Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere’nin yazısı….
Oliver Roy, Kayıp Şark’ın Peşinde
Fransız uluslararası ilişkiler uzmanı olan Oliver Roy (doğumu: 1949), siyasal İslam, çağdaş Afganistan ve Orta Asya araştırmalarıyla tanınıyor. Elimizdeki kitap
Roy’un maceracı, risk almayı seven yaratılışta, yaramaz bir Avrupalı genç olduğu anlaşılıyor. Bir parça meşhur Macar seyyahı Arminus Vambery’yi hatırlatıyor. Onun yolu da Türkiye’den geçmiş, bir derviş kılığına girerek hiçbir Batılının gidemediği Buhara Hanlığı’na kadar uzanmış. Rus işgalinin hemen öncesindeki bu seyahatinin sonuçlarını İngiliz Dışişleri ile paylaşmış. Ayrıca, Orta Asya hatıralarını iki ayrı kitap halinde yayınlamış. Vambery, belli bir misyonu üstlenerek mi gitti, yoksa bu riskli yolculuktan sonra elde ettiği verileri mi paylaştı pek anlaşılmıyor. Kendi ifadesine göre sonradan intisap etmiş İngiliz kurumlarına.
Oliver Roy, İran-merkezli bir eğitim alıyor. Fars medeniyeti tarihi üzerinde çalışıyor. Farsça dersleri alıyor, fakat bu işte pek marifetli olmadığı anlaşıyor. Türkçe, Kürtçe ve Çince öğrenme girişimleri hep yarım kalıyor. Farsçayı (aslında Afgan şivesini) sahada öğreniyor. İranlılar onun Afgan aksanını “köylü” buluyorlar.
Yazar, 1980-1988 arasında Afganistan’a uzun süreli seyahatler yapıyor; Sovyetlere karşı savaşan Afgan direniş hareketinin içinde bulunuyor.
Sahada bizzat aktif bir şekilde bulunmuş olan Roy’un gözlem ve analizlerinden oluşan Afganistan kitabı (Afghanistan: Islam et modernité politique, Seuil 1985), Batılı ve Rus istihbaratçıların el kitabı olmuş. Kitap önce CIA tarafından İngilizceye çevrilmiş (İngilizcesi: Islam and Resistance in Afghanistan). Bundan hemen sonra kitap Sovyetlerde KGB tarafından sivil ve askeri kadroların bilgilendirilmesi amacıyla Rusçaya tercüme edilmiş. Roy, bu sayede Fransız Dışişlerinin dikkatini çekmiş, Savunma Bakanlığı ona 2 yıllık bir burs bağlamış (s. 113). Bu sırada Sovyetlerin Afgan mücahitleriyle mücadelesi devam etmekteydi. Batılı gözlemcilerin çoğu bu mücadeleyi Sovyetlerin ezici bir güce sahip olduğundan emindi. Ama Roy, farklı şeyler söylüyordu. “Hayır, Sovyetler hiç de öyle amansız bir savaş makinesi değil; Askerlerde şevk yok, askeri mekanizma işlemiyor. Kızıl Ordu kağıttan bir kaplan” diyordu (s. 114). Batılı askerlerden bazıları onun söylediklerini ciddiye alıyorlar. Mücahidlerin desteklenmesi konusunda onun analizlerinden yararlanıyorlar.
Sovyet Müslümanları konusunda uzman olan Aleksandr Bennigsen, sahayı tanımasa da Oliver Roy’un görüşlerini takdir ediyor (s. 115). Bennigsen, sahaya gidememişti ama uzaktan da olsa kendine has bir analiz sistemi geliştirmişti. Bunu Sovyetlerde yerel dillerde yayınlanan gazetelerin satır aralarını okumak, Batı’ya sığınan Sovyet sığınmacılarıyla görüşmek suretiyle yapmıştı. Orta Asya ve Kafkasya’da İslamın durumu hakkındaki tahlillerini bu sayede bina etmişti.
Roy, “ılımlı İslam” tabirini kendisinin icat ettiğini söylüyor (s. 116). O zaman Cemaat-i İslami’nin reisi Burhaneddin Rabbani’yi ılımlı İslamcı olarak takdim ediyor. Yazar ılımlı İslamla ortak bir anlaşma zemininin bulunabileceği görüşünde; Tunus’daki an-Nahda Partisi ve Türkiye’de AK Parti hususunda bu görüşünü hâlâ koruduğunu söylüyor (s. 116).
Roy’un 1992’de yayınladığı L’échec de l’Islam politique (Siyasal İslamın İflası) kitabı da epey bir tartışmaya sebep oluyor. Bu tarihten itibaren 5-6 yıl boyunca Tacikistan’da bulunup oradaki iç savaşı gözlemleme imkânı buluyor. Roy, 1997’de Sovyet dönemi Orta Asya’sındaki fikrî, siyasî ve toplumsal ilişkileri ele alan önemli bir araştırma yayınlıyor: La Nouvelle Asie centrale ou la fabrication des nations (Türkçesi: Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi). Bu eserde Orta Asya cumhuriyetlerinin Sovyet dönemi ve sonrasını ele alıyor. Üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına ve önemli değişimler yaşanmış olmasına rağmen bu kitaptaki analizler hâlâ geçerliliğini koruyor. Kısmî bazı araştırmalar yayınlanmış olsa da, bu çapta bütüncül bir eser ortaya konulamadı.
Sonuç olarak, Kayıp Şark’ın Peşinde kitabı, yazarın İslami hareketler, Afganistan, İran, Orta Asya hakkındaki çalışmalarının zeminini merak edenler (daha doğrusu, yazarı tanımak isteyenler) için okunması gereken bir eser. Ama çevirinin birçok kusurla malul olduğunu ve okuyucunun yer yer anlaşılmaz ifadelerle boğuşmak zorunda kalacağını da belirtmem gerek. Bir söyleşinin bu kadar anlaşılmaz olması yazardan kaynaklanmış olamaz. Galiba tercümeden kaynaklanan sorunlar var. Bazı yerleri tekrar tekrar okumama rağmen bir şey çıkaramadım (mesela s. 66, 68). “22 yaşında doçentliğe kabul edildim” (s. 59) cümlesinde sözü geçen doçentlik bizim bildiğimiz doçentlik olmasa gerek. İşin doğrusu başka: O. Roy, 1972’de yüksek lisansını tamamlamış.