Şiir Suyundan Öykü Yazdılar!

Etkinlikler
Onlar şair ama öykü de yazdılar. Biz de birkaç soruyla öykü yazma maceralarını öğrenmeye çalıştık. İşte o sorularımız… 1. Hem şiir yazıyorsunuz hem öykü… Şiiriniz öykünüzü mü besliyor yo...
EMOJİLE

Onlar şair ama öykü de yazdılar. Biz de birkaç soruyla öykü yazma maceralarını öğrenmeye çalıştık. İşte o sorularımız…

1. Hem şiir yazıyorsunuz hem öykü… Şiiriniz öykünüzü mü besliyor yoksa öykünüz şiirinizi mi?
2. Neden öykü?
3. Takip ettiğiniz öykücüler kimler?

BAŞINDAN İTİBAREN HİKÂYEYİ DE SEVİYORUM

Nurettin Durman

Ciddi şekilde yazmaya şiirle başladım.
Birkaç yıl sonra hikâye yazmaya da tevessül ettim Sait Faik, Mehmet Seyda, Bekir Yıldız ve bilhassa Orhan Kemal’in o aralar gazetelerde çıkan hikâyelerine gıpta ederek. Ama ne fayda beceremedim bir türlü. Askerde iken şiir ve hikâye üzerine sanki eşit zaman aralığında kendimi kaptırmış oldum yazmaya. Şiir neyse ağır aksak yürüdü ama hikâye hep tökezleyip durdu. Askerden sonra matbaacı bir dostun aracılığıyla hikâyelerimi Bekir Yıldız’a gönderdim. Bakmış hikâyelerime ve İyi Akşamlar adlı hikâyemi işaret edip bu tarzda yazsın, diye bana telkinde bulunmuş aracı dostumla.
Gene yazdım ama gene başaramadım.

Yüksel Kanar dostum o zamanlar Yönelişler dergisini çıkarıyor. Beylerbeyinde bana; bak senin işin hikâye yazmaya çok müsait. Sen hikâye yaz, dedi. Tabi o muhabbet arasında kendisinin zamanında şiir yazdığını fakat başaramadığını ve şiire saygısından dolayı şiiri bırakıp düşünce yazıları yazmaya başladığını da söylemeyi ihmal etmedi. Ben ona da kulak asmadım ve şiire devam dedim.

Bir de askerden gelir gelmez yazdığım hikâyeleri alıp Milliyet Gazetesine (o zamanlar Yazarlar Birliği’ne yakın bir sokaktaydı) gittim. Gazeteye girdim, aranıyorum, birisi bana kimi arıyorsun diye sordu, ben de gazetenin Pazar ekine hikâye getirdim deyince Pazar eki artık çıkmıyor demesin mi? Tabi boynu büyük bir şekilde hikâye dosyamla birlikte hüzünlenerek oradan ayrıldım.

Şiir, şiir, şiir…

Sonra 90’lı yıllarda çıkardığımız Kardelen dergisinde müstear isimle (Ali Ahmet Celayir) bir hikâye yayınladım.

Hikâyeyle birlikte belki de daha önce roman yazmaya cüret ettim, on – on beş sayfada tıkanıp kalakaldım. Kardelen dergisini çıkardığımız yıllarda gene bir roman etrafında dolanmaya başlamışken yahu bunu Ahmet Özalp’e bir göstereyim, sekiz on sayfa oldu, bakalım ne diyecek. Bir fikir edineyim, dedim.

Bir gece dosya koltuğumda kapısını çaldım.
Vaziyet böyle, böyle, böyle dedim!
Şu yazdıklarıma bir bakar mısın?

Gülkurusu rengindeki dosyayı açtı ve çok kısa bir andan sonra kapağını kapattı ve başladı o meşhur(Moby Dick Herman Melville)Beyaz Balina romanından bahsetmeye.

Efendim, yazar şöyle gemilerde çalışmışmış, her şeyi bir bir kaydetmişmiş, efendim roman önce şu kadar kalınmış, sonra redaktörler kitabı bu kadar bir sayfaya indirmişlermiş… Anlatıyor da anlatıyor mübarek adam. Ben ağzım açık dinliyorum tabi. Vay anam vay… Dinledim, dinledim, dinledim gecenin o dinginliği eşliğinde sallana sallana evime geldim, dosyayı bir çekmeceye koydum ve çok bezgin ve yorgun bir şekilde yatağa girdim. Hâlâ öylece durur gülkurusu dosyamın sarıp sarmaladığı elle yazılmış kâğıtçıkları.

Birkaç yıl önce yeni bir roman için gene cüretim nüksetti ama gene yarım ve yamalak kaldı romancığım. Yalnız bu defa yazdığım sayfa sayısı artmıştı tabii.

Lakin şiir. Tabii ki şiir…

Bir hayli şiir ve iki deneme kitabından sonra gene hikâye hastalığım nüksetti. İşin doğrusu daha işin başından itibaren hikâyeyi de seviyorum niye inkâr edeyim ki. Ama o başaramamak sendromu yok mu o rezil korku hep erteletti kendini.

Derken ortaya Mektebin Bacaları adında bir hikâye kitabı çıkmış oldu.
Tabii bunlar şiirden arta kalan kelimelerin dayanamayıp kendilerini hikâyeleştirip meydana çıkarmalarının neticeleridir. Şiir apayrı bir şeydir.

Takip ettiğim öykücüleri söylemesem olmaz mı?

Ya da Sait Faik ve Ömer Seyfettin ve Anton Çehov diye başlayıp uzun bir liste mi yapsam?
Yok, yok böyle iyi!

Sahi şairler niye hikâye de yazarlar?

ÖYKÜ O SINIRLARLA KAYITLI DEĞİL

Suavi Kemal Yazgıç

1. Bir karşılıklı beslenme/etkilenme söz konusu. Şiir ve öyküyle ilgilenmek ayrı dikkatler, dile ilişkin farklı tasarruflar gerektiriyor. Yazan kişi için bu farklılıklar dağınıklığa sebep olsa gibi görünse de bir yandan zenginlik katabilir.
2. Anlatmak için. Anlatmak narrative şiirde bile sınırlıdır. Öykü ise o sınırlarla kayıtlı değil, olması da abes zaten.
3. Liste uzun. Bir ilk on bir verebilirim: Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Kamil Yeşil, Gökhan Özcan, Selçuk Orhan, Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Necip Tosun, Cemal Şakar, Zeki Bulduk, Ömer Faruk Dönmez.

ÖYKÜ KADİM BİR TÜR

Şeref Yılmaz
1. Hem şiir yazıyorsunuz hem öykü… Şiiriniz öykünüzü mü besliyor yoksa öykünüz şiirinizi mi?

Şiir ile öykünün birbirine en yakın türler olduğu söylenir. Bunda haklılık payı vardır. Bu benzerlik içerik yönüyle değil de daha çok metot, tarz ve özellik yönüyledir. Mesela ikisi de kurgusaldır, ikisi de özetler, kısar, sıkar, damıtır ve fazlalıklardan arındırır. Bunun gibi özellikleri yönüyle şiirle öykü birbirine benzer. Ama muhteva yönüyle farklıdır. Şiirin bir sesi vardır ki bu ses başka hiçbir türde yoktur. Şiirin yapısı da öyküden ayrılır. Küçürek öykü denilen tür, şiire biraz daha yakın kabul edilir ama hiçbir küçürek/kısa öyküye şiir diyemeyiz. Şiir hiçbir türe benzemez. Hal böyle olunca hangisinin hangisini beslediği sorusu biraz "tavuk-yumurta" meselesini çağrıştırıyor. İkisi de birbirini tetikliyor, destekliyor, etkiliyor, besliyor. Bununla beraber zihnimi ve kalbimi biraz detaylı yoklayınca şiirimin öykümü beslediğini fark ediyorum. Zaten böyle olması gerekir. Çünkü şiir her zaman en başat edebi türdür. Nesirin gücü oraya ulaşamaz.

2. Neden öykü?
En son yayımlanan kitabım öykü kitabı… Şiirle başlayan, denemeyle demlenen uzun bir süreçten sonra öykülerimin kitaplaşması bu soruyu zaruri kılıyor. Tam da burada yeri geldiği için bir ayrıntıyı söylemiş olayım: Öykü aslında benim ilk denediğim türlerdendir. "Ekmek Parası" isimli öykümü "Konsolosun Köpeği" isimli öykü kitabıma da aldım. O öyküm benim ilk öykümdür. Üniversiteye başladığım zaman denemiştim. Hocalarım beğenmişti. Zaman zaman öyküler kaleme aldım ama yayımlamadım. Alttan alta akan bir ırmak vardı aslında, bu yıllar sonra kitap haline gelince fark edilmiş oldu. "Neden öykü?" sorusunun cevabına şunu da ekleyebilirim: Öykü kadim bir tür. Bunu "öykü" ile "hikâye" arasındaki farkı ihmal ederek söylüyorum. Neden kadim bir tür? Çünkü insanlar eski çağlardan beri anlatıyorlar. En iyi, en anlaşılır, en rahat anlatan tür öyküdür. Öykü temelde anlatılacak bir olay ile olayı anlatacak bir şahsa dayanır. Buradan yola çıkarsak ilk öykümüz muhtemelen Âdem babamızla Havva annemiz arasında geçen olaydı. O zamandan bu zamana insanlık öykü anlatıyor. Hatta insanların trajedisi olan bu öyküleri Kuran da anlatıyor. Bu konuda uzun uzun mütalaalar yürütülebilir ama özetle şunu diyebilirim: Anlatma bakımından öykü kadar pratik, sağlıklı ve etkileyici bir tür yoktur. Anlatmak istediklerim olduğu için öyküyle dostluğum var.

3. Takip ettiğiniz öykücüler kimlerdir?
Sait Faik
benim için önemli bir öykücüdür. Keyifle tekrar tekrar okurum. Bununla birlikte Sabahattin Ali önemli bir damardır öyküde… Refik Halit‘in memleket hikâyeler ve gurbet hikayeleri önemlidir. Özellikle de Gurbet hikâyeleri… Ayrı bir tarzdır. Kısa, öz ve etkileyici… Refik Halit’in kıvrak ve etkileyici üslubunu orada çok daha açık görmek mümkün… Sabahattin Kudret Aksal değeri hala pek anlaşılamayan bir öykücümüz diye düşünüyorum. Memduh Şevket Esendal‘ı önemsiyorum. Günümüz öykücülerinden Mustafa Kutlu ve Rasim Özdenören’i iki ayrı gür damar olarak görüyorum. İkisini de önemsiyorum. Bunlara Ayfer Tunç, Nalân Barbarosoğlu, Cemal Şakar, Necip Tosun gibi bazı isimleri de ekleyebilirim.