‘Yerel Olmayan Evrensel Olamaz’

Etkinlikler
Röportaj: Pınar Yıldız Ali Ural’ı tek bir kelimeyle tanımlamak imkansız… Şair, yazar, yönetici, TYB İstanbul şubesi başkanı, radyo programcısı ve yazı atölyelerinin ilgiyle dinlenile...
EMOJİLE

Röportaj: Pınar Yıldız

Ali Ural’ı tek bir kelimeyle tanımlamak imkansız… Şair, yazar, yönetici, TYB İstanbul şubesi başkanı, radyo programcısı ve yazı atölyelerinin ilgiyle dinlenilen yazı ustası… Hangisini seçsek ki, hepsinin toplamı olduğunu biliyorduk ama aradığımız o sihirli cümleyi kendisi kurdu. “Ben adı öyküde olsa denemede olsa aslında hep şiir yazıyorum” dedi. Evet, o aslında ne yaparsa yapsın önce şairdi!

Röportajımızı yapmak için Şule Yayınları‘nın yolunu tuttuk. Kapıdan girer girmez keskin kitap kokusu doğru adreste olduğumuzu onaylıyordu. Duvarları baştan sona kaplayan kütüphanelerin yanından geçerek üst kata çıktığımızda bizi çok güzel bir İstanbul manzarası karşıladı. Zaman ilerledikçe Ali Ural’ın anlattıklarıyla birleşen manzara bize sanki olağanüstü bir İstanbul masalı dinletiyordu.

Ali Ural’la neler konuşmadık ki… Yazarlıktan şairliğe, yazı yazmanın inceliklerinden aşka kadar pek çok şey… İşte bu doyumsuz röportajın ilk bölümünü bugün sizlerle paylaşıyoruz… Röportajımız klasik bir giriş sorusuyla başladı ama bakın Ali Ural bu soruya nasıl bir cevap verdi?

Ali Ural kimdir?

Ali Ural bunun cevabını veremez; kim bilebilmiş kim olduğunu…

ali uralPek çok şeyi bir arada yapıyorsunuz. Şûle Yayınları, Burç FM’de program, TYB İstanbul Şube Başkanlığı, edebiyat dergileri… Uzayıp gidiyor. Bu koşuşturma yazı serüveninize nasıl yansıyor?

Yazar her şeyden önce hayata dâhil olan kimsedir. Bütün yazın ustaları halkın içinde yaşamışlar. Elbette yazma anında bir köşeye çekilmek gerekiyor fakat gidebildiğiniz, olabildiğiniz bütün köşelerde bulunmak yazmaya engel değil. Bu noktada diğer çalışmalarımı da yazarlığımın bir parçası olarak görüyorum ve yazın hayatımın bundan olumsuz etkilendiğini düşünmüyorum. Edebiyatın merkezi insandır. Bu noktada yaptığım bütün çalışmalar beni insana götürüyor ve daha fazla insanla tanışmamı sağlıyor. Onların beni tanımasından çok, benim onları tanımam değerli. Konfüçyüs’ün bir sözü var; “İnsanlar beni tanımadığı için üzülmem, ben onları tanımadığım için üzülürüm.” Her insan bize değer katar. Her durakta bir şeyler öğreniriz.

Basılan binlerce kitap, ortada yüzlerce yazar varken iyi yazarı, kaliteli edebiyatı nasıl ayırt edeceğiz?

İyi bir yazar ya da iyi bir şair… Bu elemeyi ‘zaman’ yapar. Yazar hayattayken bu karar verilir gibi olur ama asıl karar yazar öldükten sonra tecelli eder. Bir eser zamana direniyor mu, gelecek nesillere hitap ediyor mu, ortak bir insanlık paydasını ve ortak bir insanlık değerini yakalayabilmiş mi? Bunu zamanla görürüz. Çünkü yazar ölmüştür, yazarın arkadaşları ölmüştür, yazarı destekleyen dergiler yaşamıyordur. Medya desteği kalmamıştır. Hatta yazarın kendi eserine verdiği destek de kalmamıştır. Eser artık çıplaktır. Ya ebedileşir ya da çürür gider.

Şuna da dikkat etmek gerekir: “Nasıl olsa değerini zaman verecek, o hâlde şimdi ne yazdığı önemli değil,” demek doğru değil. Hangi sanat söz konusu olursa olsun, o sanatın ehlinin söyledikleri, o eserin niteliği hususunda önemli bir işarettir. Derler ki; “Gelecek zamanlara yazılan mektuplar nadiren adreslerine varırlar.” Çağında kıymet verilmeyen fakat yüzyıllar sonra değeri anlaşılan eserler yok mu? Elbette var. Türk ve Dünya Edebiyatı’nda bu örneklere sık rastlıyoruz. Mesela ‘Kuzgun’ şiirine, Edgar Allan Poe hayattayken kıymet verilmemiş. Bu şiir, Poe öldükten yıllar sonra ortaya çıkmış, hayranlık ve saygıyla okunmuştur. Türk Edebiyatı’ndan bir örnek vermek istersek Safiye Erol’dan söz edebiliriz. Yaşarken oldukça dar bir çevrede tanınıyordu. Öldükten sonra keşfedilerek okunmaya, tartışılmaya başlandı. Ama bunlara güvenilmemeli. Bir yazar aynaya bakmak istiyorsa bakacağı ayna eleştiri aynasıdır. Ancak bu ayna kendi yandaşlarının ona tuttuğu ayna değildir. Sanatın geniş açısıyla ayna tutabilen eleştirmenlere ihtiyaç var. Öte yandan yazar, o gün anlaşılamayacak bir eser vermişse, değerini gelecek yıllar takdir edebilir.

ali ural, pınar yıldız

Peki bir yazar ebediyete nasıl ulaşır, geleceği nasıl yakalar?

Sanat eseri, yazarın mücadelesinin ürünüdür. Rilke’nin bir sözü var, “Zaman, sanatçının önünü kesmek, sanatçı da zamanı aşmak ister.” İşte bu kavgadan sanat eseri doğar. Zamanı aşmak, zamanı yakalamakla mümkündür. Çünkü bir yazarın yaşadığı topraklar, yaşadığı hayat onun başlıca besinidir. Eğer o yazar ya da şair, topraklarının değerlerini dönüştürmeyi başaramıyorsa evrenselliği söz konusu olamaz. Evrenselliğin en önemli şartı yerelliktir. Yerel olamayan evrensel olamaz. Bu yüzden dünyada tüm yazarlar önce kendi masallarını, efsanelerini, insanlarını, yaşadıkları toplumların tarihsel maceralarını dikkate alır, özgün eserler ortaya koyarlar.

Jorge Luis Borges, Arjantinli’dir. Önce kendi topraklarında olup bitene yönelmiş, “Ben, Ay’da yaşayan bir adamın öyküsünü yazsam bu bir Arjantin öyküsü olur,” demiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unu neden seviyoruz? Çünkü o İstanbul’un, Türkiye’nin romanıdır. O, yaşadığımız toprakların, içtiğimiz suyun, âşık olduğumuz kızın romanıdır. Mesela Gogol, ilk eserlerinde başarısız oldu. Bunun üzerine anneannesine gidip Ukrayna Halk Masalları’nı anlatmasını istedi. Ardından dinlediği masalları modern bir dille yazarak Rusya’nın en büyük yazarlarından oldu. Çünkü kendi topraklarından beslendi.

ali uralGlobal bir dünyada yerellik nasıl yakalanır?

“Dünya tek bir köydür,” diyorlarsa da bu söze inanmayın. Dünya asla tek köye dönüşmedi. İletişim ağının güçlenmesi, haberleşme çağının dolu dizgin yaşanması böyle bir halüsinasyon yaşatıyor. Aslında her insan, her şehir, her toplum bir dünyadır. Sanatçı, evrensel bir değer yakalamak istiyorsa, insanı yakalamalı. Onu kendi topraklarında yakalaması, evrenselliğine bir ziyan getirmez. Fransız yazar Fransa’da, İngiliz yazar İngiltere’de, Afrikalı yazar da Afrika’da ‘insan’ı yakalar. İnsani değerleri ve insanın boyutlarını keşfedersen, kime anlatırsan anlat eserin evrensel olacaktır.

İkincisi; nitelikli bir eser üretmezsen, eserin bir hiçtir. Yerel değerlerden de evrensel değerlerden de faydalansan, işe yaramaz. Senin laboratuvarında neler oluyor? Hani Mevlana diyor ya, “Altın aramıyorum. Altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?” Sanatçı, bakırı altına çevirendir. Sıradan olayları olağanüstü tablolara, sıradan nesneleri olağanüstü nesnelere çevirenlerdir. Sanat burada. Sıradanın olağanüstü, olağanüstünün sıradan olarak anlatılmasında.

ali uralNasıl ortaya çıkacak bu sıradanlık ve olağanüstülük?

Saint-Exupéry der ki, “Yazmak bir sonuçtur, aslolan görmektir.” Önce göreceğiz. Bir yazarın sahip olduğu en kıymetli şey gözleridir. Görebilmek; ayrıntılara inebilmek, görünenin ötesine sıçrayabilmektir. Yazar görünen dünyadan görünmeyene geçerse başarılı olacaktır. Bu birinci adım.

İkinci adım ise, gördüklerini işleme kabiliyeti. Gördünüz ve biriktirdiniz. Madeni buldunuz. Fakat bu maden, işlenmedikçe çamur hükmündedir. Altın bile çamurun içinden çıkar. Yazara düşen; damıtmak, ayrıştırmak, cevheri bulmak ve mücevher kalitesinde sanat eserleri ortaya koymaktır. Bunu nasıl sağlayacak? Kendi diline hâkim olacak. Sözcükleri yerli yerinde kullanmayı bilecek, dilbilgisi kurallarına hâkim olacak. Bunlar da yetmez. Hayal gücüne ve bu hayal gücüyle oluşturacağınız özgün kurgulara ihtiyacınız var. Sanatın kudreti; görmeyi bilmek, malzemeyi işlemek, imgelem ve kurgu tekniğini barındırmakta saklı. Hayal, nesneleri, olayları atmosfere taşıyacak yegâne gücümüzdür. İşin içine imge katmadan o büyülü atmosferi yakalayamayız. Sadece hayalle yazmak da bizi dağınık çalışmalara götürür. Gerçeği hayale, hayali gerçeğe yaklaştıracağız. İyi yazmanın sırrı gerçekle hayal arasında. Özgün ve büyüleyici metinler böylelikle ortaya çıkıyor.

Ben, Türk Edebiyatı’nın da emin adımlarla ilerlediğine inanıyorum. Öteden beri Türk Edebiyatı dünyada var olagelmiş fakat sesini yeterince duyuramamıştır. Bu alanda pek çok çalışma var. Özellikle Kültür Bakanlığı’nın TEDA projesi Türk yazarlarının tanıtılması yolunda önemli bir çalışma. Görüyoruz ki tanıtılan Türk yazarlar büyük ilgi görüyor. Demek ki doğru yoldayız. Orada görülen ilgiden dolayı bunu söylemiyorum. Yazmaya karşı gitgide artan bir ilgi olduğunu düşünüyorum. Tabii bu olumlu gelişmelerden bahsederken yayınlanan tüm eserlerin çok iyi olduğunu, Türk Edebiyatı’nın köşe taşları olduğunu söylemiyorum. Elbette ki çürükler var. Popüler kültür, edebiyatı tehdit ediyor fakat hakiki edebiyat varlığını sürdürüyor.

ali uralPopüler Kültür, edebiyatı neden tehdit ediyor?

Popüler kültür, her şeyin ucuzuna değer veren kültürdür. Basit, sıradan olan, kolay tüketilebilene değer verir. Kimsenin düşünmeye, derinleşmeye vakti yoktur. Nasıl fastfood lokantaları sağlıklı beslenmeyi değil de hızlı tüketimi amaçlıyorsa, fastfood kültürü de derinliği değil, yüzeyselliği ve tek tip üretimi hedefliyor.

Sıradan olanı çoğaltarak geniş kitlelere yayarsanız özel olanı da yok edersiniz. Özel olan nedir? Mesela Dünya ve Türk Edebiyatı’ndan az bilinen kıymetli eserleri seçerek kendiniz için estetik bir platform oluşturabilirsiniz. Ancak popüler kültürün rüzgârına kendinizi kaptırırsanız, böyle seçkin tercihler yapma imkânınız ortadan kalkacaktır. Kendinize has bir sanat zevkinden mahrum kalacak, kalabalık hangi caddeden gidiyorsa, size hangi sandviç sunuluyorsa onunla yetinmek zorunda olacaksınız. Bunun için popüler kültür ürünlerinin çok yaşamadığını görüyoruz.

Diğer taraftan da insan, tüketen bir mekanizma. Sanatçı diye ortaya sürülen insanlar, bir-iki yıl sonra unutulup gidiyor ve yerine farklı insanlar geliyor. Kasapların kıyma makinelerini düşünün, bir taraftan insan kıyılırken diğer taraftan yenileri basılıyor. Sürekli yeni insan harcanıyor. Yaz şarkıları gibi kısa bir süre sonra hepsi unutuluyor.