Nisan ayında da yeni kitaplar raflardaki yerini almaya devam ediyor.
İşte Nisan ayında yeni çıkan kitaplar:
PINAR YAYINLARI
Kur’an’ı Nasıl Okudular
Hiç kuşku yok ki, vahyin bizzat muhatabı olan Allah Rasuiü (s.) ile birlikte, vahyin nazil oluşuna tanıklık eden, Kur’an ayetlerinin adeta gökten yağmur yağar gibi sağanak sağanak indiği ortamı teneffüs eden ilk nesillerin Kur’an’ın mesajlarını okuyup algılamaları ve Rabbimizin Kitab-ı Kerim’inde ebedileştirdiği üzere “semi’na ve eta’na: işittik ve itaat ettik” şuuruyla hemen uygulayıp hayatlarına aktarmaları, Kıyamet’e kadar gelecek tüm nesillere model oluşturacak ölümsüz ve eşsiz tecrübeler niteliğindedir. Onlar, ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’! (s.) “en güzel örnek” kabul ederek “yaşayan Kur’an/ar” oldular. RasulOllah (s.) ve kutlu ashabı, Kur’an’ın hayata ve tarihe müdahale eden eli, konuşan dili, yaşayan bedeni oldular.
Elinizdeki kitapta, Allah Rasulü ve ashabının Kur’an’ı nasıl anladıklarına dair örneklere yer verilerek; konuy¬la ilgili ayetler, hadisler ve örneklikler, elden geld¬iğince sınıflandırılmaya ve bu bilgilerden hareketle Kur’an’ı onlar gibi anlamanın yol ve yordamı anlaşıl¬maya çalışılmıştır.
Kur’an’ı Nasıl Yaşadılar
Allahu Teala (c.c.), tarafından insanlar arasından seçilip kutlu peygamberlik vazifesi ile görevlendirilen Hz. Muhammed (s.); tüm insanlık için “en güzel örnek” ve “alemlere rahmet” kılınmıştır. Onun büyük ve örnek ahlakını, tepeden tırnağa ilmek ilmek dokuyan Kur’ an ayetleridir; ve bu örnek ahlakı, ticaret hayatından devlet yönetimine, diplomatik ilişkilerden savaş hukukuna, cami-cemaat adabından akrabalık ve komşuluk haklarına kadar bütün iş ve ilişkilerini kapsar.
Hz. Peygamber (s.)’in güzide arkadaşları da ticareti, siyaseti, kardeşliği, aile ilişkilerini, komşuluğu, oturmayı, kalkmayı, selamlaşmayı; kısaca hayatı Kur’an’la yaşama adabını O’ndan öğrenmişler; her alanda adım adım O’nu takip ve taklit etmişlerdir. Kısaca onlar; hayatın her alanında iliklerine kadar Kur’an’ı yaşamışlardır.
Bugünün Müslümanları da, aynen onlar gibi;
Kur’an’ın hali ile hallenir ve onun ahkamıyla amel ederlerse … Kur’an’la oturur, Kur’an’la kalkar, Kur’an’la yürür, Kur’an’la konuşur, Kur’an’ı yaşarlarsa …
İşte o zaman, o ilk nesli ayağa kaldıran Kur’an, bu çağın Müslümanlarını da yeniden diriltecektir.
Kur’an’ı Nasıl Anladılar
Hiç kuşku yok ki, vahyin bizzat muhatabı olan Allah Rasuiü (s.) ile birlikte, vahyin nazil oluşuna tanıklık eden, Kur’an ayetlerinin adeta gökten yağmur yağar gibi sağanak sağanak indiği ortamı teneffüs eden ilk nesillerin Kur’an’ın mesajlarını okuyup algılamaları ve Rabbimizin Kitab-ı Kerim’inde ebedileştirdiği üzere “semi’na ve eta’na: işittik ve itaat ettik” şuuruyla hemen uygulayıp hayatlarına aktarmaları, Kıyamet’e kadar gelecek tüm nesillere model oluşturacak ölümsüz ve eşsiz tecrübeler niteliğindedir. Onlar, ahlakı Kur’an olan Hz. Peygamber’! (s.) “en güzel örnek” kabul ederek “yaşayan Kur’an/ar” oldular. RasulOllah (s.) ve kutlu ashabı, Kur’an’ın hayata ve tarihe müdahale eden eli, konuşan dili, yaşayan bedeni oldular.
Elinizdeki kitapta, Allah Rasulü ve ashabının Kur’an’ı nasıl anladıklarına dair örneklere yer verilerek; konuy¬la ilgili ayetler, hadisler ve örneklikler, elden geld¬iğince sınıflandırılmaya ve bu bilgilerden hareketle Kur’an’ı onlar gibi anlamanın yol ve yordamı anlaşıl¬maya çalışılmıştır.
ALTIN KİTAPLAR
Yoksa Sen misin?
Bürküt 15. yüzyılda Orta Asya’da yaşayan bir Türkmen kızı. Doğuştan Şamanlık yeteneğine sahip. Kutsal Vooo Bataklığı’nda boğulmak üzereyken çamurdaki Anaşidalar ona uzaylı-insan niteliği kazandırırlar. Çünkü kendisine göksel güçler tarafından, insan soyunun yok olmaması konusunda önemli bir görev verilmiştir.
Bengü ise 21. yüzyılda İstanbul’da yaşamaktadır. Kayak kazasında çığ altında kalır. Ruhu varlığından kıvılcım gibi sıçrayıp çıkar. Paralel evrenlerdeki geçmiş zaman katmanlarına savrulur. Orada Bürküt’e sığınıp onunla bütünleşir.
Bürküt, ruh eşiyle birlikte Asya’da on yıl süreyle destansı serüvenler yaşar. Sonunda Oğuz Kağan’ın Çin’de yaptırmış olduğu efsanevi Beyaz Piramitler’e ulaşır. İnanışa göre piramitlerde, tüm dünyada barışı sağlayacak gizemli bir güç saklıdır.
2001 yılbaşı gecesinde, dünyayı şaşırtan bir olay yaşanır. On yıl önce yarı ölü hâlde, bitkisel hayata tutsak olan on beş yaşındaki Bengü birdenbire canlanır. Çünkü ruhu, Bürküt’ten ayrılıp kendisine geri dönmüştür. Amaaa!
KOÇ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI
Ellerle Konuşmak: Türk İşaret Dili Araştırmaları
Koç Üniversitesi Yayınları (KÜY) tarafından yayımlanan, Ellerle Konuşmak: Türk İşaret Dili Araştırmaları adlı kitap raflardaki yerini aldı.
Kitapta, işaret dillerinin konuşma dillerinden türemediği, tıpkı konuşma dilleri gibi karmaşık, zengin yapılara sahip olduğu vurgulanıyor. Buna göre, işaret dilleri hem somut hem de soyut kavramlar içeriyor. Dünyada sadece bir tane işaret dili olmadığını belirten kitap, bir tanesini bilmenin, diğer işaret dillerinin bilindiği anlamına gelmediğine dikkat çekiyor.
Engin Arık tarafından derlenen kitap, hem işaret dili dilbilimine hem de Türk İşaret Dili üzerine bilgilerimize katkıda bulunmayı hedefliyor. Birinci grup makalelerde Türk İşaret Dili’nin tarihi ve günümüzdeki toplumsal ve politik konumu ayrıntılarıyla incelenirken, sağırlık kavramı da pek çok açıdan tartışılıyor. İkinci grup makaleler ise Türk İşaret Dili’ne dilbilgisel yaklaşımlardan oluşuyor. Üçüncü grup makalelerde ise Türk İşaret Dili’yle ilgili uygulamalara yer veriliyor.
Ellerle Konuşmak’ta dil, bir kâğıda benzetilerek şu şekilde ifade ediliyor: “Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynıdır: Ne ses düşünceden ayrılabilir ne de düşünce sesten. Peki, ses olmadığında ne olur? Düşünce nasıl gelişir? Bu iki soru, dilbilimcileri işitme engelliliği, sağırlık, dil ve biliş üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Dilbilimciler yıllar süren araştırmalar sonucunda işaret dillerinin ‘dil’ tanımına uygun olduğunu göstermiştir.”
Çağdaş Sanat Müzeleri
Koç Üniversitesi Yayınları’nın (KÜY), sanat kategorisinde yayımladığı Çağdaş Sanat Müzeleri adlı kitap raflardaki yerini aldı. Zaragoza Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde görev yapan ve birçok uluslararası sanat kuruluşunun üyesi J. Pedro Lorente’nin kaleme aldığı kitap, Şeyda Öztürk tarafından Türkçeye kazandırıldı.
Lorente, kitabında çağdaş sanat müzeleri kavramı ve tarihinin yanı sıra bu müzelerin tasarım ve sunumunun zaman içinde değişen biçimlerini araştırarak, ilk çağdaş sanat müzeleri nerede, nasıl ve kim tarafından yaratılmıştı sorularına cevap arıyor.
Benimsenen tarih yazımı yönteminin tanıtıldığı ve terminoloji meselelerinin ele alındığı kitabın birinci bölümünde, 19. yüzyılda Paris’teki Musée des Artistes Vivant’ın oluşturduğu paradigma ve Avrupa’nın geri kalanındaki muadilleri ele alınıyor. İkinci bölümde bu müzelerin 1930’dan günümüze kadarki öyküsü gözden geçiriliyor ve 20. yüzyıl boyunca Batı’nın geri kalanında benzerleri ve karşıt örnekleri kurulan New York’taki Museum of Modern Art yeni uluslararası model olarak sunuluyor. Sonsöz bölümünde ise müze alanındaki son gelişmeler inceleniyor.
Kitap, çağdaş sanat müzelerinin gelişimini uzun vadeli ve evrensel bir perspektife oturtulmuş bir anlatıyla sunarak konuyu uluslararası bir perspektife yerleştirmeyi de başarıyor. Büyük müze başkentlerinin (Paris, Londra ve özellikle New York) kendi müze içeriğini oluşturma modelini ne ölçüde uygulayabildiğini değerlendiren kitap, bir yandan da bu modellerin başka yerler üzerindeki etkisini teslim ederek müze içeriği oluşturma pratiğinin etkileyici yönlerini sergiliyor. Kitap, günümüzde kültürel planlama girişimlerinin sıklıkla tarihsel kullanımlar tarafından şekillendiğini ortaya koyuyor.
İmparatorluk Simsarları: Venedik-İstanbul Arasında Mekik Dokuyanlar
İmparatorluk Simsarları: Venedik-İstanbul Arasında Mekik Dokuyanlar adlı kitap, Koç Üniversitesi Yayınları’ndan (KUY) okurlarla buluştu. Tarih ve Antropoloji kategorisinde yayımlanan kitap, Toronto Scarborough Üniversitesi Tarihi ve Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde tarih doçenti E. Natalie Rothman tarafından kaleme alındı.
Kitap, sömürge göçmenleri, azat edilmiş köleler, tüccarlar, simsarlar, mühtediler ve siyasi tercümanlar gibi, erken modern Venedik-Osmanlı sınırını düzenli olarak geçenlerin kesişen dünyalarını inceliyor. Dil, din ve siyaset çizgilerini sürekli aşan etkileşimlerinde bu imparatorluk aşırı tebaa, Avrupa’yla Levant arasında yeni ortaya çıkan ayrım da dâhil olmak üzere emperyal ve kültürel sınırların şekil değiştirmesine yardımcı oluyor.
Rothman, 1570-1670 arası dönemde, Osmanlı’nın yarattığı farkın Venedik kurumlarında algılanışında kademeli bir dönüşüme tanık olunduğunu savunuyor. Yasal ve ticari kıstaslara yapılan vurgunun, kısmen bu tebaanın sayesinde, yerini dine ve dile dayalı farklılıkların algılanmasına bıraktığını söylüyor.
Devletin yabancı tüccarlara vergi ödetme ve Venedik vatandaşlığını tanımlama çabalarına simsarların sık sık karşı koyduğu, Venedik’in hareketli pazar yerlerinde başlayan hikâye, Müslümanlıktan ve Yahudilikten dönmelerle, onların Venedikli Katolik hamilerinin, karşılıklı dönüşümlerinin pazarlığını yaptıkları, Venedik’teki bir hayır kurumunda devam ediyor.
Osmanlı’yla ilgili bilgi üretip yaymakla kalmayan, aynı zamanda emperyal sınırların öte yanında yoğun akrabalık ve hamilik ağları kuran Venedik’in siyasi tercümanları, dragomanlarla son buluyor. Rothman’ın yeni çizdiği kavramsal ve deneysel çerçeve, Akdeniz ve ötesindeki yasal, dini ve etnik dilsel farklılıkları yöneten kurumsal icraata ışık tutuyor.
Yaşam Neden Var?
Koç Üniversitesi Yayınları (KÜY) tarafından yayımlanan, University College London’da evrimsel biyokimya araştırmalarını yürüterek bu konuda ders veren Nick Lane tarafından kaleme alınan ve Ebru Kılıç tarafından Türkçeye kazandırılan Yaşam Neden Var? kitabı raflardaki yerini aldı.
Biyoloji kategorisinde yayımlanan kitap, enerjiye ve yaşama yepyeni bir bakış açısı sunarken, biyolojinin temel sorularına yanıt arayan Nick Lane, yaşamın evrilişindeki anlaşılmaz noktalara bakıyor. Hücrelerin enerji sağlama biçimlerini bir yol gösterici olarak kullanmasının yanında enerjiyle yaşam arasındaki ilişkinin başlangıca dek uzandığını öne sürerek, yalnızca yaşamın kökeni değil, sağlık ve ölüm üzerine de yeni fikirler geliştiriyor.
Kitap ayrıca, gezegenimizdeki yaşamın tarihi hakkındaki bilgileri referans alarak, biyolojinin en büyük sorularının henüz yanıtlanmayanlar olduğuna eğiliyor. Tuhaf ve karmaşık bir süreç olan yaşamın ilk kez 4 milyar yıl önce bir bakteri hücresi olarak ortaya çıktığı ve bu hücrenin, neredeyse bugün yaşayan bir insanın hücreleri kadar incelikli olduğu düşünülen biyolojide, hücrelerin yapısı ve milyonlarca yıl içindeki evrimi hakkında çok şey öğrendiysek de, genom çalışmalarıyla ortaya çıkarılanlar çok heyecan verici olsa da, cansızdan canlıya geçişin nasıl gerçekleştiğini hâlâ pek bilmediğimize değiniyor.
NESİL YAYINLARI
Gül Kokulu Resulden Mucizeler
Sa’d bin Ebu Vakkas, Yüce Allah tarafından henüz dünyadayken cennetle müjdelenen on kişiden biriydi. O anlatıyor:
“Uhud Harbi sırasında Allah Resulü ile beraberdik. Peygamberimiz, o gün yayı kırılana kadar ok attı. Daha sonra oklarını bana vererek: ‘Haydi at!’ dedi.
Verdiği okların arka kısmında, onların uçuran tüyler bulunmuyordu. Buna rağmen atmamı istiyordu. Attığım bütün oklar, sanki kanatlıymış gibi uçtuktan sonra, müşriklerin vücuduna yerleşiyordu.
Tam o sırada, Katâde bin Numan’ın gözüne bir ok saplandı. Gözü çıkıp yuvasından aşağı aktı. Efendimiz hemen onun yanına koştu ve Katâde’nin yuvasından çıkan gözünü, mübarek elleri ile yerine koydu.
Katâde’nin gözü bir anda şifa buldu, hatta öbür gözünden güzel görmeye başladı.”
…
Bulutlar ve melekler, tâ küçük yaşlardan beri onu gölgelemişti. Örümcek ve güvercinler, saklandığı mağaranın ağzında yuva yaparak müşrikleri yanılttı. En vahşî hayvanlar bile ona itaat etti, bir insan gibi konuşup derdini ona döktü. Çölde susuz kalan İslam ordusu, mübarek parmaklarından akan suyu içerek hayata tutundu. Ay onun işaretiyle ikiye ayrılırken, taşlar onun avucunda Rabbimizi zikretti. En ağır hastalar bile yine onun eliyle şifa buldu.
Çünkü o ‘En son’ ve ‘En büyük’ Peygamberdi.
Bizleri de canından fazla seviyordu.
Cennetin Elçileri Peygamberler Tarihi
Yarattığı her canlıyı birer nazlı çocuk gibi besleyen; her birinin isteğini eksiksiz şekilde veren Yüce Rabbimiz, böylelikle kullarını ne kadar sevdiğini açıkça gösterdi. Ve onların ‘en şereflisi’ olan bizleri, yine merhameti ile ebedî cennetlere davet etti.
Fakat en düz yolda bile şaşıran insanoğlu, cennete ulaşmak için takip edeceği yolu bilemiyordu. Zaten bilmesi de mümkün değildi. O yolu bilenlerse, Allah’ın elçilerinden başkası olamazdı. Merhametli Rabbimiz, bunun için Hz. Âdem’den başlayıp, onlara her asırda peygamber gönderdi. Sayıları 100 bini aşan bu elçiler, Peygamber Efendimizle sona erene kadar, o kıymetli yolculara doğrularla yanlışları göstermeye çalıştı, o cennete ulaşmanın sadece Allah’ı bulup onu razı etmekle mümkün olduğunu, bunun için gerekenleri tarif etti.
Fakat peygamberlik vazifesi ağırdı. Onlar bu vazife için hiçbir şey beklemese de çileler ve işkenceler onları bekliyordu. Bu yüzden birçok peygamber işkence gördü, bir kısmı da hayatını bu yolda kaybederek şehit düştü.
Elinizdeki kitapta o yüce peygamberlerin zorlu hayatlarından kesitler bulacaksınız.
Aşk 5 Vakittir
Gelirken sen getirmediğin, giderken de gitmelerine mani olamadığın hiçbir şeye benim diyemezsin.
Benim diyemediğin şeyden hak talep edemezsin.
Hak talep edemediğin şeyden şikâyet edemezsin.
Ama aldandın bir kere.
Damarlarına kadar işlemiş haram sevdaya mukabil, sana şah damarından daha yakın olduğunu söyleyen bir Rabbin vardı.
Duymadın!
Kimse bilmez diye derinlere gömdüğün dertlerine mukabil, yarattığı kalbin atomlarına kadar işiten Rabbin vardı.
Anlamadın!
Onların batıp giden sevgilileri çiçek alırken, bizim Sevdiğimiz (c.c.) tüm çiçekleri yarattı.
Görmedin!
Şimdi hüzünlü yüreğine şöyle söyle dostum:
Geçmez sandığın ne varsa geçiyor.
İçin geçiyor önce.
Sonra anıların gözlerinin önünden geçiyor.
Geçmez sandığın kabuk tutan yaraların da geçiyor.
Ben de gidiyorum artık, gözümün önünden kabrim geçiyor.
Kestiğim elimi ispat olsun diye gözlerimin önünde tamir eden Allah’ım!
Kırık gönlümü başka cerrahlara götürdüğüm her gün için affet!
Tırtıl öldüm demiş, Allah kelebek yaratmış…
AĞAÇKAKAN YAYINLARI
100 Şarkıda Memleket Tarihi
Ağaçkakan Yayınları’na ait “Hazır Bilgi” serisinin dördüncü kitabı Murat Meriç’ten “100 Şarkıda Memleket Tarihi” oldu.
Murat Meriç memleket tarihinin yüze böldü ve 100 şarkıyla anlattı.
Üstelik kitabın içindeki karekodlar sayesinde şarkılar anında dinlenebiliyor.
Bu enteresan popüler tarih çalışmasının her yaş ve çeşitten okura ilginç geleceğini, herkesin bir şeyler öğreneceğini düşünüyoruz.
Kitabın önsözünden:
“Tarih, okulda en uzak durduğum ders. Hayatımdaki tek bütünlemem, lise sonda girdiğim tarih bütünlemesi. Bugün “tarihçi” olarak anılıyor olmam, oldukça ironik bir durum. Bize öğretilen “tarih”, tanıklıklarda rastladığımız gibi değil. Tarihi şarkılarla bütünlemek, geçmişin izlerini şarkılarda sürmek, heyecanlı. Elinizde tuttuğunuz kitapta, bu heyecanı sizlerle paylaşıyorum.
Kitap, kendini anlatıyor. Özeti şu: Memlekette ve dünyada olan biten üzerine yazılmış şarkılar var burada. Benim seçtiklerim. Başka biri bambaşka şarkılar seçebilirdi. Kitabı hazırlarken ve şarkıları sunarken kronolojik bir sırada ilerlemeyi tercih ettim. Yine de (okura bir kolaylık sağlamak için) kendimce önemli gördüğüm öbekleri ayırarak kimi bölümlemeler yaptım. Karışık gözükebilir, eksikleri/fazlaları vardır, olabilir. En büyük eksik, başta ayrı bir bölüm olarak tasarladığım seçim şarkıları. Başa çıkamayınca, eleyemeyince onları kitabın dışında bıraktım. Kim bilir, belki de bir sonraki kitabın konusu olurlar…
100 rakamı şüphesiz sınırlayıcı. İstemeden kitap dışında bıraktığım çok şarkı/olay var. Yine de kendimi tutamayıp “fazladan” altı belgesel plak ekledim. Kitap dışında kalan şarkıları unuttuğum sanılmasın.“,
on5yirmi5