Karagöz ve ‘arkadaşları’ Roma’da

Görsel Sanatlar
İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan Doğu Sanatları Milli Müzesi (MNOA), Türkiye’den Karagöz’ün de aralarında bulunduğu dünya çapından gölge tiyatrosu örneklerini sergiliyor. 21 Nisan’a kadar açık kala...
EMOJİLE

İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan Doğu Sanatları Milli Müzesi (MNOA), Türkiye’den Karagöz’ün de aralarında bulunduğu dünya çapından gölge tiyatrosu örneklerini sergiliyor. 21 Nisan’a kadar açık kalacak olan “Prens ve Gölgesi” isimli sergide, gölge tiyatrosu ve kukla oyunlarının tarihi ve birbirleriyle ilişkileri anlatılıyor.

Deutsche Welle’in haberine göre, İtalyan kukla ustası Maria Signorelli’nin şahsi koleksiyonundan alınan eserler arasında Karagöz ve Yunan versiyonu Karagiozis, Endonezya’nın UNESCO “insanlığın sözlü ve soyut mirasları” listesine giren “wayang kulit” gölge oyunu ile Çin, Hindistan, Tayland gibi birçok ülkedeki gölge tiyatrosu örnekleri de yer alıyor.

Serginin Karagöz bölümünde, “Karagöz karakterinin kökenleri kesin olarak bilinmese de bu gölge oyunu 14’üncü yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm bölgelerine yayılmıştır. Karagöz, yerel geleneklere göre farklı özellikler taşımaktadır: Tunus’ta “Karakuz”, Cezayir’de “Karacouche”, Mısır’da “Arağüz”, Balkanlar’da “Caraghios” ve Yunanistan’da “Karagiozis” olarak karşımıza çıkar” deniliyor.

Karagöz gölge tiyatrosunun büyük ihtimalle Orta Asya’dan göç eden Türk kavimleriyle birlikte yeni bölgelere taşındığı belirtiliyor. Bu göçler sırasında mitler, peri masalları ve anlatıların yanı sıra gölge tiyatrosunun da yayıldığı görüşüne yer veriliyor.

Ziyaretçilere sergiyi gezdiren rehber de Karagöz ve Hacivat karakterlerinin, Sultan Orhan döneminde bir cami inşaatında çalışan iki işçiden esinlenilerek yaratıldığına dair bir rivayetin de bulunduğunu anlatıyor. Bu rivayete göre Sultan Orhan, hikayeleri ve şakalarıyla işçileri meşgul ederek inşaatı yavaşlatan Karagöz ve Hacivat’ın kellesini alıyor. Ancak daha sonra yaptığından pişman olan Sultan’ın bir hizmetkarı, ikiliyi “yaşatmak” için gölge tiyatrosu karakterleri haline getiriyor.

Sergi rehberi, Karagöz karakterini Yunan versiyonu Karagiozis ile kıyaslarken “Türk gölge tiyatrosundaki Karagöz otoriteye karşı gelen bir karakterken Yunanistan’daki Karagiozis gölge tiyatrosunda karakterlerin daha milliyetçi özellikler taşıdığını görüyoruz” diyor.

Türk Karagöz karakteri, otoriteyle alay edişiyle İtalyan Giufa ve Pulcinella figürlerine de benzetiliyor. İtalya’nın en meşhur kuklası Pinokyo da sergide yer alıyor.

UNESCO listesinde

Sergide Uzak Doğu’dan gölge tiyatrosu örnekleri de bulunuyor. Bu bölgede gölge tiyatrosunun doğum yerinin Hindistan olarak tahmin edildiği ve Malezya, Tayland, Çin, Endonezya gibi birçok ülkeye yayıldığı belirtiliyor.

UNESCO “insanlığın sözlü ve soyut mirasları” listesinde yer alan Endonezya gölge tiyatrosu “wayang kulit”, “gölge/ruh” ve kuklaların yapıldığı malzeme olan “deri” kelimesinin birleşiminden oluşuyor. Endonezya’da halen gölge tiyatrosu dini törenlerde kullanılıyor.

Tayland’da ise “nang” isimli gölge tiyatrosunun figürleri çok daha büyük boyutlarda, yaklaşık 2 X 1 metre ebatında yapılıyor. Nang tiyatrosunda genellikle kutsal değerlerin öneminin vurgulandığı kahramanlık öyküleri anlatılıyor.

Hindistan’da ise gölge tiyatrosuna Sanskrit dilindeki ilk referanslar M.S. 1’inci yüzyılın sonuna işaret ediyor. Ancak Sanskrit dilindeki “chaya nataka”nın bugün bilinen gölge tiyatrosuna karşılık gelip gelmediği kesin olarak bilinmiyor.

Çin’de gölge tiyatrosunun kökenlerinin M.S. 2’inci yüzyıl dolaylarına dayandığı tahmin ediliyor. Çin’de genellikle savaşçılar, şövalyeler ve asillerin hikayeleri gölge tiyatrosuna konu oluyor. Geleneksel Çin gölge tiyatrosunda figürler hayvan derisinin 24 saat boyunca banyolanmasının ardından kesilip boyandıktan sonra yağlanmasıyla elde ediliyor.

Serginin kataloğunda da halen dünyanın birçok bölgesinde gölge tiyatrosunun hayatını sürdürebiliyor olması şu sözlerle açıklanıyor: “Televizyon ve video oyunları henüz yokken, figürlerin küçük ölçekli olarak temsil edildiği ilk yerler kukla tiyatrolarıydı. Ve neyse ki bu sanat formu, gerek nesiller boyu kukla işiyle uğraşan aileler gerekse antik mesleklerin yeniden keşfedilmesi ve kıymetlerinin bilinmesi sayesine yok olmadı.”