Geride Kalanlar Üzerine: Filistin ‘i İmajlaştırmak

Fikir
Filistin sineması, tarihî açıdan, görünmezlikten görünür olma çabasının adıdır. Sinema ile 20. yüzyılda gerçeğin somut ve imajinatif olana evrildiği bir kanıtlama düzeneğinde görünmez kılınmanın yükü ...
EMOJİLE

Filistin sineması, tarihî açıdan, görünmezlikten görünür olma çabasının adıdır. Sinema ile 20. yüzyılda gerçeğin somut ve imajinatif olana evrildiği bir kanıtlama düzeneğinde görünmez kılınmanın yükü işgal coğrafyalarında yoğun bir biçimde hissedilmektedir. 7 Ekim 2023’ten itibaren Gazzelilerin tabi tutulduğu soykırım sürecinde on binlerce Filistinli sivil katledilirken İsraillilerin yaşadıkları zarar estetik bir imaj olarak kaydedildi. Acının estetikleşmediği Gazze’de bir olağanlık içinde işgal sistematiği işlemektedir. Görüntü, sinema ile birlikte bir somutlaşma becerisi iken aynı zamanda estetikleştirilmeyen bir katliamı yok saymaktadır. Sinemanın icadı öncelikle perspektifi, perspektif de nesnelerin konumunu (uzaklığını-yakınlığını), varlığını-yokluğunu (kadraj-dekadraj), yüzeylerini (açık ve kapalılıklarını) vb. belirlemektedir. Bu yönüyle kamera, perspektif bilgisini de onun doğurduğu egemenlik ilişkilerini de küreselleştirmektedir.

Bu durumun estetik birtakım süreçleri radikal etkilemesinin yanı sıra siyasi yönü, bariz perspektif bilgisinin kimi içeride kimi dışarıda tuttuğu ile ilgilidir. Zira sinemanın kısa sürede dünyanın her tarafında görülmesi sömürgeci ağlarla mümkündü ve Batı dışı tüm coğrafya ya işgal altında ya da modernite paradigmasını zımnen ya da doğrudan kabul ederek kültürel bir ufuk olarak Batı ile sınırlanmış bir ilişki içindeydi. Pek çok kaynakta 1895 yılı sinematograf ile ilk gösterimin miladı kabul edilmekle birlikte, hemen ardından bu yeni icadın kendine dünyanın dört bir yanında kaydettiği taze görüntüler üzerinden yeni pazarlar bulmaya çalışması da önemli bir vakadır. Zira dünyanın herhangi bir yerinde çekilen ilk hareketli görüntüler; mucitlerin operatörleri ve mümessilleri tarafından kaydedilmiştir.

Filistin Görüntülerinin Serencamı

Sinema tarihinde Filistin’e ait kaydedilen ilk görüntüler sinematografın mucidi Auguste ve Louis Lumière Kardeşler’in operatörlerine aittir. Arşivde izine rastlanmasa da Filistin’e ait ilk görüntülerin 1896 tarihinde çekildiği pek çok kaynakta iddia edilmektedir. Kaydedilenler bir belge filmdir ve dolayısıyla belge film kaydedildiği anda sıradan pek çok imajı da içinde barındırmaktadır. Filmde Kudüs peyzajı, tren istasyonunda bekleşen insan kalabalıkları yer almaktadır. Sinematografın patentini başka bir kıtada alan Edison’a ait kameramanlar ise 1903’te Kudüs’teki Araplara ve Yahudi unsurlara ait çeşitli folklorik diye nitelenecek eylemleri, Kudüs’ün işlek caddelerine ait görüntüleri kaydetmektedir. 1908 yılında ise Fransız Pathé şirketi Kudüs adlı filmi yayımladı. Bazı kaynaklarda Filistin’de 1920’lerden 1940’ların ortalarına hatta Büyük Felaket (nakba) İsrail’in kendini bir devlet olarak ilanına kadar toplamda 23 filmin kaydedildiği ifade edilmektedir. İngiliz Reuters, ABD’li AP, Fransız AFP gibi haber ajanslarının çektiği çok sayıda haber filmi görüntüleri de bu zaman diliminde çekilmiştir. Bu görüntüler işgalin resmen ilan edildiği tarihe kadar, oryantalist bir tasvirle Filistin’i ve Filistinliyi göstermektedir. İlgili filmlerin kayda değer kısmında Filistinliler köy ve çöl gibi yerlerde yaşayanlar şeklinde, şehirlerde ise yabanıl bir çevre içinde çerçevelenmektedir.

Sinemanın erken tarihinden itibaren küresel üretim ve gösterim ağını elinde bulunduran Batılı ülkelerde çekilen Filistin’i konu edinen filmlerin ise önemli bir kısmı Eski Ahit’teki kıssaların uyarlanmasıdır: Cecil B. DeMille’nin The Ten Commandments (On Emir, 1923) ya da yine aynı yönetmenin Samson ve Dalilâ (1949) filmi gibi. Yapımlar Eski Ahit temelli olduğu için Filistin topraklarında yalnızca Yahudi ve Hıristiyan varlıkların modern birer tarihî vesikası gibidir. Modern yüzyılın işgal meşruiyetini Filistinlileri filmlerde yok ederek oluşturuyordu. Film, çektiği kadar çekmediğini sorgulamadan bir görünmezlik kanonu üretiyordu. Belgesellerle kurulmaya çalışılan meşruiyet, ileride Yahudi göçünü, sonrasında ise göçün devletleşmesine yol açacak emperyalist sistematik imaj stratejisiyle bağlantılıydı. Belgesel, matbu evrakın yerini alacak bir dijital tapu kaydı ağırlığına sahipti, zira çekilen filmlerde şehirlerde görünenlerin Yahudi, köylerdekilerin Müslüman ağırlıklı olması bir jeostratejiydi. Kurmaca filmlerde ise Eski Ahit, eski zamanlarda bir Hıristiyan ve Yahudi mekânı olarak Filistin imajlaştırılıyordu. Bu filmler bazen bir aşk için verilen mücadele bazen de despot kral ve kural tanımazlara yönelik savaşın mekânıydı. Ancak temelde bu mücadele Yahudi ve Hıristiyan topluluklarının kurucu anlatılarının mekânını imlemekteydi.

Siyonist Örgütlülüğün Gerçeği

Siyonist örgütlülüğün altın dönemi olan 20. yüzyılın erken dönemlerinde güçlü sermayeleriyle çekilen filmler, başta Kudüs olmak üzere diğer Filistin mülklerinin Yahudileştirilmesini hedeflemekteydi. Bunlardan ilki Moshe Rosenberg’in çektiği ve adlandırılırken de Filistin’de hâkim olmaya çalışan Siyonist toplulukların Haseret Harishon Shel Palestina (Filistin’in İlk Filmi, 1911) diye verdikleri isimle yayınlanan yapımdı. Buna eklenen nispeten daha büyük bir yapım desteğine sahip ve siyasi Siyonizm’in lideri Theodor Herzl’in “Arzı Mevud” (Vaat Edilen Topraklar) söyleminin öne çıktığı ve adını verdiği belgesel filmi Juda Leman çekmişti. Land of Promise (Arzı Mevud, 1935), aynı zamanda o dönemler Mussolini’nin bir kültür savaşı hamlesi kapsamında oluşturduğu, daha sonra dünyanın sayılı festivallerinden biri konumuna yükselecek olan Venedik Film Festivali’nde ödüllendirildi. Belgesel filmle ilgili ilk tartışmalardan biri de kurmacanın yarattığı beklenti, atmosferin, verili olanın uzağına düşmesi temelliydi. Kurmaca gerçek dünyayı fantezileştirerek değiştirmesi sebebiyle gerçekçi bulunmuyordu. Belgesel çoğu zaman vakayı olduğuyla kaydetme yönünde bir adımdı. Ancak kurmacanın görmezden geldiği gerçek ve belgeselin gördüğü ve şahit tuttuğu yönündeki yaygın kanaat, belgeselin propagandacı tarafını göz ardı etmektedir.

Belgesel ile propagandayı ortaklaştıran saik, verili gerçeği konu edinmesidir. Ancak propagandacı unsurları gizleyerek verili gerçeği işlemek ve gerçekliği bir kanaat şeklinde inşa etmek belgeselin tehlikelerindendir. Filistin, Yahudi eliyle yabanıl, ilkel olanın ehlileştirildiği ve evcilleştirildiği Hollywood kurmacalarında Amerikan rüyasının bir parçası, Avrupa romantik filmlerinde ise imrenilen bir Akdeniz peyzajının numunesi gibi görünüyordu. “Avrupa’dan farkı olmamak” yönlü bu duygu siyasi bir fantezinin, kurulan ve daha sonra güçlenen bir uygar ikizlik modeline dayanıyordu. Avrupa’nın ortasında Akdeniz, onun kıyısında ise ikizi İsrail görüntüleniyordu. Bu imaj öjenik tarzda kuruluyor, Filistinli olmayan bir Filistin ortaya çıkıyordu. Avrupa’nın sayfiyesi ve ABD’nin müttefiki bir İsrail için filmde kolonyal bir tasarım bulunuyor, yer yer çöl görüntüleri verilerek de cennetin yanında bir cehennem, uygarlığın hemen yanı başında galebe çalınacak bir barbarlık oluşturuluyordu. İsrail, belgeselde âdeta çölde açacak bir çiçek, uygarlık paradigmasının bir mümessili şeklinde müjdelenmekteydi.

Siyonist propagandanın bir diğer filmi Arzı Mevud’la aynı yıl çekilen Baruch Agadati’nin yönetmenliğini üstlendiği Zot Hi Haaretz (Bu Topraklar) belgeseliydi. Yapımı önemli kılan nokta ise filmin gösterim tarihinden 13 yıl sonra Nakba’yı (Büyük Felaket) yani İsrail’in bir devlet olarak kurulacağını dile getirmesiydi. Bu yönüyle belgeselin vaat politikası propagandanın sularında yüzmektedir. Çünkü belgesel asli olarak vaat etmemekle mükelleftir. Filistin’in modern miladının başlatıcısının işgalci bir imaj stratejisiyle Yahudi’ye yetki devri ilgili belgesellerle yürütülmektedir. Öncesiz bir Filistin ideali, kendine karanlık çağlar oluşturan aydınlanmacı semptomlar görülen bir İsrail hamlesiyle gerçekleşti.

Gerçek Gerçeğe Karşı

Filistin’deki işgale yönelik tepki ise imaja karşı sözün gücüne dayanan yazıydı. Filistin şiiri, bilhassa direniş/kavga şiirlerindeki fedai, militan, Siyonist propagandaya karşı yazılı imajlarla oluşan özneleri anlatır. Filistin’de Filistinlilerin çektiği ilk film ise İbrahim Hassan Sirhan’ın belge görüntüleridir. Suudi Arabistan Kralı’nın Filistin’i ziyaret ettiği anların görüntülerini çeken Sirhan, kamerasını 50 liraya Tel Aviv’den satın almıştır. Sinema ile ilgili kaynak kitaplar satın alarak filmin nasıl çekileceğini ve kurgulanacağını öğrenmiştir. 1935 yılında gösterime giren üç filmin ikisi büyük yapım maliyetleriyle çekilmiştir ve bu iki film Siyonist örgütlülüğe aittir. Bir diğeri ise kamerasını kıt imkânlarıyla satın alan ve filme dair elinde satın aldığı kitaplar dışında başka bir şey bulunmayan Sirhan’a ait Filistin belgeselidir.

İmajın sermaye ve güçlü politik bağlantılarına, aynı yıl çekilen filmlerin etkisine karşı bu mütevazı mücadele Filistin sinemasının ve Filistin’i görünür kılan bütün imaj politikasının özetidir. Sirhan ve arkadaşı Jamal al-Asphar, Filistinli yetimleri konu edinen Ahlam Tehakkaket/Realized Dreams (Gerçekleşmiş Rüyalar,1945) adıyla film çekti. Bu mütevazı çaba, şiirde güçlü imgelerle mukavemet eden Filistin halkının kendi kendilerini görüntüleyebilecekleri bir ülke sinemasının öncü çalışmalarıdır. Sirhan yine aynı yıl Mısır’da sinema alanında eğitim gören Ahmad al-Kilani ile birlikte Studio Filistin adında bir yapım şirketi kurdu. Bu şirketle birlikte pek çok film çekti. Ancak filmlerin hepsi şimdilerde kayıp.

Filistin sinemasının bir başka niteliği de kayıp filmlerle ortaya çıkmaktadır: Su üstüne yazı yazmak. Filmlerle ortaya konulan çaba beyhude değil ancak filmler imajlarıyla birlikte hafızaya dönüşemeden yok oluyor. Kayıp ise işgalin getirdiği bir sonuç. Ancak kayıpla imaj tamamıyla ortadan kaybolmuyor, yönetmenlerin film üretme çabası bir sonraki kuşağı oluşturuyor. Sirhan ve arkadaşları pek çok faza ayrılan Filistin sinemasının ilk fazını, kuruluş dönemini oluşturuyorlar. Ancak bu ilk bölüm, Filistin işgalinin “resmî devletli sureti”yle, İsrail’in kurulmasıyla birlikte bitiyor.

Filistin sineması, Filistin’de çekilemeyen, kurgulanamayan, gösterilemeyen; yerlerinden edilen Filistinlilerin yaşadıkları yerlerde şekillenmeye başlamaktadır. Filistin sinemasının başlangıcı aynı zamanda Filistin’de çekilen Filistin sinemasının sonudur. İşgal sonrası filmler büyük ölçüde -kaçak ve amatör kayıtlar dışında- yerlerinden edilmiş milyonlarca mültecinin yaşadığı kamplarda, sürgündeki diaspora coğrafyalarında çekilmektedir.

Yusuf Ziya Gökçek / (Umran Dergisi – Eylül 2024)