Fatma Barbarosoğlu, ‘Son On Beş Dakika’ isimli romanının ardından yeni öykü kitabı Rüzgâr Avı’nı yayımladı. Üç ana öyküden oluşan kitap, içinde bulunduğumuz zamana biraz daha derin bakmamızı sağlıyor. Bir yanda paranın getirdiği türlü türlü oyunlarla imtihan olan mütedeyyin insanlar, diğer yanda Hakkâri’de zor şartlar altında görev yapan bir doktor… Barbarosoğlu ile son kitabını ve değişen hayatı konuştuk.
Rüzgâr Avı, hızı ve hızlı yaşamayı mı sembolize ediyor?
Rüzgâr önüne kattığı her şeyi alır götürür. Bu manada özellikle birinci bölümdeki öykülerin çok hızlı olduğunu fark etmişsinizdir. Diğer yanıyla içinde yaşadığımız zamanın çamı çardağı deviren ve hızın şiddete dönüştüğü duruma işaret ediyor.
Deneme kitaplarınız dışında, Rüzgâr Avı’yla birlikte yayımlanmış yedi öykü kitabınız, dört de romanınız var. Öykücülüğün yeri sizin için nedir?
Benim için Sait Faik’in "Haritada Bir Nokta" öyküsündeki anlatıcının durumu gibi öykü yazmak. Anlatıcı karşılaştığı onca güçlükten sonra bakkaldan bir kalem alır, cebinde taşıdığı bıçak ile kalemi yontar, sonra tutup öper ve "Yazmasam ölecektim." der. Yazmasam ölür müydüm bilmiyorum. Üretemesem ölürdüm. Bundan kesinlikle eminim. Allah kimseyi boşluk ile imtihan etmesin. Özgürlüğü kaybetmekten bile daha korkunç olan şey insanın kendini adayacağı bir şeyden yoksun olması.
Özgürlük demişken, kitapta ilk öykü Kölelik ismini taşıyor. Günümüz insanını köleleştiren sebepler sizce nelerdir?
Peygamber Efendimiz (sas), savaş meydanından dönerken "Küçük cihat bitti, büyük cihat başladı." buyuruyor. Kendimizi ya da başkasını köleleştirmemiz nefsimizin bir tuzağı. Gün boyu en az on kere ‘kendini şımart’ komutuna maruz kaldığımız için kadim zamanların insanlarından daha zor durumumuz. Kadim terbiye, nefsimizi terbiye etmeye çağırır. Modern terbiye, ‘kendini gerçekleştir’ diyor. Öykülerde de herkes aslında bir nevi kendini gerçekleştirdiğini sanarak önüne gelen herkesi ve her şeyi devirmeye niyet ediyor. Hayatın her safhasında kibir inşa ediliyor.
Maddi olanakların artmasıyla değişen zihin yapısını Avni Bey’in karısı üzerinden eleştiriyorsunuz. Mütedeyyin insanların birbirlerini beğenmemeleri, içten içe süren rekabet ve bahsettiğiniz kibir. Paranın Müslümanları birbirine düşürdüğünü mü söylemek istiyorsunuz?
Öyküler, ‘Para ile imtihan hangi durumda kaybediliyor?’ sorusuna cevap aramaya çalışıyor. Zenginliğin bir imtihan olduğunu Rabb’imiz bize söylüyor. Bizi bu konuda uyarıyor. Fakiri, yetimi, güçsüzü sevmemizi öğütlüyor. Bir tarafta bu öğüt, öbür tarafta kapitalist dünyanın ‘sen her şeyin en iyisine layıksın/kendini şımart’ sloganı var. Müslümanlar kendini şımartırken, yaşamak için değil göstermek için yaşarken kaybediyor.
Haset adlı öykünüzde banka memuresi ile başörtülü müşterinin birbirlerini algılamalarına, iç konuşmalarına ortak ediyorsunuz okuru. Banka memuresi, başörtülü müşteriyi markalar, moda dergileri üzerinden değerlendiriyor. Gündelik hayatta da bu böyle midir?
"Kıyafetlerinizle karşılanır, fikirlerinizle uğurlanırsınız." denir. Artık fikir kısmına hiç geçemiyoruz. Tesettürlü kadınlara hitap ettiği söylenen moda dergileri ‘yanlış temsiliyet’e dayalı yapısı yüzünden haset kültürünü, AVM coşkusunu besliyor. Gündelik hayatta bunun böyle olup olmadığının izini selamlaşma üzerinden sürebiliriz. Eskiden başörtülü kadınlar birbirine selam verirdi. Şimdi verilen selamı almayan, bir sempozyumda bile göz teması kurmayan ‘marka kardeşliği’ var. Yani ‘sen bana selam veriyorsun da, benim marka kardeşim misin sanki’ durumu söz konusu.
Markalar, etiketler, hesaplar, muhasebeler… Bütün öykülerin kahramanı kadın. Erkekler niye yok bu muhasebe defterinde?
İçinde yaşadığımız dönem, kadınlar üzerinden, kadınlara rağmen, kadınları korumak üzere bir söylem üretiyor. Buna başörtülü kadınların birey olma durumları, hayat içindeki ontolojik duruşları, tüketim kodlarına teslimiyetleri ya da Hakkâri’de Leyla olma durumu da dâhil. Erkekler haset kültürünü inşa ediyor, çatışma kültürünü inşa ediyor ama yaralanan daha ziyade kadınlar oluyor. Kadınlar rüzgârın avlanabileceğini sanırken çağın rüzgârı tarafından en çok avlanan, dolayısıyla yaralanan oluyor.
Zaman