Destar Tiyatro’nun Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları anlattığı ‘Disko 5 No’lu’yu duymayan kalmamıştır. Bundan birkaç ay önce, Berfîn Zenderlioğlu’nun yönettiği, Mîrza Metîn’in oynadığı oyunu izlemeye gittiğimde, henüz neyle karşılacağımı bilmiyordum ve işin doğrusu kimse de uyarmamıştı!
Islak zemin, dev örümcek ağı, kırmızı halat, şişe ve sandalyeden oluşan basit ve yalın bir sahnede, sırayla örümcek, sinek, fare, köpek, gardiyan ve mahkum olarak beliren bir adam, kelimelere dökülemeyecek bir ‘duvara toslama’ hissi veriyordu… Ben işte o gün karar vermiştim onların hikâyesini dinlemeye… Röportaj için buluştuğumuzda, soru-cevaptan ziyade, aramızdaki ses kayıt cihazını unutmuş, uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi dertleşir olmuştuk…
“Kürtçeyi sonradan mı öğrendiniz?” diye soruyorum ve Zenderlioğlu’yla başlıyoruz ‘bilinmeyen dil’i dillendirmeye: “İlçelerinde, köylerinde konuşulur ama Bitlis merkezde Kürtçe hâkim değildir. Orası iyice asimile olmuş bir il. Ailem ‘Aman kızımın Türkçesi bozuk olmasın, Kürtçeyi nasılsa sonradan öğrenir’ diyerek dört yaşından sonra, daha doğrusu okul süreciyle birlikte benimle asla Kürtçe konuşmadı, hep Türkçe hâkim oldu evde. Kürtçeyi, evet, İstanbul’da öğrendim diyebilirim”.
Bu durumun onların ailelerine özgü mü yoksa o bölgede sık karşılaşılan bir durum mu olduğunu merak ediyorum, Mîrza Metîn yanıtlıyor: “Kürtlerdeki bu durum genel bir sömürge psikolojisi olarak özetlenebilir. Çocuğun Türkçesi bozuk olduğunda, kendini ifade etmekte zorlanıyor, insanlarla daha zor ilişki kuruyor. Ben üç yaşındayken Kars’tan çıkmışım, İstanbul’a gelmişim. Dört yaşıma kadar Kürtçe konuşmuşum, ardından okul süreci başlayınca Türkçe gelmiş. Aklımda çocukluğuma dair tek bir cümle var Kürtçe konuştuğuma dair: ‘Nene min cûco kuşt’ (Nene civcivi öldürdüm). Civcivleri severken öldürüyormuşum (Gülüyor).
Peki aileleriyle hangi dilde konuşuyorlar? Metîn “Türkçe” diyor: “Günlük hayatın dili Türkçe şu an İstanbul’da. Ailesiyle çocukluğundan beri Kürtçe konuşanlar devamında da Kürtçe konuşuyor ama benim ailem benimle Türkçe konuştu, devamında da öyle gelişti. Bazen Kürtçe konuşuyoruz, bazen Türkçe. Ama çoğunluk Türkçe”.
Zenderlioğlu ise ailelerin ‘Çocuklarımıza zarar gelmesin’ duygusuyla, tamamen korumacı bir mantıkla yaklaştığını ama öte yandan dille ilgili ne kadar büyük bir tahribata yol açtıklarının farkına varmadıklarını söylüyor. “Neyse ki biz sıyrılanlardanız. Hayatımıza sanatın girmesiyle dille tanışıklığımız başladı. Ama hâkim dil Türkçe, evet”.
Felsefeyi Kürtçe konuşmak
“Biz tiyatro yapıyoruz ve bu dilde konservatuvarlarımız yok. Dolayısıyla oyuncular, yönetmenler, tasarımcılar yetişmiyor. Bu ülkede tiyatro yapmak zaten bedel isteyen bir şeyken bir de Kürtçe tiyatro yapmak daha büyük bedeller istiyor” diyor Mîrza Metîn. “Biz sonradan öğrendiğimiz dilimizde tiyatro yapıyoruz. Tiyatroyu, felsefeyi, sosyolojiyi Türkçe okuyoruz. Hayata bakışımız, hayatı değerlendirmemiz Türkçe’nin kendi mantığıyla, kendi aklıyla gelişiyor ama bunu Kürtçe yapmak istiyoruz biz. Felsefeyi Kürtçe konuşmak, tiyatroyu Kürtçe tartışmak istiyoruz. Şimdi örneğin Diyarbakır’da iki tane belediye konservatuvarı var artık. Orada müzik ve tiyatro üzerine Kürtçe eğitim veriliyor ama kaynak yok. Kürtçe ne kadar eğitim dili olursa, kaynaklar da o kadar artar. Yayınevleri bu sefer Kürtçe kitaplara yönelir”.
Bu noktada, “Kürtçe tiyatro yapmak zor mu?” diye soruyorum. Türkiye’de değişen siyasetin, süreci belirlediğini söylüyorlar: “90’ların başında gizli saklı yapılıyordu zaten. Mezopotamya Kültür Merkezi’nin bodrum katında gösteri yapılırdı. Bazı gecelerde de gösteriler yapılırdı ama gösteri bittikten sonra arka kapıdan kaçılırdı. Turnelerde, oyuncular oyundan sonra veya hatta bazen oyun yarıda kesilip gözaltına alınırdı. Böyle süreçler yaşadı Kürt tiyatrosu. Sonra turneler gerçekleştiğinde valilikler izin vermiyordu, bir şekilde yolu bulunursa oynanıyordu ama bir yolu bulunamazsa oynanamıyordu oyun”.
“Barış köprüsünü ancak sanat kurabilir” diyen Mîrza Metîn, “Disko 5 No’luyla görüyoruz ki insanlar yüzleştiklerini söylüyor. Bir taraftan insanlar yüzleşirken diğer taraftan Kürt tiyatrosuyla bağ kuruyorlar. Birçok eleştirmen, Türk tiyatrosundan yönetmenler, oyuncular gelip izlemeye başladı oyunu, ama çok geç oldu bu. Biz yıllardır bağ kurmaya uğraşıyoruz” diye ekliyor.
Onlar, Destar Tiyatro olarak dört yıldır perde açıyorlar ama bir konuda sıkıntıları var: “Gruplar çoğalmıyor ki bir rekabet ortamı gelişsin”.
Destar Tiyatro’nun oyunları
Bûka Lekî (Plastik Gelin): Oyun, iletişimsizlik ve plastik hayatlar üzerine… (25 Nisan’da saat 20.30’da)
Cerb (Deney): Diyalogsuz-deneysel olan ‘Cerb’, dört denek mahkumun yaşadığı iktidar kavgasını Panaptikon kavramı üzerinden anlatıyor. (11 Nisan’da saat 20.30’da)
Disko 5 No’lu: Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ni anlatıyor. (5, 10, 17 ve 24 Nisan’da saat 20.30’da)
Antigone 2012: Berfîn Zenderlioğlu’nun yazıp, Mîrza Metîn ile birlikte oynadığı oyun, Sophokles’in Antigone tragedyasından esinlenerek yazıldı. (Oyun, 12, 18, 19 ve 23 Nisan’da saat 20.30’da)
JêrZemîn( YerAltı): 1991-2011 yılları arasında Türkiye’de yapılmış Kürtçe oyun afişleri sergisi ve bir albüm.
Mîrza Metîn
1980’de Kars’ta doğdu. 1994-1995 yıllarında Mezopotamya Kültür Merkezi’nde tiyatro, halkoyunları, Kürtçe dil dersleri alıyor. Daha sonra Teatra Jiyana Nû’da eğitimini sürdürüyordu. Bir dönem İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda eğitimi aldı ama sonra bıraktı gerekçisi ise şöyle: “Üçüncü sınıfta İnkılâp Tarihi dersi vardı. Girdim, sinirlendim, çıktım. Bu tabii nedenlerden birisi.”
Berfîn Zenderlioğlu
1980 Bitlis doğumlu. Sanat hayatına 98’de Mezopotamya Kültür Merkezi’nde başlıyor, ardından kültür- sanat, edebiyat dergisi Jiyana Rewşen geliyor. Oradan ayrıldıktan sonra 2004’te Seyri Mesel Tiyatrosu’nda hem eğitmen hem oyuncu olarak yer alan Zenderlioğlu, 2008’de Mîrza Metîn’le Destar Tiyatro’yu kuruyor. Mekân ihtiyaçları doğunca Destar Tiyatro bileşenleri ile Şermola Performans’ı kuruyorlar.
Radikal