Şiir, hikaye ve roman üzerine yazdığı eleştirileri ‘Üç Sütun’ adlı kitapta toplayan şair Hakan Arslanbenzer, hikaye ve romanla bağını ‘Şiir vurup geçer, hikaye ve roman da hasadı kaldırır. Ben hayatın tümüyle ilgileniyorum. Şiirden sonra hikaye ve roman ilgimin olması da bundan olmalı’ diye açıklıyor. Günümüz şiiri üzerine ise Arslanbenzer’in yorumu şu: ‘Modern ve postmodern şiir ölmüştür.’
Üç Sütun: Şiir, Hikaye, Eleştiri planlanmış bir kitap mıydı? Hangi aşamalardan geçti, nasıl yazıldı?
Yazılar kendi içinde bir tamlığa sahip ama yazıların toplamı bakımından önceden planladığım bir şey değil Üç Sütun. Geçen sene Neo-Epik Şiir’i yayımladığımda yazılarımın Neo-Epikle ilgili olmayan kısmı topluca çekmecemde duruyordu. Bunları gözden geçirince üç veya dört mesele etrafında yazılar olduğunu gördüm: Mevcut şiir, hikaye ve roman, eleştiri ve son olarak dergiler. İşte bu üçten bozma dört başlık altında bu kitabı örgütledim ve Okur Kitaplığı’na gönderdim. Adından da anlaşılabileceği gibi eklektik ve esnek bir örgütlenişi var kitabımın ama aynı zamanda da bir araya geldiklerinde de bir mimari yapı oluşturabildiklerini düşünüyorum.
Dört deneme kitabınız var. Dördünün de ortak özelliği eleştirel denemelerden oluşması. Üç Sütun’un diğer deneme kitaplarınızdan farkı nedir?
İlk kitabım Dünyaya Saldıran Şair bir girişim kitabıydı. Kendime ve benim gibi düşünmeyi kabul edebilecek insanlara o günün edebiyat dünyasındaki karanlık, belirsizlik ve kayganlığa rağmen bir yol bulma girişimiydi. Neo-Epik Şiir benim 20 yıllık esas faaliyetimin kaydı denebilir. Türkiye’de Kültürel İktidar Solda Mı? ise kültür savaşları ve halkçılık yazılarından oluşan yine organize bir kitap. Tabii orda da şiirin tekniğinden daha çok sosyolojisini ilgilendiren yazılar da var. Özellikle siyaset-şiir ilişkisine eğilmiştim. Üç Sütun bu planlı, organize çalışmalar yanında denemeye, çeşitli konularda serbestçe yazma deneyi içeriyor. Parça parça, yazı seçerek de okunabilecek esnek bir kitap gibi geliyor bana. Tabii Üç Sütun’da da bir rastgelelik yok. Belki eksiklerden söz edilebilir. Kemal Tahir ve Orhan Kemal romanı hakkında yazılar var ama üçün üçüncüsü gibi gördüğüm Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanı üzerine bir şey yok. Ya da eleştiride Ataç, Cöntürk ve Kaplan var; Asım Bezirci yok. Burada temsil kuvveti daha çok olanlar bir adım öne geçti gibi; daha doğrusu ben ordan başladım.
İLK TOMRİS UYAR’I YAZDIM
Şairlerin roman veya hikaye okudukları bilinir, fakat bunlar üzerine yazdıkları pek görülmemiştir. Sizin roman veya hikaye üzerine yazmaktaki amacınız nedir? Buna neden gerek duydunuz?
Ben hep hikaye üzerine yazmak istiyordum. İlk yazımı da Tomris Uyar üzerine yazmaya karar vermiştim. 4 ay çalışıp sonunda Turgut Uyar üzerine bir yazıyla Dergâh’ın kapısını çalmıştım. Şiir üzerine düşünmek çünkü hiç aralıksız yaptığım bir şeydi zaten. Güçlü tarafım oydu. Uyar yazısını dört saatte yazmıştım. Metafizik bir eksiklik hissetmesem hikaye ve roman üzerine daha çok yazmak isterim. Seviyorum hikayeyi. İnsan halleri, ilişkileri konusunda şiir bize fazla bir şey söylemez, söylenmesi gereken en kritik sözü söyleyip geçer. Bu hikayenin işidir. Bende de bir tür antropolojik merak var çocukluğumdan beri. İnsanın kaderi, bir davranışın nihai sonucu, zamanın akıp geçişi hep gözümün önünde tuttuğum şeyler. Şiir Yedi Samuray’daki samuraylar gibi yiğit ve parlak ama samuraylar gittikten sonra birilerinin çeltik tarlalarını ekip biçmesi gerekiyor. Hikaye ve roman edebiyatın çiftçileri gibi geliyor bana. Anlatının planına, metinsel kurguya göre birinin birine dediği çok önemsiz bir lakırdıyı da almak zorunda kalabiliyorsun. Şiir vurup geçer, hikaye ve roman da hasadı kaldırır. Ben hayatın tümüyle ilgileniyorum. Şiirden sonra hikaye ve roman ilgimin olması da bundan olmalı.
RUHUNU YAKALA GERİSİ GELİR
Hikaye, roman, eleştiri veya dergicilik üzerine düşünüp yazarken belli kıstaslara dayanır mısınız? Örneğin bir hikayeyi okurken, ondan neler beklersiniz?
Üç Sütun’daki bazı yazılar ciddi anlamda teknik yazılardır. İyi bir ön hazırlık ve planlamanın ardından yazılmışlardır. Bazı yazılarsa bir yerden yola çıkıp yazdığım daha serbest eleştirel denemelerdir. Yazılarımın karkasını belirleyen en önemli kıstas bir şair veya hikayecinin ele aldığım eserinde veya bütün eserinde yapmaya çalıştığı temel şeyi bulgulamaktır. Eserin ruhudur yani. Bir kere o ruhu avucumun içine alabilirsem yazı çorap söküğü gibi gelir. Hani Neo-Epik Şiir’de kendi teorimin meselelerine ne kadar odaklandıysam, Üç Sütun’da da hakkında yazdığım yazarların meselelerine o kadar odaklandım desem yanlış olmaz.
Son soru. Modernleşmenin dünyayı sürüklediği noktada şiirin öldüğüne dair epey söylemler dile getirildi.Edebiyatın öldüğünden bile dem vuranlar var. Gerçekten öyle mi? 2013 yılında şiirle uğraşmanın anlamı nedir?
Bir şeyler ölmüş olmalı, yoksa bunu demezlerdi. Ama şiirin bir tözü olmadığını düşünüyorum ben. Ölen şiir bundan önceki bir tür şiirdi. Bugün yazılan şiir içinde en etkili olanlarına bir itiraz var, bunlar şiire benzemiyor diye. Bence mesele budur. Modern ve postmodern şiir ölmüştür. Yaşayan başka bir şeydir. İsteyen ona şiir demesin. O gene de yaşıyor ve bugünün insanının içine işlemeyi de biliyor bir şekilde. Modern veya postmodern taklit, özenti ürünler fazla etkili olmadan yazılıp okunup geçiliyor. İnsanların düşüncelerini, duygularını, davranışlarını değiştirebilen bir şiir de var ama medya ve edebiyat dünyası o şiirden kaçıyor. Bunun için de şiir yok, şiir öldü gibi gülünç şeyler söylüyorlar. Ölen onların gençliği, şiir zevki, olguyu tasavvur etme biçimleri. Bugün yeni bir gündür yeni şeyler söylemek lazım.
Kitabın Künyesi: Üç Sütun: Şiir, Hikaye, Eleştiri, Hakan Arslanbenzer, Okur Kitaplığı, 2013
Ömer Yalçınova
Yeni Şafak