Şark’ mensubu bir yazar, bir sanatçı ve hatta bir düşünür için Cemil Meriç’i anlamak dönüm noktasıdır. Onun eserleri, kendini bilmenin ‘karşı’dakini tanımakla mümkün olduğu diyalektiği üzerine kuruludur. O, bu karşıtlık ilkesini Doğu’yu ‘görmek’ için Batı’yı izlerken kullanır. ‘Madde’nin suni hacmi altında ezilen Batı’yı bir baştan bir başa dolanır ve nihayet kendi gölgesinde soluklanır. Bu, ‘yaratım’ sürecine giden kestirme yoldur. ‘Madde’ye karşı lirik bir isyanı simgeleyen ‘Bu Gam Defterinin Tamamı Yok mu?’ adlı denemeler ise bu anlamda kendi dönüm noktasını yakalamış genç bir yazarın doğuşunu muştuluyor.
Kısa tuttuğu önsözünde ‘Sözün içini fazla tutmak taraftarıyım’ diyen yazar Halil Kurbetoğlu’nun dili bana modern dönem İran şairi Furuğ Ferruhzad’ın, sakin ama kararsız bir nehir gibi okurun içine akan dizelerini hatırlatıyor. Dilindeki naif başkaldırı, ‘Tüm yaralarım aşktandır.’ diyen Furuğ’un masum ve cesur isyanı gibi. O da Furuğ gibi; sonsuz, derin ve ıstıraplı olanı duru, samimi ve dolaysız bir dille anlatıyor. Öfkesini kürsüden ahkam keserek değil, okurun koluna girerek aktarıyor. Dilinin ve zihninin doğası; imgeleri, metaforları, labirentleri reddediyor.
Bir Paris çığlığı
‘Paris’in çığlığı»yla başlıyor ilk deneme… Sanıyorsunuz ki birazdan beyaz peruğuyla bir Fransız asilzadesi belirecek ve çelişkili bir öykünün sonunda onu sevmek ya da öldürmek mecburiyetinde kalacaksınız. Oysa bu gerçekleşmiyor. Peşi sıra ‘dengbêj’in, ‘çîrokbêj›in çığlığı yükseliyor yanıbaşınızdan. İrkiliyorsunuz. Yazar, ‘Hiçbir eksiğim yok kendimden gayrı.’ diyen Kafka ile kendi yolculuğunu tanımlarken ‘İnsanoğlu bir saç parçası… Mevlana’da ney, Fuzuli’de ah-ı Mecnun, Ahmet Hamdi’de tambur, Aşık Veysel’de saz oluveriyor.’ sözleriyle ‘kendini arama’ serüvenini betimliyor. Onu okurken, rüzgarda elinizde bir mum Dostoyevski’nin soğuk mevsiminden Balzac’ın bahçelerine, Nazım’ın dört duvarından kuyudaki Yusuf’a ‘insan’ı ararken buluyorsunuz kendinizi. Bir pergel gibi… Toprağına basarken bir ayağınız, dünyayı dolaşıyor diğeri. Hemen her satırda bir elinizde Hektor’un kılıcı bir elinizde Ferhad’ın gürzü, ‘menzil’e giden tünelin izinde dağa taşa vururken buluyorsunuz kendinizi.
Ve fakat yazarın savaşı akılla değil, ‘akıldan üstün’ olanla, yani gönülle. O gönül ki ‘modern Batı’dan yükselen materyalist düşünce hegemonyasının, özünde Batılı ‘insan’ı da temsil etmediğini keşfediyor. Romeo’nun Juliet’e kavuşamama nedeni ile Mecnun’un Leyla’sını yitirme nedeni aynı ona göre. Madame Bovary’nin, aşkı ararken kaybolmasıyla Kürk Mantolu Madonna’nın aşktan kaçışındaki derin sızı kardeş. Nitekim bu denemelerde ‘aşk’ın kıtası, ülkesi hazin bir infilakla yerle bir ediliyor. İnsanlığın enkazında bekleşen kalabalığa sanatın ve felsefenin tözü olan o ezeli soru soruluyor: «Madde mi ruh mu?» Alınan her cevap maddeyi unufak ediyor.
Ve dünyayı baştan başa dolaşan pergel ‘enkaz’ın o meşhur ‘büyük resmini’ çiziyor. Her insan artık bir ‘yol,’ ‘aşk ve maşuk’ bir yolculuk. Yazar bu ilk denemelerinde, aşkı ve maşuku bulmaktan öte, O’na giden yolda yanmayı öğütlüyor. Yankılanan son söz, kendisini ‘şem’in ateşine atan ‘pervane’nin oluyor.
“Kimse bilmez bir Orfeus hikâyesiyiz aslında… Ben çaldım mahşeri bir kalabalığın arasından… Sendin gelen nağmelerime suçumuz ne?
Ben seni gelişinden tanıdım… İri iri kocamandı gözlerin…
Sen beni nağmelerimden…
Kıvrım kıvrım hasretli… Mavi bir sızı gibi adeta…
Son kez arkama bakmasaydım ebedi saadet bizim olacaktı…
Ama dedim ya Orfeus’tum yani tanrılar yazmıştı kaderimi…
Ve baktım…”
Bu kitapta hangi besteyi çaldıysanız onu dinleyeceksiniz…
Wagner’den, Zola’ya, Weber’den Dosto’ya, Hugo’dan Hafız’a, Fuzuli’den Baki’ye, Ahmet Hamdi’den Nazım’a, İbn-i Sina’dan Hz. Musa’ya kadar insanlık ailesinin kısa ama hayli zevkli bir özetiyle karşılaşacaksınız…
Zaman tepesinden bakıldığında hepimiz bir küçük karıncayız öyle değil mi?
Farklı noktalardan aynı yöne doğru yürüyen…
Elinizdeki eser kendini bunun ispatına adamış denemelerden oluşuyor. Yazar çapraz okumalar yoluyla kimi zaman Hafız’la Nazım’ı aynı öyküde buluşturuyor kimi zaman büyük felaketlere yol açmış pişmanlıkları kahramanların iç sesinden yola çıkarak anlamlandırıyor…
Kitapla ilgili yazarla yapılan söyleşi için tıklayınız.
Kitabın künyesi:
Bu Gam Defteri’nin Tamamı Yok mu?
Halil Kurbetoğlu
Ark Kitapları
2013
131 sayfa
Yeni Şafak