatılacağı bir dizi projesini hayata geçireceğini öğrendik. Sizce o nasıl bir proje olur?
Aynen 80’ler gibi olacak ama bu sefer 90’ları anlatacak. Başka bir iş, başka bir proje. O dönem popun patladığı dönem. Her dönemde anlatılacak bir şey vardır. 80’lerin hem siyasi hem sosyal yanı var. Darbe oldu siyasi yanımız allak bullak oldu. Birde insani ilişkiler bakımından 90’larda dünyaya entegre olduk. Özel kanallar açıldı, canlı yayınlar fazlalaştı ve hayatımıza CNN girdi. Uganda’daki bir hadiseden anında haberimiz oldu. Amerika’da İkiz Kuleler yıkılırken, canlı izledik. Dünya büyük bir köy oldu. Dünya anlamında modern bir kent değiliz, köyüz daha.
BİZ BALIK HAFIZALI BİR MİLLETİZ
Bizim balık hafızalığımızı bitirmemiz gerekiyor. Ortadoğu’daki en belalı devlet 1950’lerde yaşanmış bir şeyi daha dün yaşanmış gibi hatırlatabiliyor. Ama biz geçen seneyi hatırlamıyoruz. Kindarlık değil bu. Mavi Marmara’yı, 12 Eylül’ü, depremleri unutmamamız gerekir. Bizim bu terörde kimin ne tarafta olduğunu unutmamamız lazım. Ama biz çok çabuk unutuyoruz. Unutunca da sil baştan oluyor ve öyle olunca da çok vakit kaybediyoruz. Bu olmayacağı için benimkisi ütopya…
MEĞER DAMARIMIN YÜZDE 99’I TIKALIYMIŞ
Geçtiğimiz günlerde sağlığınızla ilgili bir probleminiz olduğu haberlerini okuduk. Şimdi nasılsınız?
Şu an hiçbir problem yok. O gün 78 yaşında bir ahbabım Emin Hoca hava alanında, birlikte yemek yiyelim diye aradı. Benden sonra da Fehmi Abi’yi aramış, Fehmi Abi de kardiyolog. Fehmi Abi’nin normalde 3 hastası varmış ve son hastasını iptal edince geldi. Etmese orada olmayacak. Bizim hanım da arkadaşlar yemeğe çağırıyor desem, gitme der. Sabah çıktın evden, çocukları görmeden yatma der. Ama o gün Cebrail aleyhisselam kanadıyla dokunmuş hanımın ağzına, git dedi. Bütün bunlar mucize. Meğer benim damarım yüzde 99 tıkalıymış ve 24 saatim varmış. İyi olacak hastanın ayağına doktor gelir ya bizim ki de öyle oldu.
On5yirmi5