Türkçenin tadı tuzu kaçtı

Etkinlikler
Türkiye Diyanet Vakfı’nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADE...
EMOJİLE

Türkiye Diyanet Vakfı’nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.’nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nda Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)’in katkılarıyla gerçekleşen Beyazıt Ramazan Sohbetleri kesintisiz sürüyor. Beyazıt Sohbet Çadırı kürsüsünün son misafiri klasik sanatlarımızın zamanımızdaki duayeni Prof. (h.c.) Uğur Derman oldu.

Takdim konuşmasını ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım yaparken “Bugün eğer tezhip, minyatür, ebru sanatı çok iyi noktalara geldiyse bunda Uğur Derman hocamızın çok büyük katkıları var.” dedi. Konuşmasında, hat üstatlarından hezarfen sanatkârlara, meşhur mütefekkirlerden edebiyatçılara kadar birçok isme yer veren Derman, kültür, dil, mimarî ve geleneklerin kayboluşuna dair düşüncelerini paylaştı. Soru- cevap şeklinde gelişen sohbetin ilk sorusu da Yardım’dan gelirken, “Edebiyatçıların yazarların hatıralarında ve köşeyazılarında ‘Ah Nerede o eski Ramazanlar’ diye başlar yazılar. Orhan Okay ise bir röportajında ‘Ben buna inanmıyorum, bana kalırsa şimdiki Ramazanlar daha güzel, bizim zamanımızda yokluk ve fakirlik vardı’ demişti. Eski Ramazanları hasretle ananlardan mısınız, yoksa şimdi de Ramazanlar yaşanıyor diyenlerden misiniz?” sorusu ile sözü Derman’a bıraktı.

 

SANAT ESERİ MAHYALAR DEVRİ

“Bugünkü Ramazanlar sürati cihetinden iyi ve güzel ama mekanikleşme hissediliyor bugünkü hayatımızda; dolayısıyla bu Ramazan’a da tesir ediyor. Orhan Hoca’nın dediği gibi yokluklar vardı eskiden. Ama ben çocukluğumun ve gençliğimin Ramazanlarını arıyorum.” diyen Uğur Derman, 1940’lı yılların savaş yıllarına tekabül ettiğini hatırlatarak bütün sıkıntılarına rağmen eski kültürün varlığının bu kasveti dağıttığını dile getirdi. Giderek kalabalıklaşıyor olmamızın ruhaniyeti kaçırdığını söyleyen Derman, çocukluğunun ve gençliğinin Ramazan gecelerini aydınlatan eski usul mahyaları anlatarak bu uygulamanın bir sanat olduğunu vurguladı ve o güzelliği hasretle andığını dile getirdi. Yine bir soru üzerine Türkçeye sahip çıkılması ve gençlerin bu konuda yapması gerekenleri de dile getiren Uğur Derman, sözlerine şöyle devam etti:

 

“TÜRKÇENİN TADI TUZU KAÇTI”

“Türkçe çok daraltılmış vaziyette. Birbirinden ayrı kavramlar tek kelimede toplanıyor. Böyle olunca kullanılan Türkçe aza inmiş oluyor. Aslında çok zengin bir dil. Türkçeyi bozmadan kullanmış yakın vakitlerin edip ve şair nesirlerinden istifade etmek lazım. Refik Halid Karay İstanbul Türkçesinin temsilcisi diyebileceğim örnek bir isim. Neler öğretmez Refik Halid’in Türkçesi. Günlük Türkçeyi nasıl halli hamur edip o hale getirir Refik Halid, şaşmamak elde değil. Burhan Felek, Refi Cevad Ulunay ve daha da eskiden Ercüment Ekrem Talu gibi gazeteciler de Türkçenin en güzel kullanma hususiyetini bilen kimseler. Mistik bahtta ise bir Sâmiha Ayverdi ve Safiye Erol var. Türk Dil Kurumunun yersiz müdahaleleri Türkçenin tadını tuzunu kaçırdı. Zaten kuruluş itibariyle Türkçenin bozulmasını isteyen bir müesseseydi. Türkçenin güzelliğinin farkında değiliz. Şimdi o geçmişteki kültürümüz yaşamıyor. Bu da Türkçenin daralmasından doğuyor. Hocalık yaparken kelime dağarcığımda tasarrufa gitmeden ne biliyorsam onu anlatıyordum ve bir zaman sonra talebe beni anlamamaya başladı. Sorular artmaya başlayınca 22 yıldan sonra hocalığı bıraktım.”

 

“OKYAY HEZARFEN BİR SANATKÂRDI”

Ders aldığı hocalarının kısa birer portresini sunan Prof. (h.c.) Uğur Derman, bilhassa Necmeddin Okyay’ın çok neşeli bir zat olduğunu dile getirdi. Okyay’ın 93 yıllık çok feyizli bir ömür geçirdiğini anlatan Derman, “Kendisi hezarfen lakabına layık bir kimseydi. Çocuk yaşta hafız olmuştu ve Yeni Camii’nin imam-hatibiydi. İlmi yönden icazetli olduğu gibi, rık’a, divanî ve celî divanî sülüs, tâlik ve nesih hattından icazeti mevcuttu. Ebruyu da Özbekler Dergahı’nın şeyhi Ethem Efendi’den öğrenmişti. Okçuluk ve gülcülük meraklarındandı. Klasik Mücellitliği de 40 küsur yaşındayken öğrenmişti.” diyerek lehçe taklidinde son derece başarılı olduğunu da sözlerine ekledi. Necmettin Okyay’ın akrabası olan Mustafa Düzgünman’dan da bahseden Uğur Derman, bir süre aralıklarla akademiye devam eden Düzgünman’ın attar dükkânında çalışmalarını devam ettirdiğini ve ölene kadar ebruculuğunu sürdürdüğünü belirtti.

 

HAT SANATINDA BİR DEVRİN YAPITAŞLARI

“Süheyl Bey bir İstanbul beyefendisiydi. Son derece kibardı. Dedesi hat sanatının en büyük isimlerinden Şevkî Efendi’dir. Süheyl Bey de hiçbir şekilde fenalık yapamayacak bir yaradılışa sahipti. Kendisi hep birisi anılıyorsa hakkında tebessüme vesile olacak şeylerden bahsedilmesini isterdi.” diyen Prof. (h.c.) Uğur Derman, Süheyl Ünver ile ilgili tebessüm ettiren hatıralarını nakletti. Ali Alparslan’ı “Doğuştan derviş meşrepli bir insandı.” diyerek anan Derman, kibirsiz, faydalı olmaya çalışan bir hoca olduğunu söyledi. Hattat Hâmit Aytaç’ın Osmanlı devrinden kalan en son hattat olduğunu ve erişilmez bir yazı ustası olduğunu vurgulayan Derman, Hattat Halim Özyazıcı’nın erken vefatı ile zamanının tek hat hocası olduğunu belirtti. “Halim Özyazıcı yaşasaydı hat sanatına çok hizmet ederdi ve bu günkü hattın mevkiî de daha başka olurdu.” diyen Derman, Hattat Hâmit’in yeni nesle hocalık cihetinden çok hizmeti olduğunu kaydetti. Şimdilerde üç aylık hat kurslarında bile icazetten bahsedilmesinin son derece yakışıksız olduğunu dile getiren Uğur Derman, eğitim süreleri kısaldıkça kurslara gidenlerin öğreneceklerini kısa zamanda nasıl paraya çevireceklerini düşündüklerini, bu sanatların maddi karşılık beklenmeden öğrenilmesi gerektiğini, geçmişte usulün bu olduğunu vurguladı.

 

SULTAN AHMET CAMİİ SERGİ SALONU OLSAYDI

Klasik sanatlarımızın bugün geldiği noktayı da değerlendiren Uğur Derman, “Batı kendiliğinden bu sanatlara figürsüz resim gibi bakarak bir alaka duyuyor.” diyerek birkaç ay evvel Kutlu Doğum Haftası dolayısı ile Ayasofya’da açılan hüsn-i hat sergisini rekor sayıda ziyaretçinin gezdiğini, en çok da Batılı turistlerin hayranlıkla izlediğini kaydetti. Kendi harflerin kompozisyonu ile ortaya konmuş bir sanat dalı olmasına rağmen Arap turistlerin yeterli ilgisinin olmadığını belirten Derman, Necmettin Okyay’ın 1930’ları, hattat olduklarını söylemeye korktukları yıllar olarak anlattığını, yazıların altındaki imzaların bile suç görüldüğünü ve imha edildiklerini söyledi. 1926 senesinde kurulan Sanayi Encümeni’nin tek sesli müziği yasaklamasını Cemal Reşit Rey’in, Sultan Ahmet Camii’nin sergi salonu yapılmasını da Mimar Kemaleddin Bey’in mani olduğunu belirtti. Bu ve benzeri örneklerin çok sayıda olduğunu vurgulayan Derman, “Geçmişinden bu kadar nefret eden bir millet yoktur.” dedi.

 

MEZAR TAŞI MİSALİ BİNALAR…

1960’ların ortasında başlayan yüksek binalaşmanın son 15 yıldaki artışına dikkat çeken Uğur Derman, “İstanbul’a yazık oldu. Cumhuriyet idaresinin nedense İstanbul ile bir alıp veremediği vardır. 1923’ten sonra en güzel yerleri çok kötü şekilde kullanıldı. Dili bozmak için ne yapıldıysa İstanbul’u bozmak için de yapıldı.” diyerek yüksek yapıları mezar taşına benzetti. Geçmişteki sanatkâr ve mütefekkirlerin bir araya geldiği sohbet ortamlarından da söz eden Derman, Boğaziçi vapurlarının bugünkünden farklı olarak çok fazla iskeleden yolcu aldığı için ideal sohbet mekânı olduğunu söyleyerek Mahir İz ile sık sık bu toplantıları gerçekleştirdiklerini, vapur dışındaki mekânların ise Mahir Bey’in ablasının Kanlıca’daki evinin bahçesi, Yahya Efendi Dergâhı ve Arnavutköy’de Tevfikiye Camii avlusu olduğunu, edebiyat ve kültür dünyasından şahsiyetlerin bu sohbetlere iştirak ettiğini belirtti.