Aziz Doğanay, Osmanlı Tezyinatı adlı kitapta, İstanbul‘daki hanedan türbelerinin mimarilerini anlatıyor. Yavuz Sultan Selim Türbesi‘nden başlayarak Şehzade Mahmud Türbesi’ne uzanan eser, Osmanlı’nın sanat dilini anlamak isteyenler için iyi bir kaynak.
Şehrin üzerine sis çökmediyse, tepede yıldız gibi duran bu camiye gözünüz âşinâdır. Fatih‘in Çarşamba semtinde İstanbul‘un yedi tepesinden birinden asırlardır Haliç‘e bakıyor, Yavuz Sultan Selim. İlginçtir; Osmanlı’nın bu haşmetli padişahının kabrini bilenler çok olmadığı gibi yanı başındaki Şehzadeler Türbesi’ne yolu düşen de azdır. Çift kanatlı kündekâri ahşap kapısı, kalemişi süslemeleri, celi sülüs hatla yazılmış kitabesi, kubbeden zincirlerle sarkan kandilleri, yeşile boyanmış devekuşu yumurtaları, firuze ile renklendirilmiş çinileri… Aslında yazılacak o kadar çok şey var ki, gözünüz bir anda tüm bu manzarayı hapsetmek istese de yapamayacaktır.
İstanbul’un bir başka yüzü de yıllar yılı sessizce bekleyen bu zarif türbelerdir. İşlemeleri, ihtişamları ile görenleri eski bir zaman rüyasına daldıran bu mekânlar kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeymişçesine, yalnız bir halde bekleşir dururlar. Halbuki türbeler, bir taraftan şehir halkına ebedi hayatı anlatan birer kitap, diğer taraftan hat, çini, kalemişi, taş, maden ve alçı işçiliği gibi pek çok İslâm sanatının iç içe geçtiği mimari yapılardır. Osmanlı’nın sanat dilini anlamak, inceliklerine vâkıf olmak biraz da buralardan geçiyor. Yahya Kemal’in
"Eski mîmâra nasıl rahmet okunmaz burada?
Suyu cennetten akıtmış bu güzel manzarada;
Bu diyarlarda, saatlerce temâşâya değer,
Çiniden, solmayacak bahçeler açmış yer yer."
mısralarının yer aldığı "Ziyaret" adlı şiirini yanınıza alarak bu ihtişamlı yapıları gezdiğinizde her şey bir başka gözükecektir.
Sanat tarihi alanında çalışmalar yapan Yrd. Doç. Dr. Aziz Doğanay‘ın "Osmanlı Tezyinatı: Klasik Devir Hanedan Türbeleri (1522-1604)" adlı kitabı bu söylenenleri haklı çıkaracak bir güzelliğe sahip. Doğanay, Klasik Yayınları‘ndan çıkan bu hacimli kitabında Türk – İslâm sanatlarında klasik devir olarak adlandırılan Yavuz Sultan Selim zamanında yapılmış hanedan türbelerini inceliyor. Bunun yanında tezyinatta kullanılan malzemeleri, onu meydana getiren nakışları da etraflıca ele alıyor. Kitap, Osmanlı sanatının temeli olan türbe mimarisini anlama yolunda katkılar sağlıyor. Pek çok görselin sunulduğu kitapta Hançerli Fatıma, Şehzade Mahmud, Şehzade Mehmet, Haseki Hürrem, Şehzadegan, Sultan III. Murad gibi türbeler anlatılıyor.
Doğanay, çalışmasını neden sadece klasik devir haneden türbeleriyle sınırladığını ise şöyle anlatıyor: "Dönemin en büyük sanatkârlarının saray tarafından himaye ediliyor olması ve hanedana ait kişilerin türbelerinin tezyinatına çok özen gösterilmesi dolayısıyla türbelerin, dönemin sanat anlayışını en güzel ve doğru biçimde anlamamıza yardımcı olacak zengin malzemeyi sunuyor olmasıdır."
Ölümü güzelleştiren bir medeniyet
Klasik Türk sanatının İstanbul üslubu, Fatih ve Yavuz dönemlerinde saray tarafından sanat faaliyetlerine destek sağlanması neticesinde oluşur. Bursa‘da başlayan Osmanlı mimarisi geleneği ve tezyinat anlayışı, klasik şeklini Mimar Sinan ile tamamlar. Doğanay, bu klasik dönemde ilerleyerek eserini hazırlamış. Kitapta, Türklerde ve İslam‘da mezar anlayışı, klasik türbe mimarisi, malzeme ve teknik gibi konular işleniyor, dönemin hattatları, mimarları, nakkaşları, sedefkârları, çinicileri, ustalar ve atölyeleri anlatıyor. Sultan Selim Türbesi‘nden başlayarak Şehzade Mahmud Türbesi’ne uzanan eserde, her yapının mimari ve tezyini özellikleri belli bir sıra içinde müstakil olarak ele alınmış ve sonunda küçük bir değerlendirme yapılmış.
Dört bölüm ve bir katalogdan meydana gelen eser, desen çizimlerine, planlara da yer veriyor. Kitap, sahanın uzmanlarını olduğu kadar meraklılarını da Osmanlı sanatının inceliklerine davet ediyor. Kitabın sonunda bir sözlük yer alıyor. Sayfaları çevirdikçe insanı her an kendine çağıran bir ses sizi sarmalıyor. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı romanında "Nakış aklın sessizliği, gözün musikisidir." sözü bir yerlerden kopup gelirken, ölümü bile bu kadar güzelleştiren bir medeniyetin gittikçe aramızdan çekilen inceliğine hayıflanıyorsunuz. İslam sanatı üzerine böyle dönemsel çalışmaların azlığı düşünülünce Doğanay‘ın nasıl bir zorluğun altına girdiğini anlamak kolaylaşıyor.