AA muhabirinin Kültür AŞ’nin hazırladığı kitaptan derlediği bilgiye göre, araştırmacı-yazar Sevengül Yılmaz tarafından yaklaşık bir yılda çeşitli tarihi kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında hazırlanan "İstanbul’un 100 Ailesi" kitabında, İstanbul’un tarihine mal olmuş 100 ailenin hikayesi anlatılıyor.
Kitapta, bugün kamuoyunda sıkça bilinen "Sabancı", "Kıraç", "İpekçi", "Mardinzadeler" ailelerinin yanı sıra hiç bilinmeyen "Kamondolar", "Karateodori", "Lenas", "Çorluluzadeler", "Zografos", "Pepagomenos" ve "Glavani" gibi ailelere yer veriliyor.
Kamondolar ailesi – Avrupa’da kolları olan İspanyol-Portekiz kökenli bir aile olan ve ilk olarak İber Yarımadası’ndan Venedik’e, 18. yüzyılda ise İstanbul’a göç eden "Kamondolar" ailesinden Avram Salomon Kamondo (1758-1873), kardeşi İzak ile I.
Kamondo ve Şürekası adlı bankayı kurdu. Bu banka devrin sayılı uluslararası finans kuruluşlarından biri oldu.
Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devletine savunma ihtiyaçları için borç para veren banka, merkez şubesini Paris’e nakletti, ancak banka Avram Kamondo’nun 1872’de Paris’e yerleşmesinin ardından faaliyetini küçülttü ve 1910’ların ikinci yarısından sonra kapandı.
Fransa’da yaşadıkları sürece çok güçlü bir aile olan ve Süveyş Kanalı’nı finanse eden aileden Avram Kamondo, devrin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa ile sıkı bir dostluk kurdu ve ekonomik konularda danışmanlığını yaptı.
18. yüzyılın ilk yarısında İstanbul Yahudilerine önderlik yapan Avram Kamondo’nun ailesi, 1870’te Societe Generale de l’Empire Ottoman’daki ortakları Hristaki Zografos, Joro Zarifi ve Osmanlı Bankası ile birlikte İstanbul’a atla çekilen vagonlardaki ilk raylı kentsel taşımacılığı getiren İstanbul Tramvay Şirketi’ni kurdu ve yönetti.
Paris’te ölen ve ancak naaşı İstanbul’a getirilen Avram Kamondo’nun ölümünün ardından Fransa’da doğan ve büyüyen bir sonraki Kamondo kuşağından Isac Kamondo’nun kızı Beatrice, kocası Leon Reinach ve 2 çocuğuyla 1943’te Auschwitz Nazi kampında hayatlarını kaybetti. Böylece Kamondo soyu, trajik bir sonla noktalandı.
Nazım Hikmet’in yaşadığı köşk– İstanbul’a 16. yüzyılda yerleştiği düşünülen aile hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olunan ilk üyesi İsmail Zühtü Paşa’nın babası Hacı Ali Efendi, altın varak kethüdalığı yaptı ve babasının ölümünün ardından işleri üstlendi.
Üstlendiği sorumluluğu gereği devlette biriken alacaklarını tahsil etmek için komşusu Koca Hüsrev Paşa aracılığıyla huzura çıkan İsmail Zühtü Paşa’ya 2.
Mahmud, babasının mesleği nedeniyle "Altunizade" diye hitap etti.
Bu tarihten sonra "Altunizade" olarak anılan İsmail Zühtü Paşa, İstanbul’daki birçok kasrın ve sarayın yapımında bina emini olarak çalıştı.
Altunizade İsmail Zühtü Paşa, Koşuyolu semtinde Abdülmecid’in annesine ait araziyi satın alarak burada dış cephesi bezemeli bir köşk yaptırdı. Ancak Sultan Abdülaziz’in köşkü çok beğenerek paşadan istemesi üzerine köşkü sultan hediye etti.
"Altunizade Köşkü" olarak anılan bu köşkte Piraye Altınoğlu, eşi Nazım Hikmet ile yaşadı. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Yeni Adam Dergisini burada yayımladı, Yesari Asım Arsoy sık sık evde konserler verdi.
Beş padişaha hizmet veren Altunizade İsmail Zühtü Paşa, bu köşkten sonra Üsküdar’da kendi adını taşıyan bir külliye de yaptırdı.
Dolmabahçe’nin mimarı Balyanlar – Mimarlık tarihine adı "Dolmabahçe Sarayının mimarı" olarak geçen Garabet Balyan ailesinin ilk bilinen üyesi, Kayseri’nin Derevenk veya Derevank Köyüne gelen hassa mimarı (meremetçi) onarımcı Bali Kalfa’dır. Oğlu Krikor Amira Balyan (1764-1831), ailenin Balyan ismini alan ve ilk kuşağın en önemli üyesi olmakla birlikte padişahlar 2. Mahmud ve 3. Selim dönemlerinde inşa edilen birçok kamu binasının mimarı olarak da tanındı. Krikor Kalfa Balyan, 2. Mahmud ile çok sıkı dostluklar kurarak sarayda etkin bir kişilik oldu.
Krikor Balyan’ın ölümünün ardından oğlu Garabet Balyan da Sultan Abdülaziz ve Abdülmecid dönemlerinde hassa mimarlığı da yaptı ve mimarlık tarihine adı "Dolmabahçe Sarayının mimarı" olarak geçti.
Balyan, yaklaşık 30 yıl süren mimarlık hayatında 7 saray, 4 fabrika, bir kışla, bir cami, 2 hastane, 3 okul, 2 su bendi, bir türbe sebil, 7 kilise ve birçok konut inşa etti.
Sinemacı İpekçiler – Selanik’te birkaç kuşak ipek işiyle uğraşan İpekçi ailesi, 1893’te göç ettiği İstanbul’da bir süre daha ipek ticaretini sürdürdü. İlk olarak Eminönü’nde "Hüsn-i İntihap" ismiyle bir mağaza, ardından dönemin en büyük mağazalarından Selanik Bonmarşesi’ni açan kardeşler, Selanik Bonmarşesi’nin Eminönü Meydanı düzenlenmesi sırasında yıkılması üzerine İhsan İpekçi’nin girişimiyle sinemacılığa yöneldi.
1923’te açılan Elhamra Sineması’nı işletmeye başlayan aile, bir yıl sonra Skating Palace (Paten Sarayı) adlı gösteri merkezini sinema salonuna dönüştürerek Melek (bugünkü Emek) sinemasını açtı.
Aile, İpek Film Şirketini kurarak film yapımcılığına başlayarak, Muhsin Ertuğrul ile anlaştıktan sonra Ankara Postasının yapımcılığını üstlendi.
Nazım Hikmet’in 1933’te tutuklanarak Bursa Cezaevine gönderildiğinde İpekçiler ve Muhsin Ertuğrul, Hikmet’i hapiste yalnız bırakmadı. Ertuğrul, cezaevine İsveçli yazar Selma Lagerlöf’ün hikayesini göndererek Hikmet’ten bunu senaryo haline getirmesini istedi. İhsan İpekçi’nin, iki çoğunundan biri olan İsmail Cem Türk basın ve siyaset hayatında önemli mevkilerde görev yaptı.
1 Şubat 1979’da İstanbul Maçka’da evinin yakınlarında arabasındayken Mehmet Ali Ağca tarafından öldürülen gazeteci Abdi İpekçi ise İhsan İpekçi’nin diğer kardeşi Süleyman Cevdet’ın çocuğudur. Ünlü modacı Cemil İpekçi de bu aileye mensuptur.
Plak dolduran ilk kadın ses sanatçılar– Doldurdukları plaklarla Lale ve Nerkis takma isimlerini kullanan Lebibe İhsan Sezen ve Neyyire İpekçi kardeşler, Selanikli bir ailein kızlarıdır.
Selanik’te liseyi bitirdikten sonra Balkan Savaşı’ndan kaçarak İstanbul’a yerleşen kardeşler, 1920’li yılların başında Petersburg Konservatuvarı öğretim üyesi Monçanova ile Fransız uyruklu Madam Namer’den batı müziği, udi Nevres Bey ile Dürri Turan’dan Türk musikisi dersleri aldı.
İstanbul’da plak dolduran ilk kadın sanatçılar olarak tarihe geçen kardeşler, 1923-1933’te Columbia, Sahibinin Sesi ve Pathe şirketleri için Nerves, Mesut Cemil, Nubar Tekyay, Sadi Işılay eşliğinde ayrı ayrı ve birlikte çok sayıda plak doldurdu.
Kayseri’den 17. yüzyılın başlarında Celali isyanları nedeniyle İstanbul’a göç eden Manas ailesinin bilgi sahibi olunan en eski üyesi Rafayel Manas, kilisede muganni olduğu için "Diratzu (Çelebi)" lakabıyla anıldı. Manas, İtalya’da aldığı resim eğitimi sayesinde 1. Mahmud, 3. Osman ve 3. Mustafa dönemlerinde saray ressamı olarak, padişahların portrelerini çizdi.
Aileden Manase Manas, Sultan 1. Abdülhamid döneminde saray ressamı oldu ve sultanın büyük boy tablosunu çizdi.
Baylan Pastanesinin kurucusu Filip Lenas, 20. yüzyılın başında dağlık Epir bölgesinden İstanbul’a göç etti ve Fransızlar’ın işlettiği Türkiye’nin ilk çikolata imalathanelerinden Mulatier’de çalıştıktan sonra çocukluk hayalini süsleyen pastacılık işine girdi.
Lenas, 1923’te Beyoğlu Deva Çıkmazı’nda açtığı ilk pastanesine Fransızca I’Orient (Şark) sözcüğünün okunuşunu olan "Loryan" adını verdi.
Yabancı isimlerin Türkçeleştirilmesinin başladığı dönemlerde pastanenin müdavimlerinden sanat tarihi profesörü Burhan Toprak’ın teklifiyle "Loryan" adı, Çağatay Türkçesinde "kusursuzluk, mükemmellik" anlamına gelen "Baylan" olarak değiştirildi.
İkinci şubesi Karaköy’de 1925’te açılan pastanenin üçüncü şubesi de Kadıköy’de 1961 yılında hizmete girdi.
Sabancı ve Kıraç aileleri– Soy atası Hacı Arap Sabancı olan aile, Adanalı olsa da Hacı Ömer Sabancı’nın çocukları İhsan, Sakıp, Hacı, Şevket, Erol ve Özdemir Sabancı kentin ekonomik, kültürel ve toplumsal yaşamında etkili isimler oldu.
Lise öğrenimini 1948’de yarıda bırakarak Akbank’ta stajiyer memur olarak çalışmaya başlayan Sakıp Sabancı, Türkiye’nin en önemli hat koleksiyonlarından birini oluşturdu. Bu koleksiyon uzun yıllar Atlı Köşk’te sergilendi.
Sakıp Sabancı, kardeşleriyle birlikte Hacı Ömer Sabancı Vakfının kurulmasına öncülük ederek, vakıf aracılığıyla 1999’da Türkiye’nin ilk vakıf üniversitelerinden biri olan Sabancı Üniversitesini kurdu.
Ailenin üçüncü nesil üyesi olan Güler Sabancı da Türkiye’nin büyük şirketler grubundan olan Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanıdır.
Afyon İdadisi ve Bursa Ziraat Mektebinden (1897-1954) mezun olan ve ailenin bilgi sahibi olunan ilk üyesi Ali Numan Kıraç, Ankara’da Gazi Çiftliği’nde devam ettirdiği ziraatçilik mesleğini geliştirmek amacıyla Atatürk tarafından Amerika’ya gönderilen ilk ziraatçi oldu.
Yurda döndükten sonra çalışmalarına Eskişehir’de devam eden Ali Numan Kıraç’a, Atatürk tarafından "Kıraç" soyadı verildi.
Ali Numan ve eşi Semiha Kıraç çiftinin çocukları Can ve İnan Kıraç, Türkiye’nin toplumsal, kültürel ve ekonomik alanlarında önemli katkılarda bulundu.
AA