İşte ‘Hoca’nın Öğrencilerine İşaretleri!

Etkinlikler
Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin dünya siyasetindeki yerini bir anda yukarlara taşıyan isim oldu. Gürkan Zengin’in kaleminden çıkan HOCA kitabında Davutoğlu’nun insani yönleriyle siyasi ...
EMOJİLE

Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin dünya siyasetindeki yerini bir anda yukarlara taşıyan isim oldu. Gürkan Zengin’in kaleminden çıkan HOCA kitabında Davutoğlu’nun insani yönleriyle siyasi felsefesi anlatılıyor. Genç diplomatlara büyük örnek teşkil edecek HOCA kitabı şimdiden gençlerin ilgi odağı haline gelmiş durumda. İşte gençlerden oluşan Sivil Rota grubundan Furken Şenay’ın , özet olarak, "Bugün Türk Dış Politikası’nda atılan her adımın, her politikanın arkasında var olan ortak bir ‘Medeniyet tarihi’ bilinci görüyoruz." diye yorumladığı HOCA kitabının analizi..

Türk Dış Politikası’nda ‘Davutoğlu’ Etkisi

Sivil Rota olarak bu hafta, arkadaşlarımızla okuduğumuz Gürkan Zengin’in ‘HOCA’ “Türk Dış Politikası’nda ‘Davutoğlu’ Etkisi” kitabını birlikte değerlendirdik. Bu yazıda hem kitapta anlatılanlardan hem de son yıllarda oluşan dış politika anlayışından bahsetmek istiyorum. Kitapta, uzun yıllar süren akademik hayatından sonra Türkiye Cumhuriyet’ini temsil eden bir devlet adamı olarak Ahmet Davutoğlu’nun hem insani yönünü hem de Türk Dış Politikası’nda yarattığı tezahürleri görüyoruz. Kitap okunduğunda, bugün sahip olduğu vizyonun çocukluğuna uzanan kısımları daha iyi anlaşılacaktır. Çocukluğunu Taşkent’te, Toros dağlarından köyündeki Sultan Suyu’na inen deve kervanlarını seyrederek, göçenlerin arasına katılarak geçiren Davutoğlu, anne ve babasının yanında en büyük hocasının babaannesi olduğundan bahseder. Bütün Taşkent için önemli olan irfan sahibi babaannesi Hacız Ebe (Hacı Kız Ebe) torununa “Oğlunla ordu, kızınla oba olasın. Koç koç oğlanların ardına düşe, dünyalar ayaklarına gele, herkes sana akıl danışa” diye hep dualar etmiş, nitekim bugün herkes ‘Hoca’ya akıl danışır olmuştur.
 
Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu 2003 yılında Başbakanlık baş danışmanı olarak, 2009 yılında Dışişleri Bakanı olarak atandı. Ancak biz Ahmet Davutoğlu deyince, her şeyden önce içinden çıktığı millete borcunu ödemeye çalışan, bu sorumluluğu taşıyan bir kişiden bahsediyoruz. Hatta bundan da öte içinde bulunduğu coğrafyaya, komşu ülkelere, insanlığa bir borç ödemesinden bahsediyoruz. Bunları bir insanı idolleştirme amacıyla değil, bir anlayışı, yaklaşımı, sorumluluk örneğini göstermek amacıyla söylüyoruz.

Bugün Türk Dış Politikası’nda atılan her adımın, her politikanın arkasında var olan ortak bir ‘Medeniyet tarihi’ bilinci görüyoruz. Meselâ Musul’la Diyarbakır, Gümülcine’yle Edirne, Batum’la Hopa, Nahçıvan’la Iğdır arasındaki ekonomik, kültürel köprüleri kurmayı istemek bu bilincin bir sonucudur.
 
Birçok ülkeyle vizelerin kaldırılması ve hâlen bu sürecin devam etmesi aslında Türkiye’nin ekonomik ve siyasal olarak kendi bölgesiyle bütünleşme çabalarıdır. Antep’le Halep birbirinden alışveriş yaparken, akraba ziyaretleri gerçekleşirken Suriye ile Türkiye’nin ilişkilerinin geliştirilmesinden daha doğal ne olabilir? Suriye, Lübnan ve Ürdün ile karşılıklı serbest ticaret anlaşmalarının imzalanmasıyla oluşan dinamiğin stratejik olarak da güçlü bir Ortadoğu sağlayacağı muhakkaktır.
 
Bugüne kadar ‘köprü ülke’ vazifesini üstlenmiş Türkiye, ‘Hoca’ya göre ‘merkez ülke’ olmak zorunda. Çünkü ‘köprü’nün tek işlevinin bir tarafı başka bir tarafa taşımaktan ibaret olduğunu ve bunun Türkiye’nin Doğu’da Batı’nın değerlerini empoze etmeye çalışan bir Batılı, Batı’da Doğu’nun olumsuz görünen unsurlarını taşıyan bir Doğulu olarak algılanmasına yol açtığını belirtir. Hâlbuki ‘Hoca’ya göre ‘merkez ülke’ konumundaki bir Türkiye Doğu’da Doğulu kimliğiyle yüzleşerek o misyonuyla hareket etme ve Batı’da Avrupalı bir bakış açısıyla Avrupa’nın geleceğini tartışabilme kabiliyeti vardır.

Küresel ölçekte etkin bir aktör olarak Türkiye, aktif bir dış politika izlemek durumunda. Bunu Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’nın ilk bir senesinde yaptığı 100 dış seyahat ile daha iyi görebiliriz. Uygulanan ‘mekik diplomasisi’ ile Dünya’nın farklı yerleriyle kurulan sıkı irtibatlar sayesinde merkez aktörlerden biri olmak ve istenilen ilişkileri tesis etmek mümkün. Uygulanan diplomasiden de öte, ‘Hoca’nın yaptığı bu çok sayıda dış seyahatlerinin bile kendi düşünce dünyasında bir arka planı olduğunu görüyoruz. Kendisinden aktaralım: “Muhyiddin Arabi İspanya’da doğar, Tunus’ta, Mısır’da bulunur, Suriye’ye geçer, Kayseri ve Sivas’ta ders okutur, Mekke’ye gider. 13.y.y. şartlarında birisi böyle hareket edebiliyor.” Haliyle bunu bilen ‘Hoca’nın bugün oturduğu yerden bir diplomasi yürütmesi beklenemezdi. Hatta ABD’nin Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu Bakan Yardımcısı Phillip Gordon “Nereye gitsem Davutoğlu buradan yeni ayrıldı diyorlar” demişti. Gerçekten de ‘Hoca’ ve etrafındaki diplomat arkadaşları tarafından yürütülen bu diplomasi trafiğinin Türkiye’ye kısa zamanda küresel ölçekte kazandırdığı saygınlık etkisini gösteriyor. Türkiye birçok ülkeyle ilişkilerinde kırılma noktaları yaşadı. Meselâ kitapta 1 Mart tezkeresi sürecinin detaylarını okuduğumuzda Türkiye için ne kadar önemli bir dönüm noktası olduğunu, kritik kararlar alındığını ve başarılı bir diplomasiyle atlatıldığını görüyoruz.

Kitapta ‘Türkiye eksen mi değiştiriyor?’ sorusuna da cevaplar veriliyor. Doğal olarak Türkiye’nin etkin bir rol üstlenmesinden rahatsız olacak çevreler mutlaka olacaktır. Eksen kayması tartışmalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. 1 Mart tezkeresinin reddinden sonra Türkiye için ‘Amerika’dan Avrupa’ya mı kayıyor?’diye, Davos Zirvesi sonrasında ise 2009’da ‘Batı’dan Doğu’ya mı kayıyor?’ diye sorulmuştu. Türkiye’yi bu tartışmaların içinde bırakan en önemli neden Ortadoğu’daki ağırlığının artmasıdır. Ancak geçmişten bugüne doğru gelen süreç dikkatli incelendiğinde Ortadoğu’daki politikaların konjonktür eksenli bir dış politikanın sonucu olarak var olduğunu görüyoruz. Oysa asıl radikal değişiklik sanıldığının aksine Ortadoğu ile değil Rusya ile yaşanmıştır. Stratejik ortaklık ve yerel para birimleriyle yapılacak olan ticaret anlaşmaları 20 sene öncesine kadar (soğuk savaş döneminin sonu) düşünülemezdi bile. Keza Balkanlar’da dokunan mekik sonrasında Sırbistan’la iyi ilişkiler de kurulmuştur. Dolayısıyla ‘Hoca’nın düşüncesine referansla Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci, Asya’daki irtibatları, Ortadoğu’daki bağları, ABD ile ortaklığı bir zıtlık değil, bütünlük oluşturuyor. Bizce bu noktada Gürkan Zengin’in çok isabetli bir tespiti var. Zengin, kitapta Türk Dış Politikası hakkında yazılıp çizilirken hep sahadaki yansımaları ile analiz konusu edildiğini ama bu politikaların arkasındaki felsefi boyutun ihmal edildiğini belirtiyor. Halbuki felsefe ve politika uzak şeyler değil.

‘Hoca’ ‘Yeni Osmanlıcılık’ tartışmalarına ilişkin ise, bu düşüncenin sıkı dostluk kurduğumuz Arap ülkelerine ‘bakın Osmanlı size hükümranlık etmeye geri geliyor’ diye korkutmak için söylendiğini belirtiyor. Oysa Ahmet Davutoğlu, her zaman Osmanlı’dan ayrılan en küçük ülkeyle dahi kendilerini eşit gördüklerini, kimseye hükümranlık etme niyetinde olmadıklarını ve dost ülkelerle bu coğrafyayı birlikte şekillendireceklerini vurguluyor. Güven ve samimiyet bu noktada önemli. Türkiye bunu inşa etmiş durumda. Öyle ki bugün Irak’lı bir Arap Aşiretinin lideri, Davutoğlu’nu dinledikten sonra yanındakilere dönüp ‘Bana bakın, bu adam ne derse yapacaksınız, onu dinleyeceksiniz’ diyebiliyor.

Kitap, rahat okunabilen, ‘Hoca’yı ve son dönem Türk Dış Politikasını tanımaya oldukça yardımcı olan bir eser. Bizler de Sivil Rota olarak Gürkan Zengin’i bu değerli çalışmasından dolayı tebrik ediyor ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Furkan Şenay
Sivil Rota Derneği