Tarihe Sığmayan Destan: Çanakkale

Etkinlikler
Söyleşi: Selim Sebilci Ferfir Yayınları tarafından okura sunulan kitap meraklılarını bekliyor. Sitemiz okurları için kısaca tanıyabilir miyiz sizi? 1976 yılında Ankara’da doğdu. Üniversiteye kad...
EMOJİLE

Söyleşi: Selim Sebilci

Ferfir Yayınları tarafından okura sunulan kitap meraklılarını bekliyor.

Sitemiz okurları için kısaca tanıyabilir miyiz sizi?
1976 yılında Ankara’da doğdu. Üniversiteye kadar Ankara’da öğrenim gördüm. 2000 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldum. Çanakkale’de gezi rehberi olarak görev yaptım. Erzurum Yakutiye İlçesi Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu İlköğretim Okulu’nda Müdür olarak görevine devam ediyorum.

Tarihe Sığmayan Destan: Çanakkale adlı kitabınız Ferfir Yayınları arasında çıktı. Çalışmanın ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız biraz?
2000 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra bana Çanakkale’nin en güzel hediyesi olan şehitlik rehberliği konusunda Erzurum’da konferanslar düzenleyerek bildiklerimi herkesle paylaşmaya başladım. Bu çok beğenildi ve herkes anlattıklarımı nerede bulacaklarını sordu. Çanakkale bir deryadır ve bu deryada ben sadece kendime göre seçtiklerimi anlattım. Dolayısıyla derlediğim powerpoint sunusunda anlattıklarımı bir kitapta toplamak zaruret haline geldi. 15 yıllık birikimimi ve sunumumla alakalı bir dosya oluşturdum. Bu dosyayı Ferfir Yayınları editörü Şeref Bey’e gönderdim. Şeref Bey inceleme sonunda bilirkişiye göndermeye gerek olmadığını ve bir eksiği dolduracağına olan inancıyla kitabımızın basımını kabul etti.

Merhum Akif, Çanakkale için “mahşer” benzetmesini yapıyor. Osmanlı tebaası sadece Türklerden oluşmuyordu. Çanakkale’de, o mahşerde kimler vardı, niçin vardı?
Mehmet Akif Çanakkale Şehitlerine Şiirinde bununda cevabını veriyor. O mahşerde düşmanı anlatırken, kimi hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela diyordu büyük şair. Osmanlıya gelince sizin de söylediğiniz gibi Osmanlı birçok güzelliği ve rengi barındıran büyük bir devletti. Tüm milletlerden insan vardı ve bunlar elbette sonradan kalleşlik etmeyen ve saf değiştirmeyen insanlardı. Mesela meşhur 57. Alayımızın tabibi Dimitroyati bir Rumdu ve bizimle birlikte Çanakkale’deydi.  Dimitroyati’nin son sözleri “Sakın ha Ali Çavuş! Gavur mavur dersiniz beni ayrı yere gömersiniz beni sizlerden ayırmayın” olmuştur. Bosna’dan 500 Boşnak gönüllü gelmiştir Çanakkale’ye. Yine Tunus’tan, Hindistan’dan, Mısırdan ve tüm İslam âleminden vefalı Müslümanlar Çanakkale’ye koşmuşlardır.

Mehmetçiğin savaş koşulları bilinmeden Çanakkale’nin büyüklüğü de tam olarak anlaşılamaz herhalde. Mehmetçiğin savaş koşulları nasıldı?
Bu konuya kitabımızın savaş koşulları bölümünde ayrıntılı olarak değindik. Ayağına giyecek ayakkabı bulamayan ve İstanbul’dan gelen kum torbası çuvallarını ayaklarına dolayan Mehmetçik her yönden imkânsızlıklar içinde savaştı. Ezineli Yahya Çavuş 25 Nisanda askerin mermisi azaldığında “ Aslanlarım 2 düşman askerini peş peşe getirin öyle ateş edin” diyerek bir mermi ile 2 düşman askerini vurmanın hesabını yapmıştır. Düşman şarap fıçılarına kadar getirirken ve konservelerle karnını doyururken bizim askerlerimize bir zeytini iki lokmaya katık yapma emri verilmişti. Koca Seyyid gibi bir kahraman  “Dokuz senelik askerlik hayatımda dokuz kere doğru dürüst temizlenemedim” derken savaş koşulları hakkında ne düşünmeliyiz. Siperler arasında mesafe 8 metreye kadar indiğinde ve Mustafa Kemalin bu durumu “ ölüm muhakkak” diye anlattığı bir ortamı ve bunun 8,5 ay devam ettiği bir mahşeri hayal edin. Hastalıktan ölenler, soğuktan donarak ölenler ve 250 bin vatan evladına mezar olan bir Çanakkale hayal edin. Metrekareye 6 bin merminin düştüğü ve metrekarede bir onlardan ve bir bizden askerin yattığı bir savaş hayal edin. Fazla söze gerek yok.

Yıllar yılı Çanakkale sadece bir savaş zaferi olarak lanse edildi. Maneviyattan arındırılmış bir Çanakkale tablosu çizildi. Çanakkale’nin manevi yönünden bahseder misiniz biraz?
Çanakkale’yi maneviyattan ayırdığınız zaman Çanakkale’yi anlatamazsınız. Bu konuyu burada anlatmak oldukça uzun sürer bizim bu işe talip olmamızdaki gaye zaten işin manevi boyutunu anlatmaktı. Kitabımızda bu konu geniş yer bulmuş ve manevi yönü anlatılmıştır. Bugün bile hala işin bu yönüne maneviyattan uzak bakanlara İngilizlerin 1915 deki deniz bakanı Churchill in bir sözü yeter. Sonraki yıllarda kendisini bu hezimette suçlayanlara” anlamıyor musunuz biz Çanakkale de Türklerle değil Allah la savaştık” diyor. 1928 yılında Medine’yi ziyarete giden Osmanlı âlimlerinden Cemal Öğüt Hocaya peygamberimizin türbedarı 1915 yılında gördüğü bir rüyayı anlatıyor ve rüyasında Rasulullahın türbedara  “evet hissedilen doğrudur ben şu an Medine de değilim Çanakkale de zor durumda olan asker evlatlarıma yardım ediyorum” demesi bize Efendimizin bu savaşta bizim yanımızda olduğunun kanıtıdır. Hem bu yaşanan olay hem de bunun gibi birçok maneviyat yüklü hadise kitabımızda ayrıntılı olarak anlatılmıştır.

Kitabın arka kapağında da yer alan ilginç bir olay yaşamışsınız. Kısaca bahsedebilir misiniz?
Yıl 1998. Bir gün öncesinde yağmur yağmıştı. Bir kafile ile Şehitliği gezerken Nuri Yamut Anıtı’nın içine girdiğimde gözlerime inanamadım. Tam anıtın içindeki kapaklı bölümün üstünde birçok kemik parçası vardı ve zemin kıpkırmızıydı. Önce gördüklerime bir anlam veremedim. ‘Acaba özellikle mi yapıldı bu, biri kırmızı boyaya mı batırdı çıkardı?’ dedim kendi kendime, ama o kırmızılıklar kandı. Hemen yakınındaki tarlaya girdik, şöyle bir kurcaladık toprağı; kemikler çıkmaya başladı. Bir arkadaş üzerinde hâlâ dişleri olan bir çene kemiği buldu. Bastığımız yerler binlerce kefensiz şehidimizin mezarıydı. Mezarı olanlar şanslıydı Çanakkale’de.
 
Kitabı yazarken sizi en çok etkileyen bölüm hangisi oldu?
Kitabımızın ilk 50 sayfası bilgi ağırlıklıdır 51. Sayfadan itibaren işin manevi boyutu vardır. Ve burada geçen birçok hadise beni ilk duyduğumda ve okuduğumda beni gözyaşlarına boğmuştur. Bu nedenle burada ayrım yapmam söz konusu olmaz. Bir Yarbay Hasan Bey’in yaşadıklarını, Cemal Öğüt Hoca Efendiyi, Alpagutlu Hamit Çavuşu ve diğerlerini birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Çanakkale destanını anlatan bir filmimiz yok hâlâ. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Tarihe Sığmayan Bir Destanı Filmleştirmek çok zor olsa gerek. Bu işin latifesi tabii ki… Maalesef İstanbul’un fethi filmimizde yok. Sanırım film sektörümüzün bu konuda biraz özeleştiri yapması gerekir diye düşünüyorum.
 
Tarihimize sahip çıkabiliyor muyuz, ne dersiniz bu konuda?
Benim hemen hemen tüm sunumlarım sonunda genel tepki “Hocam biz Çanakkale’yi böyle bilmiyorduk oluyor” Demek ki tarihimizi bilmiyoruz maalesef. Çanakkale şehitleri abidemizin yapılış hikâyesini kitabımızdan okuyabilirsek bu sorunun cevabını buluruz. 1960 da ilk anıtımızı yapmışız. 1936 Montrö Antlaşmasına kadar şehitlerimiz düşman askerinin postalları altındaydı. Oysa İngilizler 1926 da Fransızlar 1930 da anıt ve mezarlıklarını bitirmişlerdi. Biz onlardan izinsiz o topraklara giremiyorduk maalesef. Şimdi siz kendinize sorun sizce ne kadar sahip çıkmışız tarihimize. Ama elhamdülillah iki binli yıllardan sonra en azından Çanakkale için çok güzel şeyler olmaya başladı ve ne mutlu bize ki şu an oralardaki abide ve mezarlarımız çok çok güzel ve bakımlı hale gelmeye başladı. Keşke bu kadar beklemek zorunda kalmasaydık sahip çıkmak için.
 
Çanakkale’ye turlar düzenleniyor. Bu geziler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çanakkale ye gitmek lazım ama rehber çok önemli. Size Çanakkale manevi boyutu ile anlatılmayacaksa çok yazık diyeceğimiz bir gezi yapmış olursunuz. Çanakkale’yi her yönü ile anlatacak rehberlerle gezmek lazım. İnanıyorum ki Çanakkale’ye gidenler zaten işin manevi yönü için ve şehit dedelerini ziyaret için gidiyorlar. Bu konuda söylenecek çok şey var ama bırakın içimde kalsın… Maalesef, maalesef, maalesef… 

on5yirmi5.com