Romanda, çağımızın en ölümcül hastalığı olan kanser hastalığının nasıl da bir insanı yavaş yavaş ölüme götürdüğünü anlatılıyor. Ve bu hastalığın pençesine düşmüş olan kişiye bakmak zorunda olan genç bir kadının yaşadığı keder yüklü bir hayatı…
“Yürü Yüreğim Gidelim Buralardan” romanı ile okurlarıyla buluşan Bayram Recber “Hakikat her zaman yazma yolumu çizmemde kolaylıklar sağlıyor”diyor.
Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Güçlü bir dürtü mü? Hayatınızın olmazsa olmazı mı? Ya da başka bir şey…
Yazmak benim için alışmakla alakalı… Alışana kadar isteksiz bir gel-git… Alıştıktan sonra ise vazgeçilmez bir tutku… Her an her saniye aklımın ve yüreğimin yazma hali… Adeta tüm bedenim yazmaya kilitleniyor. Top yekun bir seferberlik başlıyor… Amacım olaylarımı güzel sonuca bağlamak. Bu uğurda amacıma ulaşana kadar tehlikelerle dolu engebeli yollar, aşılması güç dağlar kat ediyorum. Ama yolun sonu meçhul, nereye çıkar bilemem… Ya insanların yüreklerini ferahlatan, “oh be iyi ki de böyle olmuş” dedirten bir sona ya da yüreklere ateş düşürüp, kavuran, lime lime yapan bir sona çıkıyor. Sonu nereye çıkarsa çıksın, yazmak benim için bir tutku…
Yazarlığa heveslendiğiniz ilk anı ya da dönemi anımsıyor musunuz? Sizi böyle meşakkatli bir yolculuğa çıkartan etkenlerden bahseder misiniz?
Okudukça bende yazabilirim, bende yapabilirim dedim. Yani okudukça yazma isteği doğdu içimde. Önce kişisel konuları kaleme aldım. Beni olgunlaştıran, iyileştiren kişisel konuları… Bunlar evrimini tamamladıktan sonra romanlaşacak kurgular üretmeye başladım. Sonra yaşam kesitlerimi ve yaşayanların kesitlerini aktardım aklımdan geçen zıtlıklarıma… Kısacası yazmak okumakla başlıyormuş, onu anladım.
Yazmaya ait ritüelleriniz nelerdir? Hangi durum ve koşullarda yazıyorsunuz? Bize biraz işin mutfak kısmını gösterebilir misiniz?
Sanırım istemekle ilgili bir şey. Yeter ki canım istesin. Ama önce her şeyin ilkini beynimdeki sanal sayfalara yazarım. Sonra da önümdeki beyaz sayfalara… Yazmak için yanımda ajanda taşırım. Serviste, işyerinde, evde… Sonra onları olgunlaştırıp estetiği arttırmak için süslerim. Son olarak, belirli aralıklarla yazdıklarımı bilgisayara aktarırım. Olayların, zamana, mekana ve insanlara indirgenmesi ayrı bir maharet gerektiriyor. Ayrıca çelişkilerin ortadan kaldırılması çok dikkat isteyen bir husus… Bu nedenle yazdıklarımı sık sık okur hatalarımı minimize ederim. Ve bütün bunları yapmak için coşkulu bir istek gerekiyor.
Türk ve dünya edebiyatından kendinize örnek aldığınız yazarlar, şairler var mı? Onlardan ne şekilde etkilendiniz, ya da istifade ettiniz?
Aslında her ne kadar yazmanın birinci şartının okumak olduğunu söylesem de çok fazla kitap okuduğumu söyleyemem. Ya da okuduklarım yazma isteğimi tetiklemeye yetti. Az bir okuma dahi beni yazmaya sevk edebilmişse, demek ki çok okusaydım her gün, her saat, her dakika, her saniye yazma isteği doğacaktı içimde… Okumak o kadar güçlü yani… Bugüne kadar okuduğum romanların çoğundan bir şekilde etkilenmişimdir. Victor Hugo’nun Sefiller’i, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ı, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, Balzak’ın Vadideki Zambak’ı dünya klasiklerinden okuduğum ve etkisinde kaldığım romanlardır. Ayrıca bunlara yeni nesil yabancı yazarlardan Henri Charriere’nin Kelebek, Maeve Binchy’nin Geri Döneceksin, Alexandra Cavelius’un Leyla’sını da ekleyebiliriz. Türk klasiklerinden ise Mehmet Rauf’un Eylül’ü ve Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşunu ekleyebiliriz. Etkisinde kaldığım yeni nesil Türk yazarları ise Elif Şafak; Aşk, İskender. Ayşe Kulin; Gece Sesleri. Serdar Özkan;Kayıp Gül. Orhan Pamuk; Masumiyet Müzesi. Canan Tan; Yüreğim Seni Çok Sevdi. İskender Pala; OD. Nazan Bekiroğlu; Nar Ağacı…
Edebiyatın diğer sanat dallarıyla olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yazar olarak sinemayla, resimle, heykelle, müzikle nasıl bir yakınlığınız, bağınız var?
Sanat, insanda bir takım güzel duygular uyandıran, insana coşku ve heyecan veren eserlerin adıdır. Edebiyat’ta sanat eseri olduğuna göre, bu yönüyle diğer sanat eserleriyle bağlantılıdır. Fakat sanat eserleri arasında en soyut olanı edebiyat’tır. Çünkü malzemesi dil’dir. Edebiyatın asıl amacı güzel sanatların en önemli öğesi olan estetik zevk duygusunu dil aracılığıyla gerçekleştirmektir.
Tabi ki bir Edebiyatçı olarak, diğer sanat dallarındaki coşku ve heyecanı, rahatlıkla fark edebilirim. Çünkü bizler sanat yapıyoruz. Yani güzel, estetik, coşkulu ve heyecanlı olan şeyleri…
Hayatın içinden bir kesiti, bir gerçekliği, bir anıyı eserinize nasıl aktarırsınız? Hakikat ve hayalin sizin serüveninizdeki payları nelerdir?
Benim için çok basit bir şey. Yaşamak, gözlem yapmak, ya da yaşayan birinden dinlemek yetiyor. Mesela bir gün arkadaşım işyerine geç geldi. Neden diye sorduğumda “Temizlikçi kadın gelecek diye evi toparladım. Dağınık biri olduğumu bilmesin” dedi. Bu cümleyi biraz daha geliştirip süsledikten sonra romanımda ki kahramanıma aktardım. …ve yaşadığım birçok şeyi de aynı titizlikte roman kahramanlarıma aktarmışımdır.
Hakikat her zaman yazma yolumu çizmemde kolaylıklar sağlıyor. Zorlanmıyorum. Tabi ki bir romanda bu yeterli olmuyor. Mutlaka kurmaca hayallere de yer vermek gerekiyor. Burada önemli olan şey, gerçeği yansıtabilecek, okunduğunda anormal karşılanmayacak, bunların yanında insanları şaşırtacak, etkileyecek, büyüleyecek hayalleri yazabilmek.