Tuba Olğaç’ın haberi…
Aralık ayında yeni çıkanlar kitaplar arasında ilk göze çarpan Elif Şafak‘ın “Ustam ve Ben” isimli kitabı. Kitap bir filin gözünden yazılmış. Şafak, kitabını anlatırken, tarihin bir yerinden hayvanların da geçtiğini, ama bizim pek çok şey gibi onları da ıskaladığımızı söylüyor. Kitap, okuyucuyu Hindistan’dan başlayan uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculukta size Filin ustası yani filbaz da eşlik ediyor.
Dikkat çeken kitaplardan bir diğeri de, Johannes Pedersen‘in yazdığı İslam Dünyasında Kitabın Tarihi isimli eser. Yazar, matbaadan önce kitapların nasıl çoğaltıldığından kitap fiyatlarını nelerin belirlediğine pek çok soruya cevap arıyor…
Yine dikkat çeken bir başka kitap da Prof. Levent Öztürk’ün İslam Tıp Tarihi Üzerine İncelemeler isimli eseri. Geleneksel tıpla ilgili ön yargıların yıkıldığı ve sağlık alanında hızlı bir öze dönüşün yaşandığı şu zamanlarda Öztürk bizi, İslamiyet dönemine götürüyor. Bu alanda yapılmış çok az çalışma olduğundan dikkat çeken bir eser olarak karşımızda duruyor. Fazlur Rahman‘ın İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp kitabını okuyup beğendiyseniz, bu eseri de seveceksiniz.
Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi yine alanında başarılı bir başka kitap olarak karşımıza çıkıyor. “Şiddet” konusunu araştıran yada şiddetin kaynağı üzerine çalışmalar yapanların yakından tanıdığı bir isim Hannah Arendt. Bu kitapta da Arendt’in “radikal kötülük” metaforu masaya yatırılıyor. “Kötü”, “kötülük”, “kötülüğün kurbanı” kavramları yeniden mercek altına alınırken, kitap bizi kötünün tam karşısında durmaya davet ediyor…
Hayatın Başlangıcı ve Sonu (Tıbbi, Dini ve Etik Sorunlar) yine sağlık alanındaki önemli kitaplardan biri. İnsanı salt bir organizma olarak gören sağlık sektörü, yapılan onca yatırıma, yeni ilaçlara, daha fazla doktora rağmen hastanın mutsuzluğunu engelleyemiyor. Beyin ölümü, ötenazi gibi tartışmalı konulara değinilirken, sağlık sisteminin insana karşı tutumu bir kez daha sorgulanıyor kitapta…
KLASİK YAYINLARI
İslam Dünyasında Kitabın Tarihi, Johannes Pedersen, 174 Sayfa, 22 TL
İslam Dünyasında Kitabın Tarihi, İslam dünyasında kitabın yeri konusundaki başlıca modern klasiklerden biridir. “Matbaanın gelişinden önce kitaplar nasıl çoğaltılıyordu? Taklit ve korsan neşirler karşısında alınan tedbirler nelerdi? Kitapların fiyatını ne belirliyordu? Kitaplar hangi vasıtalarla topluma ulaştırılıyordu? Kitapçılar nasıl işliyordu?” vb. sorulara cevap arayan Pedersen, İslam dünyasında kitap üretimiyle alakalı tüm alanları kuşatmaya özel çaba sarf etmiştir. Böylece okuyucu kitapların nasıl telif edildiğini, yazma haline getirildiğini, nasıl yayınlanıp çoğaltıldığını, üzerine çizimler yapıldığını, nasıl ciltlendiğini, satıldığını, saklandığını ve yüzyıllar sonra matbaalarda nasıl basıldığını görebilmektedir. Ancak Pedersen, kitap üretiminin yalnızca fiziki yönüyle ilgili değildir.
O aslında, İslam toplumunda ilmin ve edebiyatın rolü hakkında umumi bir tasvir yapma peşindedir. Pedersen’ in İslam toplumunu derin bir vukûf ile incelemesi, kitabın o toplum içindeki yerine dair değerlendirmelerini ikna edici kılmaktadır.
Bu eser, kapsamlı bir el kitabı olarak taşıdığı değerin yanında, alanında ilk örnek olmasına rağmen son derece başarılı bir özet olma vasfına da sahiptir. Kaynaklara hakkıyla nüfuz eden Pedersen, bilgileri kolay ve anlaşılır bir tarzda sunmaktadır. Böylece eserin detayları konunun uzmanlarına hitap ettiği halde, üslubunun sadeliği genel okuyucunun da kendisinden istifade etmesini sağlamaktadır.
Felsefe ve Ölüm Ötesi, İbni Sina – Gazzali İbn Rüşd – Fahreddin Razi, Haz: Mahmut Kaya, 258 Sayfa, 16 TL
Hayat ve ölüm, bir hakikatin iki yüzü ya da bir bütünün iki parçası. Birbirini çağrıştıran bu kavram çiftinden hayat, varlık sahnesine önce çıkmakla birlikte doğumdan itibaren ölümün tehdidi altındadır ve bu yüzden de ölüm insanoğlu için daima korku ve endişe kaynağıdır. Özellikle ölmek için doğduğuna inandığı halde bir başka hayata doğmak üzere öldüğüne inanmayanlar açısından ölüm, gerçekten korkunç bir olaydır. Âdeta gölge gibi insandan hiç ayrılmayan ya da amansız bir hafiye gibi gece gündüz onu adım adım takip eden bu korkunç gerçeğin nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağının bilinmeyişi, ölüm karşısında duyulan kaygıyı daha da artırmaktadır.
Felsefe ve Ölüm Ötesi adlı bu çalışma, İslâm düşüncesinin ikisi felsefe, ikisi kelâm geleneğine mensup dört büyük isminin, İbn Sînâ (ö. 1037), Gazzâlî (ö. 1111), İbn Rüşd (ö. 1198) ve Fahreddin Râzî’nin (ö. 1210); ruhun mahiyeti, bedenle ilişkisi ve âhiret hayatı hakkındaki görüşlerini yansıtan toplam dokuz metnini ve tercümelerini içermektedir.
Çağdaş Dönemde Kur’an’a ve Tefsire ne oldu?, Mehmet Paçacı, 208 Sayfa, 15 TL
Mehmet Paçacı’nın son on yıllık çalışmalarının sonuçlarını ihtiva eden bu eserde, okuyucu, yoğun olarak çağdaş dönemde Kur’an ve tefsir bağlamında gerçekleşen tartışmalara ve gelişmelere dair kelamî anlamda tespit, karşı çıkış, çözümleme, eleştiri ve sonunda teklif biçeminde metinlerle karşılaşacak. Eserde bir araya getirilen makaleler, meseleyi yöntemsel olmanın yanı sıra, belki de daha temelde kelamî bir sorun olarak görüyor ve ele alıyor.
Kitapta okuyacağınız çalışmaların temel problemini, düşünce dünyamız ve geleneğimiz üzerinde biriken çağdaş bir tortunun, yazarın uzmanlık alanı olan Kur’an ve tefsir üzerinden temizlenmesi oluşturuyor. Ayrıca özgün İslami bilimler geleneğini kendine has özellikleriyle olabildiğince ortaya çıkarmak, bu yazıların bir başka amacıdır. İki yüzyılı aşkın bir süredir katman katman biriken bu tortunun bir çırpıda temizlenmesi mümkün olmasa da, elinizdeki çalışma, söz konusu sorunumuz hakkında okuyucularında bir farkındalık yaratmayı hedefliyor.
ENSAR YAYINLARI
İslam Tıp Tarihi Üzerine İncelemeler, Prof. Dr. Levent Öztürk, 400 Sayfa, 16 TL
“Tıp tarihi alanında yaptığımız araştırmalardan oluşan bu eser, yurt içinde ve dışında tıp tarihi kongrelerinde sunduğumuz tebliğlerden, bu alanla ilgili yaptığımız yayınlardan ve konunun bütünlüğünü görebilmemize yardımcı olması için Hz. Peygamber Döneminde Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yeri adlı çalışmamızdan aldığımız bazı kesitlerden oluşmaktadır. Bu çalışmaları yeniden gözden geçirerek zenginleştirmeye çalıştık. Ayrıca bir takım ilavelerde de bulunduk. Burada metin birliğini sağlama adına bazen konu başlıklarını bazen de cümle akışlarını yeniden gözden geçirdik. Buna ilave olarak kaleme aldığımız bazı tanıtım yazılarını da kolay erişilebilmesi için ekler kısmına koyduk. Son olarak hazırlamakta olduğumuz Arapça Tıp Terimleri Sözlüğü’ne ait bir seçkiyi de sizlerle paylaşmak istedik. Böylece, İslâm tıp tarihinin bazı kesitlerini çeşitli yönleriyle yeniden kurgulamaya çalıştık.”
İslam ve Sosyoloji, Haz: Dr. İsmail Kurt – Seyit Ali Tüz, 208 Sayfa, 16 TL
İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV), tarafından “İslâm ve Sosyoloji” konulu tartışmalı ilmî ihtisas toplantısı Sabahaddin Zaim Kültür Merkezi Salonu’nda 16 – 17 Mart 2013 tarihinde yapılmıştır.
Bu toplantıda Doç. Dr. Mustafa Tekin, “İslâm Sosyolojisinin İmkânı, Kavramsallaştırma, İçeriklendirme ve Amaçları”; Prof. Dr. Ali Coşkun, “İslâm Sosyolojisinde Yöntem Arayışları” konusunu ele almıştır.
Toplantıya katılan ilim adamları, sunulan iki tebliği müzakere ederek değerlendirmiştir. Bu toplantı metinleri bir araya getirilerek “İslâm ve Sosyoloji” adı ile bu eserde neşredilmiştir.
Hayatın Başlangıcı ve Sonu (Tıbbi, Dini ve Etik Sorunlar), Yar. Doç. Dr.Hakan Ertin, Merve Özdemir, 295 Sayfa, 13 TL.
Tıp alanının yapabildiklerinin listesi uzadıkça, yapabildiği halde yapmaması gerekenlerin listesi de uzamaktadır. Teknoloji ve mühendislik ile ilişkisi her geçen gün artan tıbbın uygulayıcıları, kendilerini şimdiye kadar hiç olmadıkları kadar teknik eleman olarak görmektedirler. Oysaki sıklıkla dile getirildiği gibi tıp mensuplarının ilgi alanı olan insan bir makine değil, hastalıklar da makinede ortaya çıkan arızalar değildir. Karmaşık ruhsal yapısı, bilişsel fonksiyonları ile acı ve sevinci tahmin edip hissedebilen insan, teknik bir obje gibi algılandıkça ve bu türden davranışlara muhatap oldukça, yalnızlaşmakta ve mutsuz olmaktadır. Aslında insanı mutlu etme iddiasındaki bir alan için ironik ve dramatik bir durumla karşı karşıyayız.Tıp ve teknoloji alanlarındaki gelişmeler sonucu yoğun bakım üniteleri devreye girmiş, insan yaşamı uzamış, insanlar evleri yerine hastanelerde ölmeye başlamışlardır. Bu durum birçok etik, dini, ekonomik ve sağlık siyaseti tartışmalarını alevlendirmiştir. Etik tartışmalar, doğası gereği dini boyutuyla da tartışılarak tamamlanabilir. Yaşamın ne zaman başladığı, embriyoloji bilimindeki ilerlemeler, her geçen gün yapılması mümkün tartışmalı uygulamalar ve benzerleri ile; yaşamın sonunda karşılaştığımız yoğun bakım, beyin ölümü, ötenazi gibi konular elinizde tuttuğunuz bu kitapta, tıp ve İslâm hukuku alanından akademisyenlerce tartışılmıştır.
Sağlıkta İsraf, Haz: Recep Öztürk, İnanç Özekmekçi, Tuba Erkoç, 168 Sayfa, 10 TL
Hayatın diğer alanlarında olduğu gibi sağlık alanında da israf her düzeyde kendisini bariz bir biçimde hissettirmektedir. İnsan kaynakları, yönetim, yapı, cihaz, malzeme, ilaç ve benzeri sağlıkla ilgili hemen her alanda değişik düzeylerde israf söz konusudur. Başta açlık olmak üzere değişik sorunlar yaşayan topluluk ve ülkelerin olduğu günümüz dünyasında, hayatın her alanında israfı engellemek insanlığın en önemli görevleri arasındadır. Günümüzde hem sağlık alanında karşılaşılan sorunların mahiyetine hem de bu sorunlara yönelik geliştirilen çözüm yollarına ilişkin yapılan tartışmalarda “sağlıkta israf” konusu genellikle göz ardı edilmektedir. Halbuki, günümüzde bir anlamda “hastalık fabrikası” durumuna doğru ilerleyen bir tıp anlayışı yerine, koruyucu tıp anlayışını esas alan ve kaynakları etkin ve verimli bir şekilde kullanmayı öne çıkaran bir yaklaşımın hakim kılınmasına vesile olmak, böylece sosyal adaletin tesisine hizmet etmek insanlık adına çok önemli bir görevdir.
KÜRE YAYINLARI
Klasik Türk Edebiyatında Alegori, Berat Açıl, 216 sayfa, 15 TL
Zihindekini doğrudan aktarmak imkânsız olduğundan edebiyat, yazarın veya şairin kastını okura doğruya en yakın bir biçimde aktarabilmek adına kimi edebî sanatlar ve ifade biçimlerini devreye sokmuştur. Zihindekini aktarma biçimlerinden biri olan alegori, dilsel ve sanatsal gerekliliğin yanı sıra, asıl söylenmek isteneni “herkesin” değil de “bir zümre veya grubun” anlamasını temin etmek gibi siyasi nedenlerle de kullanılmıştır.
Alegorinin en başarılı örnekleri Batı’da Le Roman de la Rose, The Faerie Queene, The Pilgrim’s Progress; Doğu’da Hayy bin Yakzan, el-Gurbetü’l-garbiyye, Hüsn ü Dil, Mihr ü Mâh ve Hüsn ü Aşk ile verilmiştir.
Klasik Türk edebiyatındaki alegorinin kendine has özelliklerini tespit etmeye çalışan Açıl bu kitapta, Plato’dan bu yana kullanıldığı düşünülen bir anlatım tekniği olarak alegorinin kavramsal çerçevesini belirledikten sonra Arap, Fars, Urdu, Çağatay ve klasik Türk edebiyatlarındaki alegorik eserler üzerinden bu tekniğin tarihsel gelişimini göstermeyi ve bir örnek vasıtasıyla alegorinin eserlerdeki işleyişini ortaya koymayı hedeflemektedir.
İfadelerin Gramatik Ayrımı, Şakir Kocabaş, 96 Sayfa, 9 TL
Farklı ifade kategorilerinde kullanılan kavramlar ve terimler bugün birçok bilim ve felsefe tartışmalarında birbirine karıştırılmaktadır. Bu durum, çeşitli ifade biçimlerinin gramatik olarak nasıl birbirinden ayrıldığını bilmemekten kaynaklanmaktadır. Elinizdeki bu kitap, ifadelerin kategorik olarak birbirinden nasıl ayrılabileceğini örneklerle ortaya koymaktadır.
Kitapta, basit gibi görünen soruların aslında kendi içlerinde nasıl önermeler taşıyabildiği ve bu cümleler içinde nasıl bir gramer karışıklığı bulunabileceği çarpıcı örneklerle gösterilmektedir. Hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz pek çok ünlü sözün, gramatik ayrımı yapıldığında nasıl ideolojik önkabullerle dolu olduğu ortaya konmaktadır.
İlk baskısı yapıldığı tarihten itibaren önemli tartışmalar başlatan bu eser, dil ve düşünce konusunda yoğunlaşanlar için başucu kitabı olma özelliğini taşıyor.
Fizik ve Gerçeklik (Bilim Felsefesine Kavramsal Bir Yaklaşım), Şakir Kocabaş, 134 Sayfa, 12 TL
Batı bilim geleneği; eski Yunan düşüncesinden gelen temel kavramlar, mantık ve geometri ile ortaçağda müslümanların geliştirdiği cebir, trigonometri ve deney, gözlem ve ölçmeye dayanan araştırma geleneği üzerine kurulup gelişmiştir. Eski yunan düşüncesinin temel kavramları üzerine gelişen batı bilim anlayışı, bilim ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi ihmal ettiği için bugün ciddi teorik ve felsefi meselelerle karşı karşıya kalmaktadır. Relativite ve kuantum teorileri, içlerinde taşıdıkları çözülemeyen kavramsal çelişkiler yanında, yarım yüzyılı aşan bütün çabalara rağmen birleştirilemiyor. Bu çelişkiler çağımızın bazı seçkin fizikçilerini, bir ömür boyu inceledikleri tabiatı “saçma” ve “anlamsız” olarak vasıflandırma noktasına kadar getirmiştir. İşte bu yüzden mevcut bilim anlayışının mutlak bir alternatifinin geliştirilmesi gerekmektedir. Elinizdeki kitap, günümüz bilim anlayışının kavramsal temellerini sorguluyor ve yeni bir bilim anlayışının ilk işaretlerini sunuyor.
DEM YAYINLARI
Fıkıh İlmine Giriş, Mehmet Erdoğan, 262 Sayfa
Temel disiplinlerine giriş serisi içinde yer alan bu kitapta Fıkıh ilmi ile ilgili merak edilen birçok konu yer almaktadır. Kitapta fıkıh ilminin tanımından tarihçesine, konusundan özelliklerine kadar birçok mesele irdeleniyor. Fıkıh, genel anlamı itibariyle dini bir bütün olarak kavramayı, özel anlamıyla dinin, insanların yaşamlarını devam ettirirken uyulmasını istediği kuralları bilmeyi ifade etmektedir.
Fıkıh, kaynak itibariyle ilahi olmakla birlikte bir sistem haline getirilmesi yönüyle beşeridir. O bir hukuk sistemi olarak ne bizatihi bir amaç ne de araç seviyesine indirgenecek bir özelliğe sahiptir. Bütün bunlar göz önünde tutularak Fıkıh İlminin yeniden ve anlaşılır bir dille yazılmasına ihtiyaç vardı. Bu kitap işte bu ihtiyacın bir sonucu olarak kaleme alındı.
SEL YAYINCILIK
Babaannemin Usturası, Esra Pekin, 92 Sayfa, 10 TL
“Kendine bir hayat edinmen gerekiyordu. Edindin.
Edindiğin hayata tahammül gösterebileceğini sanmıştın. Yanılmışsın.”
Yalnızlığını kabullenmiş ve bir şekilde hayatta varolma çözümü bulmuş iki mutsuz insan karşılaştığında birbirinin sığınacak limanı mı olur, yoksa alabora mı? Hayatta bir iz bırakmaya çalışmak, var olduğunu gösteren bir direniş midir yoksa yenilgiyi kabulleniş mi? İnsanın kendini yaralaması daha mı iyidir başkasında yaralar açmaktan?
Babaannemin Usturası tüm bu soruların cevabını arayan iki kişinin hikâyesini anlatıyor; Esra Pekin’in kendine has diliyle, oyun, sinema ve müzikle yoğurulmuş anlatısı sürpriz sonuyla okuru derinden etkileyecek…
Pili Adrianupoleos’tan Edirnekapı’ya, Orhan Türker, 88 Sayfa, 14 TL
Orhan Türker önceki çalışmalarında bizi, bugün bu özelliklerini büyük oranda kaybetmiş ancak 20. yüzyılın ortalarına kadar geleneksel sosyal ve etnik yapısını koruyan, çokuluslu Osmanlı İstanbulu’nun Kurtuluş, Samatya, Adalar, Galata gibi Rum ağırlıklı semtlerine götürmüş, yakın geçmişte yaşanan köklü değişimleri gözler önüne sermişti. Sıra, yine unutulmuş bir başka Bizans semti olan Edirnekapı bölgesine geldi. Rum varlığı Fetih’ten sonraki ilk yüzyıldan sonra hiçbir zaman Türk nüfusu aşan bir üstünlük göstermese de Edirnekapı, 20. yüzyılın ortalarına kadar Türklerle Rumların ya da Müslümanlarla Hıristiyanların yan yana yaşadığı bir bölge olmuştur. Ne yazık ki sonunda, diğer kadim Rum semtleriyle aynı kaderi paylaşmış, 1960’lardan sonra Rum nüfus eriyip yok olmuştur.
Osmanlı İstanbulu’nun gözlerden ırak bu semti günümüzde, sınırları içerisinde barındırdığı Bizans ve Osmanlı mimari yapılarıyla giderek bir cazibe merkezi haline gelmektedir. Pili Adrianupoleos’tan Edirnekapı’ya unutulmuş bir Bizans semtinin hikâyesini anlatıyor.
Eller, Abidin Dino, 56 Sayfa, 10 TL
El kendi imgesini yansıtıyor: Özportre.
Bir el?
Beş parmak, her parmakta üç bağlam, salt başparmaktaki iki büküm var.
Boyunun kısalığına bakmadan başparmak kalın ve güçlü.
Hem çengel, hem kral.”
Eller, avuçta bir araya gelen yürek, kader, hayat çizgileri üzerinden Abidin Dino’nun ‘özportre’ olarak nitelediği çalışması. Özel tasarımı ve Abidin Dino’nun desenleriyle….
MGV YAYINLARI
Kenti Durduran Şehir, Lütfi BERGEN, 408 Sayfa
Kent ve şehir dikotomisi üzerinden “İslam Şehri” tasavvuruna yönelik yazılar kaleme alan Lütfi Bergen’in çalışmalarını topladığı “Kenti Durduran Şehir” başlıklı kitabı yayımlandı. MGV Yayınları etiketiyle yayınlanan kitap “İslamcılık, kentleşme, kapitalizm, küreselleşme, sömürgecilik” kavramları çerçevesinde Müslümanların yaşadığı dünyevileşmeye – kapitalistleşmeye ilkesel ve köklü eleştiriler getiriyor.
OKUR KİTAPLIĞI
Çağımızın Tanıkları, 12 TL, 176 Sayfa
Ümit Aktaş, özel insanların hayatları ve fikirlerini çağın tanıklık sandalyesinde değerlendiriyor.
“Tıpkı suratına geçirilmek istenen o “beyaz” maskeyi reddeden Malcolm X gibi, tıpkı asimilasyonu ve teslimiyeti reddeden Aliya gibi, tıpkı üzerine doğru yürüyen teknolojizmin ölüm makinesi karşısında geriye çekilmeyi insanlık onuru adına reddeden Rachel gibi, tıpkı “bizim amacımız hükûmete değil, marifetullaha ulaşmaktır” diyen ve İslam’ı siyasallaştıran mollalara karşı İslamî siyaset perspektifini ortaya koymaya çalışan Humeyni gibi, tıpkı zalimlerden özür dilemektense ölümü seçen Seyyid Kutup gibi, tıpkı üzerine doğru hınçla yürüyen o konformizme gömülmüş kalabalıkların aymaz suratlarına karşı “sizi rahatsız etmeye geldim” diyen Şeriati gibi ve tıpkı “doğrulukta sebat”ı ve “nefssiz, (yani nefsini gözetmeyen) eylem”i kendisine ilke olarak benimseyen Gandi gibi. Çünkü ancak bu yüreği deli, aklı dolu olanlar sayesindedir ki insanlıktan umut kesilmeyecektir.”
Adem Turan, Şiir Taşı, 72 Sayfa, 8 TL
Günceli alıp eline, onu bir güzel yoğuran, farklı kıvamlara getiren bir şairle karşı karşıya kalıyoruz Şiir Taşı’nda. Ama en çok da güncelin masala, efsaneye dönüşüverişine şaşırıyoruz. Oysa bunda şaşılacak bir şey yok. İlk bölüm olan Ateş’te; Ateş böcekleriyle kanaviçelerin arasında gezinen şairanelik başka nasıl izah edilir?
İkinci Bölüm Taş’a gelince: Taş, yalın kılıç yahut birbirinden ilginç karşılıklarıyla, şairin elinde topuz oluyor sanki… Adem Turan ilk kez bu kitapla toplumsal olanın ritmini bu kadar net tutuyor.
Fatma Şengil Süzer, Ferhat İle Şirin, 88 Sayfa, 9 TL
Bu, aşinası olduğumuz bir hikâye. Anadolu’da söylendiği şekliyle yeniden… Cevahir geldi ve bize kâtiplik düştü. Âşıkların saz ile söylediği bir hikâyeydi bu, Cevahir naz ile söyledi, kâtip orada durdu. İma etti; iması bilindi, itiraz yoktu.
Dertli gibi “Ferhat olsak da bir, olmasak da bir” dedik ve her aşk hikâyesinin, ‘gerçeklik’e ilişkin derûnî bilgiyi yalnız ima ile söylediğini bildik.
Şerh, kalp ileymiş böyle hikâyelerde ve kalp, söz ile konuşmazmış efendim.
Şerhi kalp ile olsun bu hikâyenin…
DOĞAN KİTAP
Ustam ve Ben, Elif Şafak, 480 Sayfa, 20 TL
Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…
Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan’dan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar. Elif Şafak’ın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar…Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi… Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.
“İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi.”
İKİNCİ ADAM YAYINLARI
Sessiz Bulutlar, Ali Sevimli, 304 Sayfa, 17 TL
Hengâmesinde akarken cumartesi, akşam karanlığının kenarında soluklanıyorum. Barların, sensizliği gizleyen soğuk yüzlerinde oturmayı kuruyorum aklımda. Bekleyeni gelenlerden değilim bu gece. Telinde eksiklik mi var, yoksa hep mi böyle acılı çalardı sazlar? Unutsun beklentisiz yalnızlıkların dergâhı tüm balkonlar, sevdiğimiz şarkı sözlerini. Ayyaşlığıma sızacak hatıralar. Acılı notalara yenik yüreğim yüreğini unutsun.
Üzüldüm, sebebim çok. Çizgim kırıldı. Nerede duracağımın hesabını tutmuyorum epey zamandır. Ben sende koca bir hayatın gözlerini kapattım.
Yeminin keskinliği mi bu etimize dirhem dirhem acı eken? Mazinin ansızın yürümesidir damarlarımızda canı eriten. Mıh olup anılara çakılmaktır geçmişe yazılmak. Üzülmek, aklımda bitap düşmesidir mutluluklarımın. İstanbul şahit, İstiklal şahit ve yine onlar ölü aşklara lahit. Nefesim tükeniyor; çürümüş toprak kurtuluşum, kurtulsun arzularının çığlıklarında çürüyen tenim tenini unutsun. Seni sustu birden bire İstanbul.
AYRINTI YAYINLARI
Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi, Berrak Coşkun, 208 Sayfa, 10 TL
“Kötü adam”, “kötü davranış” ya da “kötü niyet” gibi belirlemeler, günlük hayatın içinde sıkça kullanılan deyişlerdir. Kötülük olgusu dallanıp budaklandıkça, “kötü”yü işaret eden betimlemeler de çeşitlenir. Fakat “kötü” derken, bundan ne anlaşılır? Kötülükte “kötü” olan nedir? Kötülük eden ile kötülüğün kurbanı arasındaki sınır, nerede kuşku duymadan çekilebilir?
Birçok kişi gibi Arendt de, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi toplama ve imha kamplarında yaşananları kötülüğün en radikal biçimi olarak değerlendirir; Auschwitz’i, bu anlamda, bir kırılma noktası olarak görür. Arendt’in 20. yüzyılda kötülüğün yeni yüzüne tanıklık ettiğimiz iddiasının ardında, insanları insanlar olarak gereksiz kılmaya dayanan çok çarpıcı bir fenomen yer alır. İmkânsızı imkânsız olmaktan çıkaran, insanları her şeyin mümkün olduğuna inandıran totalitarizmin, cinayeti bir sivrisineği ezmek kadar anlamsızlaştırmasıdır burada söz konusu olan. Daha önceki deneyimlerle karşılaştırıldığında yaşananların açıklamasız kalması, totaliter olmayan dünyaya “Gerçekten oldu mu?” sorusunu sorduracak bir akıldışılığa işaret eder. Dolayısıyla kötülüğün anlamını yeniden düşünmek, Arendt için olduğu kadar bizim için de gerekli hale gelir.”
OTONOM YAYINCILIK
Deleuze ve Guattari, Ronald Bogue, Çev:İsmail Öğretir, Ali Utku, 256 Sayfa, 21 TL
Deleuze ve Guattari üzerine yapılmış pek çok inceleme arasında bu kitap, bu iki düşünüre yaklaşımında tam da onların geliştirmeye çalıştığı düşünme tarzını benimsemesiyle ayırt edilir. Bu yüzden mesele asla Deleuze ve Guattari’nin düşüncelerinin oluşumunun ya da evriminin bir anlatısını sunmak değildir. Aksine kitap, bağlantılı kuvvetler çokluğunun kesintisiz bir oluşu olarak tasarlanmıştır. Bu, bizzat eserlerin, sorunsalların, figürlerin fail olduğu “göçebe bir yolculuk”tur. Öyle ki bu yolculukta, Deleuze ve Guattari bile birer özne olmaktan çıkacak ve Ronald Bogue’un güzel deyişiyle, akışlar, sapmalar, mübadelelerden oluşan karmaşık bir yazgı içindeki failler haline gelecektir. Tuhaf bir biçimde, şimdiye kadar Deleuze ve Guattari’nin eserlerinin dağınıklığına yapılan vurgulara karşı, bu eserleri hâlâ temel bir süreklilik içinde ele almaya olanak veren de yine bu yaklaşım olacaktır. Buradan itibaren Nietzsche ve Felsefe, Fark ve Tekrar, Anlamın Mantığı, Anti-Oedipus, Bin Yayla’nın yanı sıra Proust, Sacher-Masoch ve Kafka okumaları, artık Deleuzoguattarici bir bedenin oluşu içindeki farklılaşmalar olarak görünecektir. Bu yönüyle kitap, Deleuze ve Guattari’nin düşüncelerinin titiz ve yetkin bir değerlendirmesi olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor…
On5yirmi5.com