“Sinema Bir Din Değildir”

Görsel Sanatlar
Sinemada roman uyarlamalarından pek hoşlanmayan biri olarak gittim Seyfi Teoman’ın son filmi Bizim Büyük Çaresizliğimiz’e. Fakat yazarla beraber çalışmanın artısı olmalı ki film oldukça ba...
EMOJİLE

Sinemada roman uyarlamalarından pek hoşlanmayan biri olarak gittim Seyfi Teoman’ın son filmi Bizim Büyük Çaresizliğimiz’e. Fakat yazarla beraber çalışmanın artısı olmalı ki film oldukça başarılı. İstanbul Film Festivali’nde de ödüle doymayan filmin yönetmeniyle yağmurlu bir İstanbul sabahında buluşup, Ankara’da çektiği filmini ve sinema serüvenini konuştuk.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz filmiyle, İstanbul Film Festivali’nde üç ödül aldınız. Bu filmin bu kadar ilgi toplayacağını tahmin ediyor muydunuz?

Yıllarımızı verip bir film yapıyoruz elbette ilgi toplamasını bekliyoruz. Görüşlerine saygı duyduğumuz tüm jüri üyeleri, eleştirmenler ve tabii bir de seyircinin ilgisini bekliyoruz. Ödül konusunda insanın çok büyük beklentisi olmaması lazım. Çünkü sonunda hayal kırıklığına uğrayabilme ihtimaliniz de var. Sonuçta ben hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyorum.

Boğaziçi’nde iktisat okurken aklınızın bir köşesinde bol ödüllü filmler hayali var mıydı?

İlk olarak film festivaline gide gele başladı ilgim. O zamanlar edebiyatla daha çok ilgiliydim. Doğru düzgün bir şey yazmamama rağmen yazar olmak istiyordum. Derslerden bunalıp sanatçı olmak isteyen öğrenci modundaydım yani. Yılmaz Güney’in Duvar filmini izleyip çok etkilenmiştim. O zamanlar aklıma geldi. Üniversitede ders almaya başladım. Okulda film çektim. Sonra bir montaj atölyesinde çalıştım. Üniversitenin son yıllarında kararımı vermiştim. Şimdi üçüncü uzun metrajımın hazırlığındayım.

Zaman hızla geçiyor.

Apartman isimli kısa metrajınız beğenilmişti. Kısadan uzuna geçiş süreci nasıl gerçekleşti?

Kısa filmin çok fazla mecrası yok. Ulaşabileceğiniz insan sayısı sınırlı. Finansal manada çok zahmetli. Ben Apartman filminin borcunu yıllarca ödedim. Uzun metraj ticari bir dolaşıma girdiği için daha rahatlıyorsunuz. Tabii ki görsel sanatlara ilgi duyan her insan uzun metraj yapmak ister. İlk yola çıktığımda uzun metraj istiyordum ama bunun somut gerçeklere ulaşması on yılımı aldı.

Sizin filmleriniz özellikle yurtdışında çok ilgi görüyor. Bunun sırrı ne?

Hiç hesap yapmadan film yapıyorum. Kullandığım dil ve anlattıklarım birileriyle örtüşüyorsa benim bunu kontrol etmem zor. Direkt olarak uluslararası bir dil peşindeyim diyemem. Ama evrensel işler yapmaya çalışıyorum. Folklorik şeyler ilgimi çekmiyor. Ben de evrenselliğin bir parçasıyım ve mümkün olduğunca özenli işler yapmak istiyorum. Bu bir şekilde takdir ediliyor herhalde. Bu sonuçlar filmin değerini azaltmaz ya da artırmaz sadece daha fazla görünür olmasını sağlar. Ödüller önemli tabii. Ama bu tehlikeli bir şey. Amaç haline gelmemeli bu sadece sonuçtur. Filmin değerini ödül değil, zaman belirler.

Sinemada Seyfi Teoman stilinden söz edebilir miyiz?

Biçimden yola çıkmak, biçimi kutsal bir fetişe dönüştürmek hiç doğru değil. Sinemada tek bir kriter var bence. Dürüst ve hesapsız olmak. Yönetmen olarak bu işte saf kalmak istiyorsanız işinizi bir kariyer ve gişe hesabına dayandırmamanız lazım. Bir de önemli olan hep acemi olmaktır. Bir şeyde ustalaştığınız anda o zanaata dönüşür. En önemli şey eksilterek ve sade yapmak.

Asla çekmem dediğiniz konular var mı?

Duygu sömürüsü içeren filmler yapamam mesela. Bunu kesinlikle biliyorum. İçinde bir hesap ve sahtekarlık olan film yapamam. Filmin her aşamasını kontrol eden biri olarak, o işe kişilik damganızı vuruyorsunuz. Sizi yansıtıyor bir şekilde ama burada kişisel bir sinemadan bahsetmiyorum. Bir de ben şöyle filmler yapmak istiyorum dediğimde o iyi anlamıyla acemiliği kaybetmiş olurum.

Hangi yönetmenin ayak izlerini takip ediyorsunuz?

Bizim üst kuşak yönetmenlerimiz Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Semih Kaplanoğlu, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem’in bir öncülüğü var. Onlar bize cesaret verdiler. Hiç kimseye amenna demeden, tavizsiz filmleri, yeni üretim yolları bularak yaptılar. Bir yol açtılar bize. Şu an Türk sineması bu bahsettiğim yönetmenlerin filmleriyle biliniyor. Bir de her zaman Yeşilçam’dan etkilenmişimdir. Lütfü Akad ve Metin Erksan’ın açtığı yoldan ilerlemeye çalışıyorum. Kendimi öyle bir geleneğe bağlı hissediyorum ve Yeşilçam’ın nasıl bir fenomen olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Bir röportajınızda ‘Filmler kutsal değildir ki’ demişsiniz. Peki, nedir filmler?

Bir kere sinema bir din değil. Ama öyle davranılıyor. Sinema salonları, bir tapınakmış yönetmenler azizler ve rahiplermiş gibi söyleniyor. Evet, sinema mitleştirmeye uygun bir iş. Eskiden kilisede ikonalar vardı, şimdi de filmler var diyorlar. Film filmdir, hayat değildir. Asla filmleri gerektiğinden fazla ciddiye almamamız lazım. Filmler kutsal dokunulmaz değil ki. Hiçbir sanatsal eser kutsal değil bana göre. Filmler de yüceltilecek şeyler değil.

Gelelim filme. Bir roman uyarlaması bu film. Nerden aklınıza geldi bu büyük çaresizliği anlatmak?

Barış Bıçakçı’nın aynı adlı romanını 2004’te okumuştum. O zaman bunu uyarlasam iyi olur diye aklımın bir köşesine yazmıştım. Sonra yapımcım da bunu bildiği için teklif etti. Barış’la görüştük. O da kabul edince başladık. Oradaki karakterleri çok beğenmiştim. İlişkiler, dostluk hakkında sorduğu soruların çok insanı bir yönden sorulması, benim kişisel düşüncelerime denk düşüyordu. O yüzden romanın dünyasını sevdim.

Bir romanı filme almanın nesi kolay nesi zor?

En kolay tarafı ortada çok güçlü bir metin var, yağmalayabilirsin. Bu da aynı zamanda uyarlama yapmanın bir açmazı. Çünkü o zaman kitaba ne kadar sadık kalacaksınız, neyi dışarıda bırakacaksınız bilemiyorsunuz. Her zaman en iyi uyarlamalar öykülerden yapılır, çünkü o özgür bir alan bırakır size. Bunun bir sürü iyi örneği vardır sinemada. Sonuç itibariyle zorluğu da kolaylığı da aynı şey: Ortada çok fazla malzemenin ve güçlü bir metnin olması gerekir.

Filmin romana olan mesafesini anlattınız. Peki, hayata mesafesi nedir?

Sinemada natüralist bir şey yapmak çok doğru değil. Sinemanın hayattaki bazı karmaşık durumları sezdirme gücü olmalı. Dolayısıyla ister istemez referansımızı hayattan alıyoruz. Filmdeki karakterler gerçek hayatta da var. Tanıyorum böyle insanları. Yönetmen olarak bunlara yakınlık duyuyorum, onları güzelliyorum ve mesafemi koruyorum. Bunların açmazını görüp eleştirmeye çalışıyorum.

Üçüncü filmi Evliya yolda

Şimdilerde üçüncü filmimin senaryosunu yazıyorum. Bu benim öyküm. Ama Barış’la beraber çalışmaya başladık. Batı Anadolu’da geçen bir salgın hastalığı konu alıyor. Karantinaya alınan bir köy, insanlar ve bir doktor var. Filmin ismi Evliya.

Yeni Şafak – Aysel Yaşa