Ercan YILDIRIM: ESKİŞEHİR OLAYI GÖSTERGELERİ: YENİ ULUSALCI-LAİK SOSYOPATİ, GERÇEK-DİJİTAL DÜNYA ÇELİŞKİSİ, AİLENİN GEREKLİLİĞİ

Fikir
Ercan Yıldırım / (Umran Dergisi – Eylül 2024) İnşa edemeyen yalnızca yıkar. Aslına bakılırsa sağlam bir yapı kurmak için evvela köhnemiş olanı yıkmak gerekir. Fakat kimi yetersizler için yıkmak ...
EMOJİLE

Ercan Yıldırım / (Umran Dergisi – Eylül 2024)

İnşa edemeyen yalnızca yıkar. Aslına bakılırsa sağlam bir yapı kurmak için evvela köhnemiş olanı yıkmak gerekir. Fakat kimi yetersizler için yıkmak bile kâfi gelmez, arındırmak, ortadan kaldırmak, içindeki şiddeti bir biçimde göstermek isterler.

Türkiye’de laikler gün geçtikçe engel olamadıkları bir psikozun içinde arındırmacı itkilerini devreye alabilecek bahaneler arıyor. İslâm o derece tahammül edilmez boyutta ki onlar için, suhuleti, basireti, feraseti hepten unutmayı seçiyorlar. Kontrol kayıpları arttıkça “acilcilik” moduna girmeye başladılar. Reel siyasetin verilerini fikrî olana doğrudan aktarmamak gerekir belki ama öyle bir konjonktürde yaşıyoruz ki daha yeni sonuçlanmasına rağmen bir an önce genel seçimlerin yapılması, bekledikleri iktidarı tekrar ele almak, devleti, kamusal alanı arıtmak için sabırsızlık içinde, muhalif siyasete her gün ayar veriyorlar. Muhalif partilerin, siyasetçilerin üzerindeki baskı iktidar cenahını oluşturan bileşenlerde, tabanda yok. Âdeta İstiklal Mahkemeleri’ni yeniden kurmak için can atıyorlar. Zafer Partisi’nin yükselişini başka türlü açıklamanın imkânı yok. Bu Parti’nin, oy oranının çok daha ötesinde bir laik-seküler desteği var. Mesele sadece siyasetin sahasında kalsa sorun olmaz, fakat bu İslâm düşmanı laik-sekülerler ile İslâmsız Türklük peşindekiler kendi siyasi fantezileri için çocukları ve gençleri de zehirliyor.

Yeni Ulusalcılığın ve Avrupa Yeni Sağı’nın Buluşması

Eskişehir’de vuku bulan hadise, ne sevgiden yoksun yalnız ve hayalleri peşinde sanal dünyayı gerçeğe çevirmeye çalışan bir gencin münferit hadisesi ne sıradan adi bir vaka. Eskişehir’deki gencin duygu ve psikolojisini bu laik kafa başkalarına işleme gayretinde… Açıkçası bunun için çok da çaba sarf etmelerine gerek yok, maalesef zamanın ruhuna gençler çok yatkın. İktidara ontolojik karşıtlık göstermese bile başta göçmenlik ve istihdam olmak üzere birkaç hususta eleştirel tutum takınan gençler kendilerini bu ırkçı, faşist, arındırmacı, amaçsız projelerin içinde bulabiliyor.

Mesele lümpenliği çoktan aştı… İktidar ve kitlesini her tür yöntemle, şiddetle tasfiyeye takıntılı kronik muhalif laikler kentli, iyi eğitimli, orta ve üstündeki sınıftan, belli kariyer sahibi kimselerden oluşuyor. Hâliyle karşıtlık itkilerini eğitim ve statülerinin ötesine taşıyarak lümpenleştirmekte de beis görmüyorlar. Öyle bir zihin evrenindeler ki, iktidara oy verdiğine kanaat getirdikleri sıradan yaşlıları bile ortadan kaldırılması gereken bir böcek olarak tasvir ediyorlar. Eskişehirli genci eyleme sevk eden başka boyutlar var; yoksa kinini bastıramayan pek çok banal muhalif de eline hangi araç geçerse iktidar kitlesine dalmaya teşne. Kendilerini elit, kentli uygar, eğitimli gösteren bu laik kitle yeri geldiğinde sıradan faşizmi nasıl çağırabildiklerini böylece gösterdi.

Eskişehir’deki hadisenin magazinel biçimde ele alınması emsal teşkilini engeller. Olayın görece erkenden vuku bulması gerekli dersleri ve tedbirleri almak için önemli. Bir taraftan gençlerin dijital tekno-kültüre aşinalığına karşın gerçek hayata yönelik tecrübi devamsızlıkları ve yetersizlikleri, sanal gerçeklikleri dışarıdaki hayat zannetmeleri ebeveynlerin çocuklarına daha çok özen göstermeleri gerektiğini ortaya koyarken öte taraftan yeni tip ulusalcılığın kitleselleşmemesi için siyasal alanın tedbir alma ve politika üretme zorunluluğunu belirliyor.

Eskişehir’deki saldırının dünyada da kendini gösteren ulasalcılık-ların bir benzeri olduğu kesin. Zamanın ruhuna bağlı, sığınmacı, göçmen, yabancı ve İslâm karşıtlığı başta Avrupa olmak üzere küresel düzeyde etkin. Ulusalcılık dünyanın hemen her tarafında benzer özellikler ihtiva eder. Özellikle 2008 küresel ekonomik krizi sonrasında ulus devletler globalleşmeye mesafe alarak daha içe kapanmaya, entegrasyonları durdurmaya yöneldi. Avrupa’da başlayan bu furya Türkiye’ye gelmemişti zira içeride çözüm süreci nedeniyle genel olarak buluşmalar konuşulsa da daha çok Kürt ve Alevi karşıtlığı hâkimdi. Suriye iç savaşı ve Esed’in katliamından sonra Türkiye’ye gelen sığınmacılar “yerli öteki”leri unutturdu. Hatta sığınmacı, Arap ve İslâm düşmanlığına bu kesimler de sonradan dâhil oldu!

Ulusalcılıkta inşa olmaz, daha çok refleks hâkimdir, dışlama, reddetme, yok sayma… Eskişehir’deki vakayı gerçekleştiren çocuk dünyadaki yeni sağ da denilen bu yeni ulusalcı dalganın söylemini sahiplenir. Arap, İslâm, Kürt karşıtlığını manifestosunda kullanırken Anders Breivik, Brenton Tarrant’ın metinlerinden etkilenmiştir. Breivik ve Tarrant yanında Timoty Mcveigh, Stephan Paddock’tan da esinlenen Eskişehirli saldırgan klasik “Araplar bizi arkadan bıçakladı,” retoriğini kullanır.

İslâm düşmanları Suriyeliler üzerinden Arap karşıtlığı oluştururken hakaretamiz ifadelerle Arapları küçük düşürmeye çalışır, böylece İslâm’ı Arap dini göstererek Türklerin İslâm ile asimile edildiği tezini yerleştirmeye kalkar. Ulusalcıların, İslâmsız Türklük girişiminde bulunanların bu argümanlarına karşı aslında İslâm, bozkır kavimlerinin başka ırklar ve topluluklar altında asimilesini engellemiş, hatta Türk kimliği etrafında birleştirmiştir. Gençler bu gerçeğin farkında değil; son yıllardaki Göktürkçe Türk yazısı üzerinden bir bozkurt efsanesi, Börü miti oluşturulduğu için gençler bunları “meşru” zanneder. Bu süreçte TRT’nin tarih dizilerinin, Diriliş Ertuğrul’un da tesiri bulunur. İlk iki sezonunda İslâmî kimliğe sıkı sıkıya sahip bu dizi sonraki sezonlarında Şamanizm’i, mitolojik öğeleri diziye katarak İslâmî olanın etkisini azaltmıştır. Bu da Tengricilik başlığı altında İslâmsız Türklük icadına yeltenen yeni ulusalcı kalabalığı şekillendirmiştir.

Öyle ki sadece İslâm’a değil artık son günlerde görüldüğü gibi olimpiyatlarda atıcılık alanında yarışan Yusuf Dikeç’in geleneksel Anadolu Müslümanı tesettürü ve kimliğine de saldırarak feraseti, basireti, irfanı da itibarsızlaştırmak, gençlerin gündeminden çıkarmak istiyorlar. Bu tipolojiyi, Müslüman kimliğini, İslâmî olanı iktidarla özdeşleştirerek kötüleme stratejisi gençlerde bir şekilde revaç bulmuş da görünüyor; belirledikleri Türk kavramı dışındaki herkesi dışlayarak hatta klasik Anadolu insanını bile yok saymaya çalışarak, dünyayı yalnız sınırlardan ibaret görerek, tüm mümkün faşizmlerin hepsini benimsemek istiyorlar. Zihinlerindeki dünya dışa kapalı dönemindeki Küba ile Kuzey Kore’den ibaret.

Bu yeni tür içe kapanmacılık aslına bakılırsa küreselleşmeye tepkinin farklı dozdaki yansıması. Avrupa ve Batı dünyasındaki yeni sağ da globalizasyona karşı radikal tepki veriyor. Millî-yerli ideoloji küreselleşmenin kimlikleri tesirsizleştiren yönüne karşı bir refleks iken yeni ulusalcılık var olan kimlikleri de çok ötelere götürüp mitolojiye teslim eder. Tengricilik kültürel veya folklorik bir karşılıktan çok küreselleşmeye, İslâm’ın son derece baskın küresel medeniyet ve küresel kültür ile kapitalist dünya sistemine direnişini kırmaya matuftur.

Küresel kültür ve medeniyet ne yaptıysa İslâm’ın alternatif pozisyonunu kıramadı, Türkiye’de iktidarın 20 yılı devirmesinin önüne geçilememesi gibi. Tengricilik, Eskişehirli çocuğun kök bulma çabası Germenlerin Meşrutiyet döneminde Harbiye’dekilere “sizin İslâm’dan önce de medeniyetiniz, kültürünüz vardı,” propagandasının bir benzeri. Maske, bıçak, Nazi miğferi, balta ile katliama girişmek aynı zamanda çaresizliğin de neticesi. Sadece Nazi şiddeti değil, Klu Klux Klan’ın ırkçılığı, vahşi nefreti de bu çaresizliğe eşlik eder.

Yeni Ulusalcılığın Özellikleri

  • Yeni ulusalcılığı, AK Parti ve Erdoğan’ın politikalarına karşı laikliği tahkim etmek isteyen sekülerler, İslâmcılık ve “siyasi İslâm” karşıtları, laikliğin zarar gördüğünü düşünen bu yüzden Kemalizm’e dönüşü savunan eski post-Kemalistler-sol liberaller, en önemlisi lümpen-varoş kültürü ve ekonomi-politik yapısı temellendirir.
  • İktidarın tarih dizilerinde de sıklıkla gösterildiği gibi İslâm öncesi mitolojiyi yücelten, İslâm’a ontolojik karşı duran ırkçılar yeni ulusalcılığın temellerini atıyor. Bunlar 1071 sonrasında İslâm ile hemhal olmuş Türklüğün yerine tamamıyla mitlere dayalı bir kök arayışını da temsil ediyorlar. Dolayısıyla sadece tarihsel süreklilik veya modernist ilerleme üzerinden bir İslâm dışılık yerine ırkı İslâm’ın bozduğu iddiasında bulunuyorlar. Kemalistlerin dillerine doladıkları “isyan eden Arap” imgesiyle İslâm’ı özdeşleştirerek dini tarihselleştirip mekânla sınırlandırmaya çalışanlar “çölden geldiniz çölünüze dönün” dilini kullanıyorlar.

İslâmcılığa, siyasi İslâm’a, Anadolu irfanına, Müslüman hassasiyetini öne çeken herkese, Anadolu insanına… içinde İslâm olan her şeye düşmanca yaklaşıyorlar.

  • İslâm’a, Müslüman dünyaya düşmanlık etmese bile İslâm’ı Kemalizm gibi yalnız vicdanlara sıkıştıran, bütünüyle laik bakış açısına sahip kişiler de bu yapının bünyesinde. Bunların içinde milliyetçiler de bulunur. Dini kamusal alanda görmek istemeyen, İslâm’ın şeriatına karşıtlık barındıranlar… Klasik ülkücü bile olsa İslâmcı, siyasi İslâm karşıtlığını laikliğe taşıyanlar da yeni ulusalcılıkta olduğu gibi Kemalist statükoya yerleşmeyi överler.
  • MHP ülkücülüğü bu yeni ulusalcılıktan berî görünüyor. Ulus devlet reflekslerini savunsa, İttihâd-ı İslâm ve Turancılığa mesafeli-sempatik baksa, ülke sınırlarını esas alan politika uygulasa da MHP ülkücülüğü, İslâm âlemiyle hele Ortadoğu ile bağları koparmayı, İslâmî olanı tahfif etmeyi kesinlikle reddeder. Bu açıdan yeni ulusalcılığın panzehirlerinden biri MHP ülkücülüğü, kültürel milliyetçiliktir.

İslâmcılar gibi sığınmacıları dinî kavramlarla izah etmeyen ülkücülük, göçmenlerin geri dönmelerini savunur ama arındırma, linç, sürgün, dışlama politikalarını siyasallaştırmaz. Bu açıdan öteki milliyetçi partilerden BBP de kısmen bu anlayışa sahipken Zafer Partisi tam manasıyla yeni ulusalcılığın siyasi hareketi vazifesini üstlenir. İyi Parti’nin Özdağ kadar radikalize olmadığı aşikârsa da yeni ulusalcılığın ana akım siyasi figürlerinden olduğu kesin.

  • Yeni ulusalcılığın ne medeniyet ne ideal devlet ne de örnek toplum hedefi var. Tek motivasyon kaynağı “kendi”nin ne olduğunu bilmeden, kendi dışında gördüğü herkesi kovma, linç etme, sürme, dışlamadır. Yer yer Nazist esintiler sergileseler de yeni ulusalcıların inşa, entelektüellik, erdem, ahlak gibi kaygıları da bulunmaz. Nazist arındırma ana metodolojisini oluşturur.
  • Faşizmle yeni ulusalcılığı özdeşleştirmek de hata… Faşizmin bir devlet-toplum fikri, kalıplara oturtacağı insan ideali bulunur. Üstelik faşistler kana dayalı ırkçılığı, belirledikleri romantik ve tarihi özcülükle birleştirir. Yeni ulusalcılarda fikir yok, bu yüzden faşistler gibi köklere dönüş talebi de bulunmuyor; ne İslâm öncesinde bir menzil ne 1071 ne Kemalizm onlar için aslî bir kök…

Serkeş ve berduş ulusalcı öznenin özü-kökü ve amacı, şimdiyi sığınmacılar ve Müslümanlarla paylaşmamaktan ibaret.

  • Balkanlardan, Kafkaslardan veya İmparatorluğun başka coğrafyalarından göçerek Anadolu’ya sığınanlar esasında başka aidiyetler beslese bile yabancı düşmanlığını en hararetli yürüten kesimlerin başında geldiklerinden yeni ulusalcılığın akıncılarıdır. İktidarı siyasal alandan dışladığı için eleştiren başka etnik kimlikler de Özdağ hareketine sempatiyle bakarlar.
  • Yeni ulusalcılık sığınmacılara, göçlere, göçmenlere düşmanlık beslerken onları mülteci durumuna getiren dünya sistemine ilgisini sürdürür. Öyle ki kapitalizm, Batı medeniyeti eleştirisine girişmedikleri gibi aksine İslâm ve İslâmcı hasımlığından ötürü Batı’yı hami görürler!

Garibana şedit, burjuva öteki’ne hoşgörülüdürler. Arapların mülk almalarını işgal diye sunarlar ama bazı mıntıkaların, bazı beldelerin yıllardır İngiliz, Alman, İsviçreli, Belçikalı, Rus kimliğine bürünmelerine hoş bakarlar hatta onlara yaltaklanırlar.

  • Sığınmacılar üzerinden Türkiye’nin Ruhu İslâm’a da saldıran yeni ulusalcılık, Kemalist statüko benzeri içine kapalı, yalıtılmış, İmparatorluk geçmişini, genişliğini ve fikrini reddeden, Kuzey Kore gibi tüm sesleri kısan, renkleri solduran, kültürleri öldüren bir ülke hayalinde…
  • Türkiye’nin son yıllardaki kapsayıcı dış politikasını bozacak, devletin tehdit gördüğü sahalardaki kazanımlarını tehlikeye atacak şekilde içeride ve dışarıda çatışmayı yükseltip istikrarı, huzuru etkileyerek ülkeyi zayıf düşürecek tutumlar artıyor yeni ulusalcılarda.

Anadolu’daki dayanışma, birlik, mazlum ve garibana omuz verme hususiyetleriyle Anadolu sosyalizmi, Anadolu milliyetçiliği gibi belli değerlere dayalı yönelimler de böylece aşındırılıyor.

  • Yeni ulusalcılık sıradan bir tepki hareketi değil. Türkiye’yi kimliksizleştirmeye, İslâmî birikimi dağıtmaya, küresel kültürün istediği bireyi yetiştirmeye yönelen yeni ulusalcılık sekülerleşmenin ötesinde radikal laik teklifle geliyor:

Türk’ün Batı’ya, küfre karşı çıkan, mücadele veren niteliği yerine Müslümanlara hasımlık ve düşmanlık eden Türk icadı yeni ulusalcılığın ana misyonunu oluşturuyor.

Dijital Dünyanın Çocukları ve Psikolojileri

Başa çıkılamayan sorunları yok etme, oturup ağlamaktan sonra insanoğlunun başvurduğu yöntemlerin başında gelir. Maalesef ki öldürme, hele bu tür farklı katillere özenip çeşitli teçhizatlarla katliam yapma fikri psikolojinin tam ortasına yerleşir. Kişilik sorunu, karakter meselesi, varoluş endişesi, çıkmaza girme düşüncesi, sorunlarla baş edememe, engelleri aşamama sendromu kendini intihar ve infaz etme fikrine götürür. İntiharı, yanında başkalarını götürerek gerçekleştirme bilinçli bir öç itkisinin neticesi.

Eskişehir olayının faili üzerinden devlet, toplum ve ailelerin büyük ders çıkarması gerekir. Çocukların dünyası ve ihtiyaçları sanıldığı gibi küçük ve az değil; aksine her gördüklerini, duyduklarını mutlaklaştıran, doğru ve hakikat gören bir benlikleri olduğundan o dimağın sahih ve sahici bilgilerle, en önemlisi duygularla doldurulması gerekir. Hayattaki kötülükler karşısında ezilmeyecek kadar gerçekçilik fakat her çiçekten bal almalarını gerektirmeyecek kadar sevgi vermek gerekir bebeklere, çocuklara, gençlere. Çocuklar ve gençler kendi başlarına bırakılmayacak kadar tehlikelidir esasında. Ebeveynlerin boş bıraktığı, kalplerini ve beyinlerini yalnız bıraktığı her çocuk orayı, neyin tehlikeli ve yanlış olduğunu bilmeden kendilerine sempatik gelen her kişi, duygu, düşünce, ideoloji ve aidiyet kanalıyla doldurabilir. Eskişehir olayı bunun en prototip örneği.

Çalışan anne babanın yerine nine dedesinin baktığı bir çocuk… çoğunlukla evde ya da odasında kapalı. Şımarıklığı veya dersleri yüzünden babasından dayak da yiyor. Anne ilgisi sınırlı, nine dede onların boş bıraktığı yerleri tamamlayacak formasyonda olamaz zaten. Dünyası dijital evren, arkadaşları sanaldaki figürler… Gerçek hayattan uzak, dijitalin ürettiği hayalleri, korkuları, kaygıları, beklentileriyle kurmuş dünyasını. Bu tür insanlar genetik olmasa bile zamanla asosyalliklerini sosyopatlığa çevirebilirler. Onlar için can, et ve kandan ibarettir, insanların hayatlarını, tarihlerini, başka insanlarla ilişkileri ve onlar nezdindeki anlamlarını bilmezler, o yüzden zarar verirken maddeyi ortadan kaldırdığını düşünür, anlam-değer-sevgi-bağ gibi manevi hisleri öldürdüklerinin de farkında olmazlar. Kendini kesen, sigara söndürmeyi kendi üzerinde deneyen bir genç elbette “skreewie” yani iğrenç mahlası almakta, manifesto kitabına “mass cleaner el kitabı” adını vermekte beis görmez. Çünkü algıladığı hayat iğrençtir, güzel görmeyi bilmez.

İnsanlarla çok temas edip onlardan sürekli kötülük gördüğü için içine çekilmiş bir bireyden bahsetmiyoruz, daha gerçek hayata girmeden sanalda hayat kuran bir çocuk var karşımızda. O yüzden açıkçası tam anlamıyla acıyı da tatlıyı da hazzı da burukluğu da bilmez, bilemez. Dijital dünyadaki ezberleri tekrar eder sadece. Zaten kendini dijitale göre ayarlayan ya dünyayı bütünüyle kötü ya da toz pembe görür. Bir insanla konuşurken karşısındakinin aynı anda hem iyi hem kötü yönleri olduğunu sezemez; bu tür “dışlanan” tipler için dünya, insanlar, hayat ya iyidir ya kötü… Acı her yerde, felsefesini kendilerine dayatırlar adeta. Çünkü varoluş, Heideggeryen felsefeyle farktır, fark ortaya koymaktır. Çocuklar, gençler, birikimleri yeterli olmadığı için ya aşırı sevgi gösterisiyle, sempatik bir jestle ya da acıyla, şiddetle “kendini gösterir”ler.

Hayatın tadını alamadığı, kısa vadede başkalarındaki mutluluğa ulaşamayacağı için kaybedeceği herhangi bir şeyi de yoktur; en fazla oyunu yeniden başlatır. Mesele, gerçek hayatta insan kıymayı, acı vermeyi, kalp kırmayı da oyunu yeniden başlatmak gibi kolayca düzelecek zannetmelerinde… Aylak Adam’daki C. gibi “insanlar anlamaz,” ya da Cemil Meriç gibi “insanlar kıyıcıydı kitaplara sığındım,” yansıtması yaparak başka varoluşlara açılabilmek de yine sağlam ya da en iyi ihtimalle kendini bilmek ile ilgili.

Eskişehir faili çocuk muadilleri gibi dostunu da düşmanını da dijital dünyadan öğreniyor. Hayatı dostlar ve düşmanlar dilemmasıyla okuması bir yana dostun da dostluğun da hakiki düşmanın ve düşmanlığın da ne olduğunu bilemez; tecrübe edilmeyen her mefhum, şey ya yüceltilir ya düşmanlaştırılır. Kanaat önderleri, ideolojiler, istihbarat servisleri yani yönlendirici tüm güçler gençlerin ve çocukların tecrübî noksanlıklarını kullanırlar. Bilgi, görgü eksikliği elbette analizle, terkiple aşılamayacağı, tepkiyle ifade edilebileceği gibi bunlar da genellemelere dayandırılır, suçlu ailedir, devlettir, toplumdur, “şu dışarıdaki insanlar, kalabalıklar”dır. Eskişehir faili, bu yüzden ABD’de ve Batı dünyasındaki gibi tepkisini bu genel komünlere yönlendirir.

Kini, Nefreti, Eksikliği, İslâm Düşmanlığını Siyasallaştırmak

Yine dijital tekno-kültürün başat hayat tanımlamalarından, “hayat yaşamaya değmez, iğrençtir, sistem insanları köleleştiriyor, bizi yok etmek istiyorlar, herkes düşmanındır,” gibi kötücül ifadeler sosyopatlığa, yalnızlığa, melankoliye yatkın benliklerde “varoluş urbası” gibi üste yapışıverir. Sosyo-ekonomik durum, çıkışsızlık, çaresizlik kendini bu tür eylemlerde gösterir elbette; fakat unutmamalı ki bu toplumda, gençlerde “kendini jiletleme” diye gerçek de var.

Eksiltili, tamamlanamamış, ihtiyaçları ve istekleri giderilememiş, tatmin edilememiş Türkiye gibi geç modern ülkenin yetersiz imkânlara sahip bireylerinde, gençlerinde tepkicilik umumiyetle kendine yöneliktir. Eskişehir hadisesi bu anlamda başkasına kitlesel saldırı vasfıyla ilki de oluşturuyor; devletin ve ailelerin bu gerçek üzerinden de meseleye bakıp önlemlerini alması gerekir. Çıkışsızlık, çare bulamama, bir labirentin, cenderenin ya da girdabın içinde sıkışma psikolojisi…

“Yahudiler zaten her yeri kontrol ediyor, ne kadar çalışırsan çalış olup olacağın bu”, “Kurtuluş yok, devlet ve sistem zenginlere çalışıyor,” “Suriyelilerle bizi bitirecekler, kendi ülkemizde köle olacağız, din vasıtasıyla kimliğimizi yok ediyorlar,” gibi kimi propagandist ezberler izah edemedikleri dünyayı bu şekilde anlayabilmeyi sağlayanları, genel seçmen kitlesini yıllardır tesirine alırken ve sadece siyaseten oy vermeyi tercih etmişlerken, dijital evrende yaşayan gençler, sorumluluk alanları yani ev geçindirme, çoluk çocuk bakma zorunlulukları bulunmadığı için bunları çözmeyi, ortadan kaldırmayı kendilerine vazife bellemişler anlaşılan.

Komploların, manipülasyonların, spekülasyonların, yönlendirme haberlerin, ezberlerin her zaman doğruya, gerçeğe, hakikate taalluk etmediğini çocuk, genç bilmez, duyduklarıyla davranmaya kalkar. Sosyal medyada tamamıyla kurgu olan mutluluk görüntüleri, ideal eş, evlilik sahneleri, organik beslenmeler, şık kıyafetler, yaramazlık yapmayan sentetik çocuklar, tek katlı pembe panjurlu evler, rezidansta tek başına yaşayan kadınların kusursuz ve konforlu bir günleri gibi yalan dünyalara insanlar sahip olmaya, onu inşa etmeye çalışıyorlar. Dışarıda ve gerçekte yaşanan hayata karşı bu kurgu dünyalar bırakın çocukları ve gençleri güngörmüş orta ve üst yaştakileri bile etkiliyor. Eskişehir hadisesinin bir tarafında yıllarca ucuz komploların, ezber ve sloganların kapladığı siyasal alan ile dijital dünya yalanlarının ağırlığını kaldıramayan bir gencin kendince çözüm üretme çabası bulunuyor.

Dijital dünyaya hapsolmuş, aile sevgi ve ilgisi görmeyen, yalnız, asosyal kişilikler kendilerini göstermenin derdindedir. Kimi ünlü olarak, kimi ses getiren işler yaparak “bir şeyleri başarabildiklerini” babalarına, ailesine, arkadaşına göstermek ister. Dikkat çekme rahatsızlığı özgüven eksikliğinin bir sonucu.

Özgüveni hırpalanan, ne yaparsa yapsın beğenilmeyen tipler kanıtlama, öne çıkma, üstün gelme psikozuyla yaşar, eyler ve maalesef tamir ederken bile sürekli sorun çıkarıp yıkıcı olurlar. İyi niyetin ötesine geçenler ise başkalarının huzurundan, mutluluğundan kaygıya kapılır, rahatsızlık duyarlar. Bunlar yine başkalarının acılarından, mutsuzluklarından, sorunlarından keyif alırlar, insanların genelinde olduğu gibi.

Başarısızlıklarını da başka üstünlük gösterileriyle kapatmanın derdindedirler. En kolayı ise ırk, etnik, dinî kimliktir. Eskişehir hadisesindeki gibi tüm meseleleri bir üstünlük teziyle aşmak, bunu şedit yollarla göstermek, kendi seçkinliğini yaradılışına bağlamak, “üstünlük takvadadır” yani kişinin kendi yapıp ettiklerinde yaratanı daima hatırlaması ilkesini görmemek, yeni ulusalcılığın, dijital evrende gezinenlerin, hayattan kopuk yaşayanların, çaresizlerin, girdaptakilerin genel tutumu.

Kendi lümpen klanının dışında başka hayatları görmemek, hele üstün vasıfları bulunanları tehdit diye kodlamak Batı yeni sağı ile Türkiye’deki İslâmsız Türklük peşindeki laik-seküler ilkelliğin ve yeni ulusalcılığın ana ideolojisi ve motivasyon kaynağı. Kendi geriliklerini, eksikliklerini, zaaflarını ötekinin genlerine, işlerine, maduniyetine, mağduriyetine endeksleyen bu vahşi ve lümpen emperyalizm, yok ederek kendi varoluşunu belirleyebileceği zehabında.

Postküresel dünyada kavimler göçünün yeni versiyonlarına maruz kaldığı fikrini korkuya tahvil eden bu yeni ulusalcılık, herkesi dışlasa bile yine huzura kavuşamayacak, bu sefer kendi kendini imha etmeyi hedefleyen psikoz içinde sadece şiddeti, kıyımı, linçi bilen bir altyapıya sahip.

Kurduğu tüm denklemleri, epistemolojik söylemleri, tezleri, İslâm dışı saflık arayışları, beyaz ve seçkinci tavırları, sadece kendisinin kabul ettiği, kimsenin itibar etmediği söylemiyle yeni ulusalcılık, laik-seküler sosyete, asosyal ve sosyopat bireyler gibi gün geçtikçe daha da tehlikeli hal alıyor.