23 Eylül’e kadar İstanbul Modern’de, ‘Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı’ adlı sergisini sanatseverlere sunan Burhan Doğançay, Şamdan Plus’a konuştu: İstanbul Modern, 23 Eylül’e kadar Süreli Sergiler Salonu’nda Burhan Doğançay’ın ‘Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı’ başlıklı sergisini ağırlıyor. Serginin en önemli özelliği Türkiye’de ilk defa yaşayan bir sanatçının retrospektifinin açılması, Doğançay’ın son 50 yıllık çalışmalarının bir dökümü olması, 14 ayrı dönemini ve dünyanın farklı koleksiyonlarında yer alan çalışmalarını bir araya getirmesi. 60’lı yıllardan günümüze dünyanın farklı şehirlerinde duvarların izini süren Burhan Doğançay, duvarlar aracılığıyla modern ve çağdaş kent kültürünü gözler önüne seriyor. İşte Doğançay’ın Şamdan Plus dergisinden Gülru İncu’ya anlattıkları…
Babam benim ilk hocamdı
Empresyonist ressam ve aynı zamanda bir topografya subayı olan babanız Adil Bey’le yaptığınız yürüyüşlerde resmin temel bilgilerini almışsınız. O günlerde nasıl başladı resim macerası?
Babam rahmetli, askeri harita subayı olduğu için daima çok yükseklere çıkması gerekiyordu. O atın, ben de eşeğin üstünde; dört-beş yaşındayken dağ, tepe ne gerekiyorsa oraya çıkardık. O işini yaparken bana da kağıt, kalem verirdi, "Sen şu ağacı çiz, şu kayayı çiz" derdi. Resim nedir, perspektif nedir o yaşta öğrendim. Babam empresyonist bir ressamdı ve benim üzerimde çok büyük etkisi olmuştur, benim ilk hocamdı.
Yine de resim yerine hukuk eğitimi aldınız…
O yıllarda Ankara’da hukuk, mülkiye, ziraat fakültesi, dil-tarih vardı fakülte olarak; başka hiçbir şey yoktu. Ben mimar olmak istiyordum ama Ankara’da yoktu. İstanbul’a gitmek lazım ama ailemin mali durumu da buna müsait değildi. Arkadaşlarım hukuk eğitimi alıyordu, "Madem onlar gidiyor, ben de gideyim dedim."
Paris’te iktisat doktorası yaparken resim çalışmalarına da devam ediyorsunuz bir yandan…
Tabii, iktisat doktoramı Danimarka üzerine yazdım, doktor unvanımı aldım. O sırada Amerikan pavyonunda kalırken karma sergilere de katılıyorum. Türkiye’ye döndükten sonra da resim başladı. Fransa’da yaptığım resimlerle Ankara Sanatseverler Kulübü’nde babamla ortak sergiler açtım.
MURAT ÜLKER KATKI SAĞLADI
Manhattan’da yaşadığınız ilk yıllar genç bir ressam olarak sizi nasıl etkiledi? Nasıl yansıdı resimlerinize?
O zamanlar Manhattan’da dört ya da beş tane Türk otururdu, o kadar azdı yani. Bugün dahi bir sanatçı için dışarıda olmak, Amerika’da olmak çok zor. Okyanus’ta bir kibrit çubuğunun ucundaki tozsunuz, yol gösterecek kimse yok, oradaki Türkler’in de sanatla ilgisi buradakilerden fazla değil, çok sıkıntı çektim tabii.
Bu sergiyle Türkiye’de ilk defa yaşayan bir sanatçının retrospektifi açılıyor. Bir başka ilk de ‘Mavi Senfoni’yi alan Murat Ülker’in sergiye sponsor olması. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu sergiyi?
Bu konuda mütevazı olmayacağım, bu sergi çok önemli bir sergi. 50 senelik duvar serüvenlerimin bir yansıması. İlk defa bu sergi için dışarıdaki 14 müzeden resim geldi. Birinin bu sergiye sponsor olması lazımdı çünkü bu tarz sergiler ucuza çıkmıyor. Murat Ülker’in bu konuda çok büyük katkısı oldu. Kendisini önceden de tanıyorum, bütün vizyonu dışarısı. Godiva’yı almakla büyük bir başarıya imza attı, şimdi de sanata kendini verdi. Ben ona ‘Türkiye’nin Medici Ailesi’ diyorum, onlar olmasa ne Rafael’i, ne Leonardo Da Vinci’yi bilemeyecektik.
Hukukçu, iktisatçı, diplomat, ressam… Bir ömre çok şey sığdırmışsınız, anılarınızı yazmayı düşünmüyor musunuz?
Biz birbirini sevmeyen bir milletiz, birimizin başarısı diğerini üzüyor. Bana "Anılarını yaz" diyorlar. Böyle bir kitap çıktığı zaman önce şunu yazacağım: "Birbirimizi sevmediğimiz müddetçe, birimizin başarısı en yakınını üzdüğü müddetçe ve ‘ama’sız konuşmayı öğrenmediğimiz müddetçe hiçbir şey olamayız.
RESMİ ÖNCE KAFADA YAPARIM
Resim yapmadığınız zamanlarda da kafanızda sürekli kompozisyon kurar mısınız?
Her an, her dakika resim düşünür müsünüz? Evet, gece-gündüz, yatarken bile! Her yaptığım resmi önce kafamda yaparım, her şey hafızamdadır. Sonra dama oynar gibi tak, tak yerine koyarım. Resim yapmadığım zaman da kitap okurum. Edebiyata, tarihe, müziğe, operaya çok meraklıyım. Oyunları çok severim; ping pong, tenis, tavla ve kumara meraklıyım.
FAZIL SAY’I TAKDİR ETMEK GEREK
Modern sanatın Türkiye’deki gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Biz dünya çapındayız", "Lobilerimiz Amerika’da" falan… Yok böyle şeyler. Bir kere Rönesansı atlamışız. Rönesans derken, herkes zannediyor ki Rönesans sadece sanatta. Hayır efendim, Rönesans yeniden doğuş, her alanda bir reaksiyon. Avrupa’da Rönesans yaşayıp da çağın gerisinde kalan yer yok. Müzeler neredeyse Avrupa’nın her kasabasında var. Fazıl Say, Orhan Pamuk, Murat Ülker gibi insanları da takdir etmemiz lazım, aleyhinde konuşmamak lazım. Onlar dışarıda Türkiye’yi temsil ediyor. Bu insanlardan ne kadar çıkarsa Türkiye’nin prestiji artar.
SANATIN SOKAKTA HAMMADDESİ
Sanatınızın hammaddeleri olarak tanımlayabileceğiniz objeler neler?
Sokakta gördüğünüz her şey hammadde. Duvarlar, çöplükler, pis, çamurlu afişler, tahta parçaları… 1964’de Manhattan’da gezerken bir duvar gördüm güneşli bir günde; güneş var, gölge var, afişler var, graffitiler var ama baktığınız zaman müthiş bir abstrakt kompozisyon, bir de şuuraltı herhalde Anadolu’yu dolaşmış, duvarlarını, öykülerini dinlemiş olmak vardı, Faruk Nafiz Çamlıbel’in ‘Han Duvarları’ şiirinin de etkisiyle o seri başladı. Hâlâ devam ediyor. Fotoğrafla güncel duvarlar diye bir iş yaptım biliyorsunuz, 114 ülke dolaştım, aşağı yukarı 600 şehir.
Sabah